Yeni insan tarihe (ekonomik, sosyal, kültürel vb.) toplu bakışla yaratılabilir. Burjuvazi, her şeye olduğu gibi tarihe de durağan olarak bakar. Gelişmeleri, üst üste değil, yan yana sıralar.
Örneğin bir ağaca baktığında onun gövdesini, yapraklarını ve dallarını varsa meyvesini görür. Onun için, karşısındaki ağaç budur. Ağacın geçmişine de geleceğine de böyle bakar. Toplum için de, aynı şeyler geçerlidir. Bugün nasıl zenginler ve yoksullar varsa geçmişte de hep var olmuş, gelecekte de var olacaktır. Aileye bakışı da böyledir. Aile deyince, Ana, Baba ve çocukları algılar, geçmiş ve gelecek içinde aynı aile yapısının mevcut olduğunu söyler. Kadının her yönden kocasına bağlılığını bu yolla kullanır ve onu aile tabutluğuna canlı canlı gömer.
Yeni insan bugün içinden geçtiğimiz süreci sadece bir kesit olarak görmelidir. İnsanlık ne geçmişte bu durumdaydı ne de gelecekte böyle kalacaktır. Her şeyin olduğu gibi tarihin de kendi hareket yasaları vardır. Yeni insan yaratmak gibi bir sorunumuz varsa, geçmişi iyi anlamamız gerekir; bu, gelecek içinde yol alırken bize ışık tutacaktır.
Kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıktan yola çıkarak, cinsler arasında herhangi birinin üstünlüğünü savunmak yanlıştır. Antropologlar yaptıkları araştırmalarda ilkel topluluklarda (günümüzde yaşayan topluluklar da dahil) ilişki biçimlerinin değişiklikler gösterdiğini saptamış; kimi kabilelerde kadının üstünlüğü varken, kimilerinde eşit haklar bulunuyordu. Örneğin Engels’in “Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı kitabında bahsettiği Antropolog Morgan, Amerikan yerlilerini incelerken kadının toplum içindeki üstün rolünü ortaya koyuyordu. Hatta kimi antropologların yaptığı araştırmalarda kadının etkin rol üstlendiği kabilelerde erkekler pasif roller alıyordu.. Günümüzde Hindistan’da ve Afrika’da iki kabilede bu durum saptandı. Tüm bunlar gösteriyor ki cinsler arasındaki üstünlüğü belirleyen fizyolojik farklılıklar değil, topluluğun üretim yapısıdır.
İlkel Komünal Toplumda Kadın-Erkek İlişkileri;
Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm insanın tarihini incelerken yaşanan toplumsal dönüşümler çerçevesinde birbirinin devamı, kesin çizgilerle belirlenmemiş, yalıtık olmayan bölümlemeler yapmış ve insanlığın ilk tarihsel aşamasını yabanıllık (ilkel komünal toplum) aşaması olarak belirlemiştir.
Kabuklu ve kabuksuz yemişler ve bitki kökleriyle beslenmeye başlayan insanlık dik yürüyüş ve emeğin (alet) ortaya çıkmasıyla hayvandan kesinlikle ayrılıyordu. Su kıyılarında balık tüketimi ve ateşin bulunması, iklim sonucu yer (barınak) sorununu çözmüş, kullandıkları aletlerdeki gelişmeyle (sopa, taş, mızrak, ok ve yayın kullanımı) et tüketimi hız kazanmıştır. Cinsler arasındaki ilişkinin ilk aşaması “kandaş-aile’dir.” (kuşaklar kendi aralarında evli sayılıyordu) yabanilik döneminin ileriki aşamalarında “ortaklaşa aile” (“kadınlarla erkeklerin ortaklaşa birbirlerine sahip oldukları aşama, bu aşamada kardeşler arası ilişki yasaklanmıştır”) ortaya çıkmıştır.(1) Yabaniliğin bir başka özelliği de ortak yaşamalarıdır. Tüm yiyecekler, barınak ve aletler ortaktır. Başlıca besin maddeleri bitkiler olduğundan ve genellikle kadının toplayıcılığıyla gensin tüketim ihtiyacı karşılandığından büyük önem ve değer veriliyordu. Ayrıca çocukların soyu baba belli olmadığından, anaya göre belirleniyor; böylece bu döneme Anaerkil aile yapısı damgasını vuruyordu.
Köleci Toplumda Kadın-Erkek İlişkileri;
Barbarlık, çömlekçiliğin ortaya çıkmasıyla başlar. Orta aşamasında hayvanların evcilleştirilmesi, yenebilecek bitkilerin ekimiyle, yapılarda kerpiç ve taş kullanımı görülür. Yukarı aşamada, demirin eritilip dökümü ve yazıya geçişle birlikte en üst noktasına ulaşmıştır. Büyük imparatorluklar kurulmuş, ticaret ve mülkiyet ilişkileri gelişmiş yine tefecilik görülmeye başlanmıştır. Çoban halklarda hayvanlar evcilleştirilip sürüler oluşturulmaya başlandığında, özel mülkiyet de gelişti. Kadın, ev işleriyle ilgilendiği için; erkek, mülkiyeti elinde topladı. Bu durum,cinsler arası ilişkilerde de etkili olmuş, ev eşyaları kadına kalırken sürüler erkekte kalıyordu; böylece üretim araçlarından yoksun olan kadın, iki-başlı aile sayesinde çocukların babalarının mülkiyetinden yararlanmasını sağlıyordu. Sonuçta analık hukukundan babalık hukukuna (ataerkillik) geçiş kadının büyük tarihsel yenilgisi oldu.
İki başlı aile (bir erkekle bir kadını az çok uzun bir süre birbirine bağlayan evlenme biçimi) barbarlık aşamasına damgasını vurdu. Evlilik bağı iki tarafça da kolaylıkla çözülebilir ve çocuklar geçmişte olduğu gibi yalnızca anaya ait olulardı. Gens içinde evlenmenin yerini başka genslerden evlenme aldı.
Köleci toplum döneminde servetini çoğaltan erkek, çok-karılı olarak yaşardı. “Romalılarda familia aile anlamında değil; famulus=evcil köle anlamındadır. Familia bir tek erkeğe ait bulunan kölelerin bütünü demektir ”(1) Köle emeğine dayanan köleci toplumda özgür köylüler de toprakları ellerinden alınarak köleleştirildi. Zanaatçılar da benzer duruma düşünce köle ayaklanmaları baş gösterdi, bunun yanı sıra savaşlar yenilgilerle sonuçlanmaya başladı; en sonu, büyük köleci imparatorluklar yıkılıp yerini küçük devletçiklere bıraktı. Böylece feodal toplum doğuyordu.
Feodal Toplumda Kadın-Erkek İlişkileri;
“Üretim ilişkileri senyör’ün (derebeyi) toprak üzerindeki mülkiyet hakkı ile serf (köylü) üzerindeki sınırlı mülkiyet hakkında yatar .” (1) Serfin emek zamanında serf kendisi için, ek emek zamanında ise senyör için çalışıyordu. Senyör, böylece, ortaya çıkan ürüne toprak rantı (angarya, ayni ve para rant) biçiminde el koyuyordu.
Köleci toplumda görülen iki-başlı evlilik de yavaş yavaş yerini tek-başlı evliliğe bırakıyor, yalnızca erkek karısını boşayabiliyordu. Geçmişte olduğu gibi evlilik büyükler tarafından kararlaştırıldığından, bireysel cinsel aşkın kalıntıları da öldürülüyordu. Evlilik doğal koşullar altında değil, iktisadi koşullar üzerine kurulmuş ilk aile biçimi oldu. “… Bu yolla hetairizma (orospuluk, fuhuş) denen, erkeklerin evlilik dışı ilişkileri gelişti. Başlangıçta köleler kullanılmasına rağmen zamanla özgür kadınların profesyonel fuhuşu da görüldü. Erkekler böylece kadın üzerinde zafer (baş eğdirme) kazanmış ama mağluplar erkeklerin bu zaferini eş aldatmayla kutlamışlardır. Bu iki biçim (hetairizma ve eş aldatma) iktisadi temele dayanan evlilikler de (sevgiyle değil büyüklerin zorlamasıyla kurulan) yönetici sınıfları esir almıştır…”(1)
Kapitalist Toplumda Kadın-Erkek İlişkileri;
Tarımdaki tekniğin gelişmesi, bilimsel buluşlar, zanaatçılığın ilerlemesi, hayvancılığın ilerlemesi, coğrafi keşifler (halkların sömürgeleştirilmesi) yoluyla tefeci ve tüccar sermayesi yoğunlaşmış meta üretimi artmış, büyük atölyelerin (elbirliği, manifaktür ve fabrikanın) doğuşuyla burjuvazi tarih sahnesinde boy göstermiş ve kendi sonunu hazırlayacak olan proletaryayı da yaratmıştır. Proletarya, İngiltere’de, komünal topraklarda yüzyıllardır ekim yapan küçük köylülüğün topraklarının devlet eliyle büyük feodallere peşkeş çekilmesiyle (zorla ya da kanunlar çıkarılarak) topraklarından sökülüp atılması ile topraksız kalmış köylülerin şehirlere akın etmesi ya da çevrelerindeki manüfaktürlere girip çalışmaya başlamasıyla, zamanla küçük zanaatçıların dükkanların iflaslarıyla ve ota köylülüğün de bitirilmesiyle katlanarak büyümüştür. Şehirlerde toplanan bu gruplar, fabrika sistemine başlangıçta ayak uyduramamış; lümpen proletarya (dilenciler, hırsızlar, fahişeler, vb.) büyümüş, buna karşılık krallar ve kraliçeler kapitalistlere işçi bulabilmek için yasalar çıkarmıştır. “Örneğin 17. ve 18. Yüzyıllarda üç gün herhangi bir işte çalışmamış olanlar serseri, aylak, hırsız olarak nitelendirilmiş, kızgın demirle vücutlarının çeşitli yerlerine damgalar basılmış, aynı suçu işlediklerinde hapis, dayak gibi uygulamalara maruz bırakılmış bu da fayda etmeyince asmaya başlamışlardır.. .”(2)
Kapitalizmin doğuşundan itibaren kadın ve çocuk emeği sömürülmüş, düşük ücretle 15, 16 kimi işkollarında daha da fazla çalışma saatleriyle azgınlaşan sömürü, 5-6 yaşındaki çocukları da servet uğruna fabrikada çalışmaya mahkum etmiş, yaşam sınırı 30-35’e kadar düşmüştür. Çocuk emeği üzerindeki sömürü başlangıçta yetimhanedeki çocukların şehir dışındaki manüfaktür atölyelerinde zorla, dayakla çalıştırılmasıyla başlamış, zamanla kriz zamanlarında iş bulma zorluğu çeken proleter ailelerin çocukları da bu duruma zorlanmış, çocuk emeği giderek yaygınlaşmıştır. İşçi sınıfı bu duruma örgütlenerek karşılık vermiş, iş saatlerinin azaltılması, çocukların çalışma yaşlarının yükseltilmesi, kadınların çalışma saatlerinin düşürülmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi gibi talepleri gündeme getirmiş, sendikalar vasıtasıyla eylem, grevler, gösteriler örgütlenmiştir. Başka ülkelerde de yaşanan tüm bu gelişmeler karşısında işçi sınıfı boş durmamış; Fransa’da (1830, 1848, 1871), Almanya’da (1848), Avusturya’da(1848), İtalya’da ve daha pek çok ülkede ayaklanmalarla karşılık vermiştir.
Burjuva evlilik sınıf durumu üzerinde yükselmiş, eşlerin dışında kararlaştırılan bir evlilik biçimi olmuştur. Bu evliliklerde ilişki en pis fuhuş’a dönüşür. Engels, “… burjuva evliliklerde eğer kadın alelade orospudan ayrılıyorsa bunun tek nedeni, vücudunu bir ücretli gibi parça parça kiralamayıp, bir köle gibi bir seferde tamamen satmasıdır. ”(1)der.
Proletaryada erkek üstünlüğünün korunması için mirasçılarına geçecek mülkiyet bulunmaz. Eşler arasında en tutkulu aşk ve en keskin bağlılık da olsa, proleter ailesi, artık tek-eşli biçimde bir aile değildir. “… Bundan ötürü tek eşli ailenin ayrılmaz yoldaşları orospuluk ve eş aldatma çok silik biçimde görülür. Kadın boşanma hakkını gerçekte yeniden elde etmiştir. İlişki çekilmez duruma geldiğinde ayrılma daha kolaydır çünkü aralarında bölüşemeyecekleri ya da kaybedecekleri pek fazla şey yoktur. Miras kalacak bir şeyleri bulunan sınıflarda boşanma çok daha zordur .”(1) Kadın-erkek arasında, daha önceden bize miras kalmış bulunan eşitsizlik hiçbir zaman, kadının iktisadi baskı altında oluşunun nedeni değil, sonucudur. Evlilikler açık ya da gizli, kadının evsel köleliği üzerine kurulmuştur.
Emperyalizm Döneminde Kadın-Erkek İlişkileri;
1860’lı yıllarda kapitalist rekabet tekel denemelerini getirmiş (ilk önce Fransa’da) başlangıçta kapitalistlerin kısa süreli birliktelikleri 20.YY’ın başlarında kalıcılaşmış, böylece Emperyalizm dönemine girilmiştir. Küçük kapitalist işletmeler tasfiye edilerek yerine büyük tekeller, tröstler, sendikalar ve karteller kurulmuş; bu durum işçi sınıfını da kaynaştırmış, sınıf hareketini büyütmüştür. 1917 Ekim Devrimi’yle yeni bir çığır açılmış, peşinden Doğu Avrupa,Kore, Çin,
Vietnam, Küba vb. devrimler emperyalist blokta gedikler açarak onların çehresini değiştirmeye zorlamıştır. İşsizlik sigortası, çocuk parası, ücretlerde göreli yükselme ve sosyal yardımlar yaparak, yükselen devrimci dalgayı en azından kendi ülkelerinden uzak tutmaya çalışmışlardır. Diğer taraftan da gerek savaşlar gerekse işbirlikçi iktidarlara silah, asker ve ekonomik yardım sağlayarak karşı koymuş; bunun yanında her türlü olanağını karalama kampanyalarına yöneltmiş; filmler, kitaplar, televizyon, radyo, vb. iletişim araçlarıyla halkları ideolojik bombardımana tutmuştur. Burjuvalar, kendi yalan biçimlerine insanları özendirmiş, her türlü ahlaksızlığı normal hale getirmeye çalışmıştır.
Kapitalizmin saltanatını sürdürebilmesi için en ideal birim ailedir. Modern konutlar ailelerin birbirlerinden yalıtık, kendi içine kapanık yaşayabileceği biçimde düzenlenmiştir. Kapitalistler neden çekirdek aile yapısını tercih etmişlerdir;
-
Ücretli çalışanların işgücünü yeniden üretebilmesi için en elverişli yapı ailedir.
-
Ev kadınları ekonomik kriz dönemlerinde alınan tasarruf önlemlerinin hemen hissedilmesini önler. Eşlerin iş dönüşü rahatlamaları için daha fazla çaba gösterirler. Ev ekonomisi daha kötüye gittiğinde daha ucuza alışveriş için daha çok zaman ve emek harcarlar, böylece eşlerin krizi görebilmesi ya da hissedebilmesi daha uzun sürer.
-
Pazarın genişlemesi,ihtiyaçları kollektif değil bireysel ihtiyaçlar durumuna getirir. Reklam, aileler arası rekabeti körükleyerek tüketimi artırabilir. Örneğin x komşunun neden renkli televizyonu var da bizim yok; veya y komşu tam otomatik çamaşır makinesi almış biz neden almayalım gibi.
-
Çocukları sisteme hazırlayan ilk eğitim de ailede verilir.
-
Bir grev sırasında ailesini gözünün önüne getiren işçi greve katılmayı istese de çoğu zaman vazgeçer
-
Evdeki, çalışma koşullarından memnun değilsek ilk düşündüğümüz, bazı işleri komşumuzla birlikte yapmak değil, işi kolaylaştıracak yeni aletler satın almaktır. Örneğin evdeki herhangi bir marangozluk işi için, diyelim ki testere lazım; komşudan istenmezde gidip satın alınır. Belki o testere çok uzun yıllar bir daha işimize yaramayacaktır.
-
Başkalarına hizmet için varolmayı ve boyun eğmeyi ailede öğreniyor kadınlar. Ev işlerini, bulaşığı, çamaşırı, çocuk bakımını öğreniyor, kısaca hizmetçilik için ailede eğitiliyor kadınlar.
Kapitalistler kadının konumu konusunda çatışırlar. Bir kısmı, kadının ucuz işgücüne ihtiyaç duyarken, diğer bir kısmı (genellikle erkeklerin çalıştığı işkolları) kadınların yalnız beslenme ve barınma karşılığında erkeklerin işgücünü yeniden üretmesi (fiziksel ve moralmen) için ihtiyaç duyarlar.
Ailenin korunması erkeklerin çıkarına uygundur. Ailede erkeğin kadın üzerindeki hakimiyeti söz konusudur. Bir erkek için aile, bakımının sağlandığı yerdir. Bir anlamda ailede işçi-işveren ilişkisi yaşanmaktadır. Erkeklere işyerlerinde çocuk gibi davranılır, çoğu kez anlamını bilmedikleri işler yapmak (işin parçalara bölünmesi gibi) zorundadırlar. Çalışan işçilerin çoğu ün ve saygınlık kazanma olanağına sahip değildir. Üstlendikleri evin reisi rolüyle bu açık kapatılır. Karısı, işyerinde yıpranan egosunu doyurmak zorundadır.
Emperyalizmin gelişkin olduğu ülkelerde çekirdek aile modeli kapitalistlerin işlerini tam göremedi. Tekeller arası rekabet pazar sorununu dayattı. Tüketimi artırma ihtiyacı, yeni bir şeyler yapmalarını zorladığı noktada artık paylaşacak pazar da kalmadığından çözümsüzlük kendini dayatıyordu. Tam da parçalanmış çekirdek aile modeli imdatlarına yetişti. İsveç de evlilik dışı doğan çocukların oranı %54’e kadar yükseldi, İngiltere’de %25, Almanya’da %30 ve ABD’de %15 düzeyinde ve bu oranlar her geçen gün artıyor. Emperyalistler için parçalanmış aileler ne anlama geliyor;
-
Ailenin bölünüşü yeni pazarlar açacaktır. Çünkü her ayrılan eşin kendine yeni bir ev kurması gerekiyor bu da aynı ürünleri satabilecekleri yeni bir Pazar anlamına geliyordu. Örneğin yeni konutlar, televizyonlar, buzdolapları, kanepeler, mutfak araç ve gereçleri vb
-
İdeolojik bombardımana tutulan birey, önceden aileden güç alarak ayakta durabiliyordu, şimdi aile yıkılsa da çevreye (sisteme) değil kendine zarar veriyor. Örneğin Türkiye’de bunalıma girenlerin intihar oranlarındaki anormal artış, alkol bağımlılığındaki yükseliş, içki tüketimindeki artış (içki tüketiminde dünya üçüncüsü) uyuşturucu tüketimindeki artışlar vs.
-
Burjuvazi kendi yaşam biçimini kitlelere empoze ederek fuhuş ve eş aldatmayı yaygınlaştırıp toplumun uyuşmasını, yozlaşmasını ve çürümesini artırıp, toplumsal tepkileri nötralize etmeye çalışıyor. Burjuva ailelerde evlilik iktisadi temellerde kurulduğundan bu yaşam tarzı onlarda pek boşanmaya yol açmazken, proleter ailelere empoze edilen bu yaşam tarzı karşılıklı güvensizliği artırdığından ve iktisadi olarak da pek paylaşmakta zorlanacakları mülk olmadığından boşanma oranı artmaktadır. Örneğin sosyetede eşler danışıklı (reklam için) birbirlerini aldatmakta oldukları halde pek nadir boşanırlar.
-
Reel sosyalizmin çözülüşüyle burjuvazi, işçi sınıfına verdiği ödünleri geri almaya başlamış, ekonomik yönden yük olmaya başlayan aile yapısında dağılma oranı artmıştır. Örneğin belli standarda alışan Avrupa ülkelerindeki proleter aileler, işten atılmalar ve sosyal hakların da geri alınmaya başlanmasıyla çöküşe, dağılmaya başlamışlardır.
-
Parçalanmış ailedeki eşler burjuvazi için yedek işçi ordusunu güçlendirmiş ve ücretleri aşağıya çekmelerini kolaylaştırmıştır.
-
Emperyalistler kârın büyük olduğu yarı ve yeni sömürge ülkelere sermayelerini kaydırmış, böylece kendi ülkelerinde işsizlik artmış bu da ailenin çözülmesinde rol oynamıştır. Kadınlar yaptıkları işi ek kazanç ya da ek uğraş olarak gördüklerinden, iş koşullarının düzeltilmesi amacıyla pek ender bir araya gelip örgütleniyorlar. Erkeklerin yapmayı reddettikleri işleri yapmaya zorlanmalarına karşı (kasiyerlik, sekreterlik, vb.) direnmiyorlar. Ayrıca niteliksiz, tek düze, yükselme şansı olmayan işlerde de çalıştıklarından çok düşük ücretlere de razı oluyorlar.
-
Boşanma sonrası çocuk veya çocuklar genellikle kadında kaldığından pek çok onur kırıcı işte ses çıkarmadan ya da zorunluluktan çalışabiliyor.
Tüm bu olumsuzluklar sefaleti, o da halk içinde kıpırdanmaları getiriyor. Burjuvazi bunları bastırabildiği, uyuşturabildiği, istediği kanallara akıtabildiği sürece uygulamaya devam edecektir. Kapitalist üretimin temeli anarşidir. (kapitalizm ürettiği metanın ne kadarının tüketileceğine bakmaz, pazar kaldırabildiği kadar hatta daha da fazla üretir, sonuçta kriz doğar) Dolayısıyla tüm bu riskler varolsa da kapitalizmin sonunu getirecek olsa da o, sömürü ve talanını sürdürür.
Kapitalizmin kadını getirdiği yer uçurum kenarıdır. Binlerce yıldır süren cinsler arası mücadelenin getirdiği sorunların çok daha fazlasını kapitalizm 200 yıl gibi kısa bir sürede katlayarak aşmış, kadını metalaştırmıştır. (eşya gibi alınır satılır hale getirmiş) Toparlarsak, kapitalizmin kadına layık gördüklerini şöyle sıralayabiliriz;
-
Fuhuş; Asya (özellikle uzak doğu) ülkelerinde 6-7 yaşlarında çocuklar Avrupalı ve Amerikalı zenginlere (kapitalistlere) bakirelikleri karşılığı satılıyor. Kapitalistler o kadar rezilleşmişlerdir ki çocukların yaşı ne kadar düşerse fiyatları o kadar artıyor. 6-7 Yaşlarında fuhuş’a sürüklenen çocuklar (ya aileleri tarafından para karşılığı satılıyor ya da ailelerinden kaçırılıp Avrupa genelevlerine pazarlanıyorlar) 25-30 yaşına gelmeden ölüyorlar.
-
Toplumsal cinnetten en çok zararı kadın ve çocuklar görüyor. Aile içi şiddet kadını insanlıktan çıkarıyor. Bunalıma giren erkek, acısını karısından ve çocuklarından çıkarıyor.
-
Sokağa çıkan kadın her an cinsel tacize (sözlü ya da fiziksel) uğruyor ya da bu risk altında psikolojik bunalıma, gerginliğe sürükleniyor.
-
Toplumsal yozlaşma kadın ve çocuklara tecavüz olaylarını artırıyor.
-
Kadının ev içinde (dört duvar arasında) hapis hayatı yaşaması, çevreden soyutlanması, bunalıma itilmesi artıyor.
-
Erkeğin her türlü kaprisine katlanmak zorunda kalıyor.
-
Dinsel ve Toplumsal ahlakın kadının baskı altına alınması üzerine kurulması. (Kızını dövmeyen dizini döver gibi.)
-
Çocukların bakımının kadınlar üzerine yıkılması
-
Ev işlerinin kadının üzerine yıkılması.
-
Cinsler arası ilişkilerin soysuzlaşmasıyla her iki cinsin de farklı arayışlara sokulup hemcinsleriyle ilişkilerin özendirilmesi, ya da bu insanları tamamen dışlayarak toplumsal linçe kalkışılması.
Sosyalizm’de kadın
Peki ne yapmalı? Bu gidişe dur demeyecek miyiz? Bunu nasıl yapacağız? Tüm bu soruların hemen çözülemeyeceği ortadadır. Binlerce yılın biriktirdiği, neredeyse kördüğüm ettiği kadının kurtuluşu sorunu bir çırpıda ya da sihirli bir değnekle dokununca çözülebilecek türden değildir. Yapılması gereken; ilk önce yumak haline gelmiş, birbiri içine geçmiş bu sorunun ucunu bulup düğümleri tek tek çözmeye başlamaktır. İpin ucunu bir kez bulduk mu kimi zaman ağır ağır kimi zaman hızla hareket ederek sorunlar yumağından kurtulabiliriz.
İpin ucu diyalektiktir. Tarihsel diyalektiği izleyerek sorunun başlangıcına (kaynağına) ulaşabiliriz. İlkel komünel toplumun dağılıp sınıfların ortaya çıkmasına yol açan sürecin temeli özel mülkiyete dayanır. Öyleyse yapılması gereken süreci tersten kavrayıp, üretim araçlarının toplumsal mülkiyete geçirilmesinden sonra karı-koca ve çocuklara dayanan aile toplumun iktisadi birimi olmaktan çıkar. Çocukların bakımı ve eğitimi bir kamu (komün) işi olur. Toplum, meşru ya da gayri-meşru tüm çocukların bakımını üzerine alır. Böylece iktisadi ve toplumsal açıdan özgürleşen kadını sevdiği erkekle yaşamaktan alıkoyan ne kalır.
Özel mülkiyetin yıkılıp, toplumsal mülkiyetin yerleşmesine dayanan sistem kadın-erkek arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı yok etmez, tersine, kadın-erkek arasındaki savaşımın üzerinde yapılacağı alanı ilk hazırlayan odur. Yani toplumsal mülkiyete geçişle kadın-erkek arasındaki mücadele ya da kadının ayağa kalkışı bitmez, ama buna olanak sağlayacak zemini kadına sağlar. Herkese sağlanan iş olanağı sayesinde kadın eve hapsedilmekten kurtulup toplumsal üretimdeki yerini alır. Sağlık ve eğitim hizmetleri ücretsiz ve herkesi kapsayacak şekilde genişletilebildiğinde, kadının ayakta kalabilmesinin olanakları artacaktır. Eğitimin halklaştırılması, kadının itildiği cehalet kuyusundan başını uzatıp dünyayı tanımasına, hiç kimseden bir eksiği olmadığını hatta fazlasının (yüreği) bile olduğunu kavramasına yardımcı olacaktır. Ev aletlerinin işlevleri kollektifleştirilmeli ve kişisel mülkiyet durumundan çıkarılması sağlanmalıdır. Bu nasıl sağlanacak? İlk önce kapitalizmin insanları birbirlerinden yalıtmak için tasarladığı ev ya da daire tipleri terk edilip (aynı apartmanda yaşayan komşular dahi birbirlerini tanıyamaz hale getirilmiştir) yerine işçi siteleri yapılacak, bu sitelerin içinde tüm ailelerin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde tasarlanmış ortak yemekhaneler, çamaşırhaneler, kreşler, saunalar, sinema, tiyatro, toplantı salonları vs. yapılacak; kadının üzerine yıkılan ev işleri, çocuk bakımı ve daha birçok konu toplumsal işbölümüyle çökecek, kadına kendini yenileyebilmesi için zaman yaratılacaktır.
Tüm bu örnekler ve yöntemler çoğaltılabilir, genişletilebilir Hayatın bize sunacağı yeni olanaklar çerçevesinde bugünden göremediğimiz daha pek çok imkan ve olanağı yaşam bize gösterecektir. Özel mülkiyetin terk edilip toplumsak mülkiyete geçilmesi mücadele ister.
Kapitalistler rahatlarının bozulmasını istemez. Binbir çeşit hokkabazlıkla topladıkları servetlerinin toplum tarafından ellerinden alınması işlerine gelmez. Üretim araçlarının toplumsallaştırılması süreci, küçük çatışmalar ve büyük savaşlar sonucu gerçekleşecektir.
Kadınlar bu süreci sırtlayacaktır. Birincisi, buna en çok ihtiyacı olan kadınlardır. İkincisi, kapitalizmin soysuzlaştırmasına en çok direnen ve en az etkilenen yine kadınlardır. Gelecek, kadının ayağa kalkıp mücadeleyi omuzlamasıyla kazanılacaktır. Gelecek, kadının ellerinde yükselecek, özgürleşen kadın, özgür geleceği yaratacaktır.
Dipnotlar:
1 – Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni (F. Engels) 2 – Kapital-I (K. Marks)