İRAN HALKI DEVRİMCİLERİNİ GÖREVE ÇAĞIRIYOR
İran, 12 Haziran’da seçim yaptı. Seçime tüm dünyanın farklı gerekçelerle ilgisi vardı. Bölgesel güç olma özelliği, İran’ın her açıdan ilgi odağı olmasını sağlıyor. Ortadoğu ve Orta Asya politikalarını yönlendirmek isteyen emperyalist güçlerin İran’ı atlayarak hesap tutturması mümkün değildir. Bu nedenle ABD’den Rusya ve Çin’e kadar tüm güç odakları İran’ın geleceğiyle yakından ilgilenmek zorunda kalıyor.
Başta ABD olmak üzere emperyalizm, girmiş olduğu ekonomik krizden dolayı derin sarsıntılar geçiriyor. Askeri yaptırım gücü de zayıflayan ABD, Irak benzeri müdahale ve işgal girişimlerinde artık eskisi kadar rahat değil. Irak ve Afganistan’da batağa saplanan işgalciler, işin içinden çıkış yolları aramaya başladılar bile. (Böylesi bir dönemde dünyanın ekonomik faaliyetlerini yönlendirmek ve yönetmek krizden çıkışın en sağlam yoludur) Bunun için NATO’nun işlevi değiştirildi. Artık açık işgallere emperyalist güçler tek başına değil, NATO güçleriyle girmeyi tercih etmektedir. Ancak, bu yeni yönelime rağmen mevcut koşullardan dolayı işgal ikinci seçenek olarak düşünülmektedir.
Lübnan’da yapılan seçimlerde, Hizbullah’ın başını çektiği 8 Mart Koalisyonu’na karşı ABD’nin organize ettiği 14 Mart Koalisyonu yarıştı. Başını Hariri’nin çektiği 14 Mart Koalisyonu 71 temsilcilik kazandı. Batı ve ABD’nin şimdilik burada zaferinden söz edilebilir.
Sırada daha önemli bir seçim vardı. 12 Haziran’da İran’daki seçimler daha öncesinden konuşulmaya başlanmıştı. Hatemi ve Rafsancani’nin desteklediği Musevi reformcu olarak tanıtıldı. Reformculuktan kastedilen Musevi’nin seçim programındaki ekonomik yönelimleriydi. Çünkü, Musevi iktidara gelmesi durumunda ekonomiyi yabancı sermayeye açacağını ve özelleştirmelere gideceğini beyan ediyordu. Küresel sermayenin pazar ve kaynak aradığı bir süreçte kapalı sayılan İran ekonomisi adeta emperyalizmin talanına sunulmak istenmiştir. Emperyalizmin iştahını kabartan yalnızca İran ekonomisi değil aynı zamanda stratejik konumu ve gücüdür. Bu nedenle emperyalizmin Musevi’yi açıktan desteklemesi çok anlaşılır bir durumdur. Kimi solcuların zannettiği gibi şeriattan vazgeçme girişimi olarak görülemez. Emperyalizmin istediği de toplumsal yaşamda demokratikleşme öngörüsü değildi. Demokratik bir açılım beklentisi ve insan hakları vurgusu dünya kamuoyunun gözünde meşrulaşma ihtiyacından başka bir şey değildir. Emperyalizmin ikiyüzlü politikaları, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkeler düşünüldüğünde daha da anlaşılır olmaktadır. G20 gibi zirve toplantılarını protesto eden güçlere kendi uyguladıkları şiddet ise ikiyüzlülüğün diğer adı olarak verilebilir. Öte yandan Musevi’nin geçmişi de insan hakları savunucusu olmasına elverişli değildir. Çünkü İran devriminin ilk yıllarında üst düzey yöneticisi olan Musevi, Halkın Mücahitleri ve TUDEH militanlarının işkence ve katliamlarından sorumlu tutulan kişidir.
Tüm bunların dışında belki de daha önemli olanı İran’ın iç dinamiklerini ve devlet yapısını incelemektir. Çünkü yaşananlar ancak o zaman daha iyi anlaşılabilir.
Seçim sonrası İran’da yaşananlar hakkında yazılanlara bakıldığında, egemen yönlendiricilikten sol’un da etkilendiğini gözlemliyoruz. Demokratik bir programın oluşmadığı böylesi bir ortamda, tepkilere abartılı anlamlar yüklenilmesinin bir nedeni de Marksist yöntemden uzaklaşılmış olmasıdır. Sendika.org sitesinde Fransızca’dan Türkçe’ye çevirisi yapılan iki makale yayımlandı. Alan Woods ve Jarge Mortin’e ait yazıların adeta kaynak olarak kullanıldığı yazılara aynı sitede yine rastladık. Troçkist yazarların İran’daki işçi sınıfının rollerine abartılı yaklaşımları referans alınarak demokratik bir hareketten söz ediliyor. Hatta İran işçi sınıfıyla dayanışma eylemleri dahi öneriliyor. Elbette ki demokratik bir programla harekete öncülük söz konusu olunca enternasyonalist dayanışma çok anlamlıdır. Oysa İran’da bugün yaşanan protestoların direksiyonunda egemen sınıf kliklerinden birisi vardır.
İran’da devlet yukarıdan aşağıya tüm kurumlarıyla faşist bir karakter taşımaktadır. En küçük demokratik bir tepkiye dahi yaşama şansı verilmemektedir. En korkunç yanı ise militarist, vurucu güçlerinin yanında halkın arasına yayılmış ve kimlerden oluştuğu bilinmeyen BESİC örgütlenmesidir. Öyle ki günlük hayatlarına devam eden ama faşizmin halk arasındaki milis güçlerinin nereden çıkacağı dahi kestirilememektedir. Sayılarının 5-8 milyon arasında olduğu şeklindeki söylentiler dolaşmaktadır. Bunlar devlet olanaklarından da yararlanmakta ve maaş da almaktadır. 70 milyon nüfusu olan bir ülkede, 5 milyonluk bir gücün, devletin faşist karakteri hakkında fikir vereceğini düşünüyoruz.
İktidarda bulunan tüm güçlerin devlet desteğiyle ekonomik bir güç haline geldiği İran’da, bugün yaşananları egemen sermaye grupları arasındaki bir iktidar kavgası olarak tarif etmek mümkündür. Aslında bu kavganın ciddiyetini kavramak için dini liderin açıkça Ahmedinejad’a destek olmasına bakmak yeterlidir. Çünkü tarafsız görünerek toplumu din üzerinden sisteme itaate zorlayan bir kurumun, iktidar kavgasında taraf olması halkın gözündeki konumunu da zedeleyecek bir durumdur. Petrol gelirlerini ve genel olarak iktidar olanaklarını paylaşmada yürütülen bu kavgada halk dolgu malzemesi amacıyla taraf yapılmaktadır. Burada küresel sermayeye göz kırpan Rafsancani ve adayı Musevi’nin karşısında yer alan Ahmedinejad ve arkasındaki güçler, iktidar olanaklarını korumak için anti-ABD’cilik üzerinden halkın büyük bir bölümünün desteğini almayı başarıyor. Aynı zamanda başka emperyalist odaklarla ilişki arayışlarına da hız vermişlerdir. Ahmedinejad’ın seçimden bir gün sonra Rusya’ya gitmesi de bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Seçim sonrası ortaya çıkan tepkilerin yönlendiricisi olan gücün, sistem içi halk düşmanı karakteri unutulmamalıdır. Onlar da tıpkı Ahmedinejad ekibi gibi faşist devlet yapısının içerisindedir. Ancak sokaklara çıkanların yoksulluk ve demokrasi sorunu elbette ki vardır. Önemli olan sisteme duyulan bu tepkilerin demokratik bir program etrafında örgütlenerek mücadeleye sevk edilmesidir. Devrimci bir örgütsel yapının eksikliğinde halkın tepkileri sistem içi kanallarda eritilmektedir. Bu gün yaşanmakta olanlar, bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Evet, İran’da işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri yoksul ve baskı altındadır. Faşizmin zor dayatması karşıt bir potansiyeli büyütmektedir. Ancak devrimci bir önderlik olmadan gelişen tepkiler niyetten bağımsız olarak direksiyonda bulunanların işine yarayacaktır. İran faşist devletinde açığa çıkan yönetim krizi bir fırsattır. Ama fırsatlar hazırlıklı olanlar için bir anlam taşır.
Bugün İran’da, halkın ekonomik ve demokratik taleplerini programlaştırmış ve kitleleri sistem dışı çözüme odaklamayı başarmış bir devrimci önderlik söz konusu değildir. Kaçınılmaz olarak bu boşluk egemen güçler tarafından doldurulmuştur. Emperyalist güçler henüz zafer kazanamadıklarının farkındalar. Ancak yine de bir çatlak oluşturmanın sevincini yaşıyorlar.
Biz biliyoruz ki İran halkının devrimci dinamikleri de bu çatlaktan yararlanacak ve süreci kısaltacaktır. İran devrimcilerinin tarihten öğrendiklerini hayata geçirmeleri ise yeni bir çıkışın başlangıcı olacaktır.
26 Haziran 2009
DEVRİMCİ HAREKET
DEVRİMCİ HAREKET’in 2005 İran Seçimlerine İlişkin Değerlendirmesini Bugün Taşıdığı Güncellik Gereği Okumanızı Öneririz.