Yöntemsel ipuçları
Yöntemsel olarak söylemek gerekirse; birincisi, yanlış sorulara doğru cevap olmaz; ikincisi, zor soruların kolay cevabı yoktur. O halde özellikle sınıfsal bir yaklaşımla analiz gerektiren olaylar değerlendirilirken kolaya kaçmamak, Lenin dediği gibi şeylerin özündeki çelişmeleri incelemek gerekiyor.
Bu bağlamda İran’da bugün öncelikle emek-sermaye çelişmesi ve emperyalizmin ezilen halklar karşısındaki durumu (temel ve baş çelişmenin güncel tanımı) incelenmelidir. Bu da sınıfsallıktır; Cizre’de de Venezüella’da da Suriye’de de Brezilya’da da İran’da da böyledir. Örneğin Lenin, Rus Devrimi’nin asgari ve azami programını belirlerken de demokratik devrimin ve sosyalist devrimin stratejik hedeflerini ayırt ederken de temel ve baş çelişmenin çözümlemesine dayanmıştır.
İran’da da temel çelişme emek ile sermaye arasındadır. Baş çelişme ise molla oligarşisi ile halk arasındadır. Bu bağlamda İran’daki sömürü ve baskı rejimini, dünya ölçeğindeki neoliberal politikalardan bağımsız düşünmek yanıltıcı olur. Örneğin İran’da hane halkı gelirlerindeki düşüş, rahatsızlık verici boyutlara varmış ve araştırmalara konu olmuşken, 10 Aralık’ta Ruhani, yangına körükle gitmeye denk bir adım atıp, Meclis’e kemer sıkma bütçesi sunuyor. Gerçekte bunun neoliberal politikaların uygulandığı Fransa’dan veya Brezilya’dan öz itibariyle bir farkı yok.
Emperyalizmle ilişkilere gelince, İran’ın ABD ile sorunlar yaşıyor olması veya Suriye’de, Irak’ta karşı kutupta bulunması onu antiemperyalist yapmıyor. Daha önce çeşitli vesilelerle değindiğimiz gibi antikapitalist olunmadan antiemperyalist olunmaz.
Mevcut Ortadoğu fotoğrafı, ABD, İsrail ve Suudi üçlüsünün pek de gizlemediği İran karşıtı çabalar, haklı olarak, İran’da yükselen eylem dalgasının ardında emperyalist müdahale ve yönlendirmeler aramayı düşündürüyor. Tabii ki bu, bir önyargıyla veya İran halkının demokratik taleplerinin/eylemlerinin peşinen reddedilmesi, mahkûm edilmesi noktasına vardırılmadan yapılmalı, manipülasyonların etkisine girmeden somut bilgilerle değerlendirme yoluna gidilmelidir.
Bir halk isyanı için objektif koşullar hazır
Yaklaşık 40 yıldır molla rejiminin baskısı altında yaşayan; enflasyon, işsizlik, yoksulluk altında inlerken yolsuzluklara tanık olan bir halkın isyan etmesinden daha doğal bir şey olamaz. Özellikle nükleer anlaşmazlığın aşılması ve ablukanın kalkması sonrasında da halkın refah ve özgürlüğüne dönük hiçbir olumlu adımın atılmaması, son olaylar için yeterli bir sebep olarak görülebilir.
Sanıldığının aksine toplumsal olaylar veya devrimler homojen, net, tüm ayrıntılarıyla programlanmış bir strateji ve taktikler bütünü eşliğinde bir startla başlamaz. Aynı anda farklı alanlarda ve farklı saiklerle harekete geçen kitleler yol gösterici, örgütlü iradenin varlığına bağlı olarak giderek netleşen hedefler etrafında ortaklaşır. Bu, bazen sanıldığından da öte zor olur, hatta tersine gelişmeler de yaşanır.
Bir süredir İran’da da gözlediğimiz gibi toplumsal olaylar, ülke bütünündeki fotoğrafta aynı sesleri çıkarmayabilir, aynı sloganları atmayıp aynı taleplerde bulunmayabilir. Veya 1979’da görüldüğü gibi Şah rejimini devirmek gibi en meşru ve sınıfsal temelde gelişen devrim, bir başka güçler tarafından çalınabilir.
Güncel olaylar vesilesiyle yapılan kimi tarih okumalarında söylendiğinin aksine, 1979’da İran solunun/devrimcilerinin yaptığı, Humeyni’nin arkasında antiemperyalist eğilim üzerinden kümelenmek değil, Şah’a karşı ittifaka gitmekti. Belki bu ittifak, gerekleri ve niteliği açısından tartışılabilir; ama İran sosyalistleri bu şekilde mahkûm edilmemelidir. Örneğin dönemin örgütlenmelerinden Sovyetler Birliği çizgisindeki Tudeh de eleştirilebilir; ama bu, Tudeh’in “Stalinistliği” veya “iki aşamalı devrim stratejisini benimsemesi” üzerinden yapılmamalıdır. Tarih de devrim anlayışı da ittifaklar meselesi de dönemin devrimci mücadelesi de böyle bir yaklaşımın içine sığmaz.
İran, sendika ve grev dahil hiçbir demokratik hakkın olmadığı, kadınların büyük çoğunluğunun çalışamadığı, dinin ve ataerkilliğin en ağır baskısı altında yaşadığı, Kürtlerin ve genelde muhalif kesimlerin eylemlerinin idamla cezalandırıldığı, güçlü askeri örgütlenmesinin sadece dışarıda değil içeride halkın karşısında da kendini hissettirdiği bir ülkedir.
1979 İran’ında yaşananlardan veya 2011’den beri Suriye’nin yaşadıklarından öğrenerek söylemek gerekirse, sokaktaki her türden hareket değil, demokratik nitelik taşıyan hareketler desteklenmelidir. Tam da bu bağlamda, niyet okumanın veya kimseye savunmadığı şeyler yakıştırmanın anlamı yok ve tabii ki bunun İran halkına bir yararı da yok.
Kimi yöntemsel ilkeler var ki pragmatizm ufuklu duruşlar ne derse desin, daha önce pek çok pratikte olduğu gibi bugün de İran’da anımsatılması, ölçü alınmasının istenmesi, eylemlerin başarısı ve halk yararına sonuç doğurması için olmazsa olmaz önemdedir.
Ne molla rejimi ne emperyalizm
Bugün İran’da öncelikle, süreci hazırlayan, tepkiyi büyüten sınıfsal nedenlere bakmak ve bir taraftan molla rejiminin adaletsizliğine, zulmüne dikkat çekerken diğer taraftan (müdahale etmeme, sınıfsal rolünü oynamama ihtimali olmayan) emperyalizme yani ABD’ye ve işbirlikçilerine karşı uyarıda bulunmak gerekiyor. Bu, ne toplumsal olayların önemini/meşruiyetini ne de sınıfsal kaynaklarını yadsımaktır; aksine emperyalist çağda demokratik adımların, kazanım ve dönüşümlerin zorunlu koşulunun antiemperyalizm
olduğunun anımsatılmasıdır. Antiemperyalizmin, İran egemenlerinin ABD ile yaşadığı problemlerle veya ABD karşıtlığı ile bir ilgisi olmadığı, her iki egemen güce karşı çıkmayı gerektirdiği ise özellikle bilinmelidir.
Haber alma kaynaklarının sınırlı olduğu ve dezenformasyonun önlenemediği bu koşullarda, İran’dan birbiriyle çelişen haberler gelse de gerçekten kimi noktalardan Şah yanlısı ve Suudi sevdalısı sloganlar yükselse de aynı zamanda İran halkının molla zulmüne, sömürüsüne karşı kalkışmasının olduğu, bu potansiyeli her zaman bulunduğu ve hatta artık mızrağın çuvala sığdırılamadığı bir süreçten geçildiği gerçekliği göz ardı edilmeden değerlendirme yapılmalı, duruş belirlenmelidir.
Emperyalizmin desteği halk için bir ihtiyaç değildir
Hiçbir halkın hakları, çıkarları, emperyalizmin desteğini, müdahalesini veya işgalini gerektirmez. Ve yine ısrarla söylemek gerekirse emperyalizm, hiçbir halka özgürlük veya refah getirmez.
İran, özellikle 2011 sonrasında, genelde Ortadoğu’da özelde Suriye’de IŞİD karşıtlığını da içeren duruşu itibariyle öne çıktı; Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da gelişmeleri etkileyecek oranda rolü oldu. Bu durum, elbette İran molla rejimini ilerici kılmıyor. Ancak bugün gelinen aşamada, ABD için, bölgede politikalarının başarılı olması bağlamında İran’ın geriletilmesi olmazsa olmaz önemdedir.
Mevcut süreçte ABD, İsrail, Arabistan gibi güçlerin asıl beklentisi, İran rejiminin, yıkılamasa da bölgedeki gelişmelere müdahale edemez, dışarıda iş yapamaz hale gelmesidir. Bunu ne ABD ne de İsrail ve işbirlikçileri Suudiler gizlemiyor. Bu bağlamda, bugün İran halkının sokaklara taşan tepkisini manipüle etmek isteyebilecekleri, bu konuda çeşitli araç ve yöntemlere sahip oldukları ön kabulünden hareketle, antiemperyalizm anımsatması yapmak, hatta İran’daki eylemlerin halk yararına sonuç doğurmasının olmazsa olmaz koşulu olarak bu ölçüyü öne çıkarmak gerekiyor.
İran halkının önünde ABD müdahalelerinin doğurduğu olumsuz sonuçlara dair deneyimler de var. Bu, İran’da birikmiş bir sınıfsal öfkenin, bu çerçevede potansiyel bir gücün/bilincin olduğuna işarettir. Ancak, bunun sokağa güçlü/örgütlü biçimde yansıması için sübjektif koşulların oluştuğu veya bugün sokaktaki hareketin bu düzeyde olduğu söylenemez.
Mevcut eksikliğin başında, bu türden gelişmelere müdahale edip yön verecek güçlü devrimci sol yapıların olmaması geliyor.
İran’da yaşanan sınıf mücadelesidir
İran’da giderek büyüyen ticaret burjuvazisinin emperyalist-kapitalist sistemle kurmuş olduğu ilişkilerin istenilen boyutta olmaması, onu uluslararası tekellerden sınıfsal olarak farklı kılmamakta ve İran’daki baskı ve sömürünün kaynağını oluşturduğu gerçekliğini değiştirmemektedir. Dini vakıflar, Devrim Muhafızları vb. üzerinden sağlanan sermaye birikiminin orta çıkardığı tekelleşme ve siyasal ekonomik sistem, noeliberal politikalar dahil hemen her açıdan diğer kapitalist ülkelerle aynı sınıfsal konumdadır.
İran’da da halkın tepkisi belirli periyotlarda kimi zaman Ahmedinejad, kimi zaman Ruhani vb. üzerinden istismar edilerek yedeklenmiş, bir şekilde yatıştırılmıştır; ama sonuçta bugün asgari ücretin 300 dolar olduğu, işsizliğin giderek büyüdüğü, gelir dağılımı uçurumunun artarak devam ettiği kapitalist bir ülke söz konusudur. Tam da bu nedenlerle bugün İran’da yaşanan sınıf mücadelesidir ve kaynağını, molla rejimiyle güvenceye alınmış olan ekonomik ve siyasal sistem oluşturmaktadır.
İran’da halkın özgürlük ve refah eksenli tepkilerinin ve taleplerinin yanında bir iktidar kavgası, İslami yönetimin nasıl olması gerektiği bağlamında bir ayrışma/kutuplaşma da söz konusu. 2009’da da seçimler sonrasında sokağa taşan gösterilerde bu ayrışma rol oynamıştı.
İran’da Arap Baharı’ndan iki yıl önce 2009’da yaşanan gösteriler, bugünün anlaşılması açısından önemli veriler taşıyor. 2009’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini Ahmedinejad’ın %60’ı aşan oranda oyla kazanması, reformist adaylardan Musevi’nin ise çok düşük oy alması, seçimlerde hile yapıldığı düşüncesini beslemiş ve buna yönelik olarak gelişen tepkiler kitlesel gösterilere dönüşmüştü. Kitlesel açıdan bugünkünü aşan boyuttaki gösterilere Devrim Muhafızları müdahale etmiş ve 110 kişi polis kurşunu vb. ile yaşamını yitirmişti. O süreçte gösteriler “reformcular” tarafından başlatıldıysa da rejimin düzeltilmesini isteyen “muhafazakârlar” da katılmıştı.
Bu kez gösteriler o günkünden çok daha karmaşık/heterojen ve coğrafi olarak yaygın bir içeriğe sahip. Olaylar, Meşhed kentinde başlayıp önce Kum’a daha sonra başka kentlere yayıldı. Bu iki kent, son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ağırlıkla Ruhani’nin rakibi olan İbrahim Reisi’ye oy veren bir seçmen kitlesine sahip. İbrahim Reisi’nin kendisi de Meşhedli. Ve doğal olarak bu durum, mevcut olaylarda söz konusu kesimin şu veya bu oranda rolünün olduğunu düşündürüyor. Mevcut veriler de ABD’yle her türden ilişkiyi reddeden muhafazakârların da ABD ile ilişkilerin geliştirilmesinden yana olan liberallerin de son olaylara katıldığını gösteriyor.
Olayların, ekonomik taleplerle başlasa da giderek siyasal taleplere evrildiği, bu türden toplumsal zeminlerde sıkça rastlanan bir olgudur. Örneğin İran üniversite gençliği, uzun süredir öfke biriktiriyor ve bugün artık patlama noktasına gelmiş durumda.
Toplumsal olaylar bazen, ilk tetiklenme anından veya kimlerin başlattığından bağımsız ve o kapsamı aşan türde bir seyir izler. Ne var ki bölge Ortadoğu ise ve söz konusu olan ABD, İsrail vb.nin müdahaleciliği ise her durumda antiemperyalizmi anımsatmak, demokratik bir adımın başarı şansının antiemperyalist duruşu korumaktan geçtiğini söylemek doğru ve gereklidir.
Unutmamak gerekir ki emperyalist çağda gericilik ve antidemokratik uygulamalar, doğrudan emperyalizm kaynaklıdır ve ABD’nin/emperyalizmin doğrudan müdahalesi olmasa da mücadele, antiemperyalist bir boyut içermek zorundadır. İran, herhangi bir yeni sömürgeye göre daha farklı/özgün nitelikler taşıyor. Ama bağımsız değildir. Orada da emperyalist tekellerin yatırımları söz konusu ve orada da neoliberal politikaların uygulandığı bir sermaye düzeni hâkim.