ABD ekonomik olarak sıkışmış durumda. Dışarıda rakiplerini sınırlama atraksiyonları peşindeyken; Ortadoğu’da “sorun alanlarını yatıştırmak” çabası içerisindeyken; en son temenni edeceği şey, bölgede yaşanacak yeni huzursuzluklardır/çatışma dinamikleridir. Bu bağlamda Akdeniz’de İsrail’in gemilere saldırısı biçiminde gündeme gelen, kimilerinin algıladığı/zannettiği gibi yeni çatışma ve çelişme zeminleri oluşturma değil, aksine ABD’nin bölgedeki ihtiyaçları temelinde işbirlikçi aktörleri Ortadoğu denklemindeki yerine oturtma işidir.
Operasyon; Türkiye, İsrail ve ABD eliyle teamüden yapılmıştır. Benzer operasyonların aksine bunda aldanan da, aldatan da yoktur. Üçü bir arada rol oynamıştır. Irak’tan güçlerinin önemli bir kısmını çekme hesapları içinde olan ABD’nin acelesi var. Bölgedeki mevcut duruş ve beklentilerine İsrail’in saldırgan konumu uymamaktadır. Bu operasyon hem İsrail’i istenen sınırlar içine çekmeyi, hem de daha hızlı ve güçlü hareket etmesi beklenen AKP’nin ülke içinde ve dışında elini güçlendirmeyi amaçlamıştır.
İsrail’in saldırısı ardından uluslar arası arenada alışılagelenin aksine sert tepkiler geldi. Bu güne kadar 1400 kişinin kimyasal silahlarla öldürüldüğü 2008’deki Gazze saldırısında, Lübnan saldırısında ve 20 yıldır İsrail’i ABD’nin vetosu sayesinde kınama kararı almayan BM 24 saat içinde kınama kararı alıyor. Ayrıca emperyalist merkezlerden sert açıklamalar yapılıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, İsrail’in Gazze’ye yardım götüren gemilere orantısız güç kullandığını söyleyerek saldırıyı kınadı. Almanya Başbakanı Merkel ise “…Gazze’ye gidilmesi için yol açılmalı, abluka kaldırılmalı. Hamas, İsrail’in varlığını kabul etmeli. Sürtüşme istemiyoruz. Diyaloğun sürdürülmesini istiyoruz” dedi.
Operasyon sonrası gelişmelere bakıldığında İsrail’in, ABD’nin Ortadoğu’daki dönemsel politikalarına uyumlu hale getirilmesinin amaçlandığı da görülüyor. Kuruluşundan beri bölgede emperyalizmin ileri karakolu görevini üstlenmiş İsrail devleti, halkını da her an savaş olacakmışçasına sürekli teyakkuzda tutmuştur. Ulusal travma halinin kendiliğinden son bulması beklenmemeli. ABD, bir yandan Türkiye’yi parlatırken diğer yandan yumuşak geçiş adına “Hukuki soruşturmayı İsrail kendisi yapsın.”, diyor. İsrail’i bir yandan istediği sınırlara çekerken, diğer yandan gözetmiş oluyor.
Önümüzdeki dönemde Gazze’deki ambargonun yumuşaması beklenmelidir. Bu adımlar atılırken, Netanyahu hükümeti de yaptığı operasyon sayesinde tabanıyla karşı karşıya gelmeyecektir. Ama bu İsrail’in güçsüzleştirileceği anlamına gelmiyor. İsrail’in duruşu mevcut paradigmaya (Obama’lı ABD dönemine) uydurulmaya çalışılıyor.
AKP ŞECAAT ARZ EDERKEN SİRKAT SÖYLÜYOR
Başbakan’ın o çok sevdiği deyimle söylemek gerekirse, “şecaat arz ederken sirkat” söyleniyor. Erdoğan, çok gürler gibi görünürken İsrail’in en iyi dostu olduğunu anımsatıyor. Yaptırımdan bahsederken tatbikatları iptal ettiğinden bahsediyor. Böylece “one minute şov”un tatbikatlar eşliğinde yürüdüğünü itiraf ediyor. Abdullah Gül’ün “affetmeyeceğiz” ve “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”biçimindeki sözlerinin, kendi deyimiyle hamasetten öte bir anlamı yoktur. Hükümet göstermelik bazı adımlar atsa da ikili ilişkilerde uzun vadeli tahribatı göze almayacak, daha çok iç kamuoyunu yönlendirme amacını taşıyacaktır.
AKP’nin saldırıyı iç politika malzemesi yapma girişimi tansiyonu da, beklentileri de yukarı çekiyor. İsrail karşıtlığının tavan yapması egemenleri telaşlandırmış, birtakım açıklamalarla tansiyon dengeye alınmaya çalışılmıştır. Fettullah Gülen’in Amerikan Wall Street Journal (WSJ) gazetesine verdiği mülakatta ”anlaşma aramadan yardımı yola çıkarmanın otoriteye başkaldırı işareti olduğunu ve fayda getirmeyeceğini” söylemesi zamanlama ve içerik bakımından önemlidir. Gülen, bu açıklamayla tabanına çekilmelerini işaret etmiştir. Aynı zamanda İsrail’e arka çıkması da gericilerin gerçek yüzünün bir kez daha teşhir olmasına yol açmıştır.
Türkiye ile İsrail ilişkileri pek çok askeri ekonomik vb. anlaşmalarla, kolay kopmayacak bağlarla ABD’yi de ilgilendiren dengeler üzerine oturuyor. Askeri eğitim de, istihbarat da dahil, tank ve uçak modernizasyonundan silah alışverişine kadar yaygın olan ilişki, bugün ABD’nin bölgedeki dönemsel ve acil ihtiyaçları çerçevesinde daha da önem kazanmıştır.
İsrail ve Türkiye, operasyonun bizzat kurgulayıcıları arasındadır. Birbirleriyle çatışmamakta, çatışıyormuş gibi yapmaktadırlar. Ne yazık ki alternatif düşünsel zeminde duran yol gösterici konumda olması gereken sol kesimlerin önemli bir kısmı bile “mış gibi” olana takılmış ve niyetten bağımsız olarak o yapay gürültüyü besler konuma düşmüştür. Solun handikapı; pek çok olayda gözüktüğü gibi bağımsız bir duruş sergileyebilme dirayetinde olmamasıdır. Sol var olan gündeme eklemlenme dışında bir duruşu uzun süredir gösterememektedir. Bunun başlıca sebebi özgüven eksikliği ve olayın arka planını görebilme yeteneği sergileyememek, görünenin fotoğrafını çekmekle yetinmektir. Durumdan vazife çıkarmak yerine sürecin bütününü gözeten bir yaklaşım, dümeni daha sıkı kavramayı sağlayacak, savrulmaları engelleyebilme başarısını getirecektir.
Mesele bu süreçte rol alan İHH’nın kimliği de değildir. O da bir figürandır. Resmi, bir bütün halinde okumalı, ABD ve işbirlikçilerine karşı dururken İsrail’in kan, zulüm ve işgalden beslenen devlet kimliği teşhir edilmelidir. Filistin davasının haklılığı halklara bir kez daha haykırılmalıdır.
Bölgede Kürt varlığına yönelik sıkılaştırılan kuşatma da doğru okunmalıdır. Barzani’nin 6 yıl aradan sonra Türkiye ziyareti dahil tüm çabalar ABD’nin bölgeye dönük dönemsel projeleri kapsamındadır. Barzani’nin ziyareti sırasında basın açıklamasında Irak bayrağının yer almaması, toplantının içeriğinin ise ekonomi ve güvenlik biçiminde açıklanması çıkarların iç içe olduğunu göstermektedir. Barzani’nin“Bölgede Türk, Kürt her gencin kanının dökülmesi bizi üzüyor. Türkiye’nin güvenliğini kendi güvenliğimizden ayrı görmüyoruz“ biçimindeki açıklaması işbirliğinin daha ileri boyutlara taşınacağını gösteriyor. Amaç Kürt Sorunu’nu çözmek değil “sorun alanlarını yatıştırmak”tır. Bu bağlamda PKK İran dahil yoğunlaşan saldırılarla bu “yatıştırma” sürecine uygun bir adıma doğru zorlanıyor.
Emperyalizm, Ortadoğu’daki dönemsel politikaları bağlamında, işbirlikçilerini gözeterek sürece hazırlıyor. Önümüzdeki dönem ABD’nin bölgedeki acelesi, işbirlikçilerinin (Türkiye- İsrail) tavırlarına, hızlı bir şekilde ABD lehine atılacak adımlarla yansıyacaktır.
5 HAZİRAN 2010
DEVRİMCİ HAREKET