KAFKASLAR’DA ÇÖZÜM ÖZNESİ
NE ABD, NE AB, NE DE RUSYA’DIR
Gürcistan’ın 8 Ağustos’ta Güney Osetya’ya yaptığı saldırıyla ateşlediği fitil, bölgede patlamaya hazır tüm potansiyelleri harekete geçirdi. Saldırı binlerce insanın ölümüne ve yerleşim alanını terk etmesine sebep olurken, benzer olaylarda olduğu gibi, dezenformasyon ve yönlendirmelere çeşitli kesimlerin durduğu noktadan bakışı da eklenince, gelişmelerin doğru okunması güçleşmiştir.
Savaşı, “Güney Osetya’nın başkenti Tshinvali’yi özgürleştirmeye başladık” mesajıyla başlatan,”İngilizceyi Bush’tan daha iyi konuşan adam” Saakashvili’nin bu hamlesini, işbirlikçisi olduğu ABD’den veya Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının çıkar bileşenlerinden olan Türkiye’den bağımsız değerlendirmek mümkün değilse de bu görünür bağlar gelişmeleri açıklamaya/anlamaya yetmiyor. Bölgenin iç içe geçmiş dinamikleri ve muhtemel yöneliminin öngörülmesi güç potansiyelleri sebebiyle, projeler, mimarlarını yanıltan sonuçlar verebiliyor. Çeçenya sorununu 24 saat içinde çözeceğini söyleyen Yeltsin’in veya Abhazya sorununu bir operasyonla çözeceğini iddia eden Shevardnadze’nin akıbeti bu konuda sadece birer örnektir. Bu nedenle, bölgede atılan adımlar genellikle belirli bir hesap ve dikkate dayanmaktadır. Bu hesaplar da bölgenin ekonomi politiğinde gizlidir.
Dünyada enerji kaynaklarının ve güvenliğinin gündemin baş sıralarına yerleşmiş olması, Ortadoğu’ya olduğu gibi Hazar Havzası’na da ilgiyi artırmış, özelikle AB ve ABD ile Rusya arasındaki enerji gerilimini her an sıcak çatışmalara dönüşecek denli ısıtmıştır.
Bilindiği gibi Rusya, bölgedeki enerji trafiğini büyük ölçüde kendi denetiminde tutuyor. ABD ise, Rusya’yı kuşatma ve Rusya’nın denetimi dışında enerji taşıma güzergahları oluşturma çabasındadır. Örneğin Türkmen gazı için Rusya istikametine alternatif olan boru hattı projeleri bunlardan sadece biridir. Benzer şekilde, “AB, petrol ihtiyacının yüzde 25’ini, doğalgazının da yüzde 50’sini karşılayan Rusya’dan kendini uzaklaştırmak istiyor ve dünyada kullanılmamış birkaç petrol bölgesinden biri olan Orta Asya’yı hedefliyor.”( The Independent Gazetesi, Claire Soares, 12 Ağustos 2008) Bu bağlamda bırakalım bölgeyi, salt Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının ekonomi politiği bilinmeden gelişmeler açıklanamaz. Hazar petrolünü Rusya’yı devre dışı bırakarak Batı’ya taşıyan bu kullanışlı tek güzergah, aynı zamanda Rusya’yı güneyden, İran’ı kuzeyden kuşatma projesidir. Olası bir kriz veya çatışma durumunda, NATO’ya hattın güvenliği gerekçesiyle söz konusu ülkelere asker yerleştirme imkanı da tanıyan hat için, ekonomik olandan çok siyasal atıflarda bulunulmaktadır.
Aslında ABD’nin nüfuz alanlarını geliştirmek, pazarları ele geçirmek ve stratejik alanlardan stratejik ürün ve kaynaklara kadar çıkarının söz konusu olduğu noktalarda etkili olmak için hangi enstrümanlara başvurduğu; “Balkanlaştırma”dan ve BOP’tan ne anlaşılması gerektiği kavrandığı oranda, Kafkaslar’da neler olduğuna dair isabetli değerlendirmeler yapmak mümkün hale gelir.
Emperyalizmin Balkanlar’da yaptıkları, Ortadoğu ve Kafkaslarda ne yapmak istediğinin göstergesidir. Emperyalizm serbest bölgeleri önceleri kimi ülkelerde küçük parçalar şeklinde gerçekleştiriyordu. Yugoslavya’daki balkanlaştırma süreci, emperyalist tekellerin bir biçimde yeni oluşturulmuş olan devleti tümüyle serbest ticaret bölgesi gibi algılamalarına yol açtı. Çünkü yeni oluşan devlet(ler) yukarıdan aşağıya emperyalist tekellerin talepleri doğrultusunda şekilleniyordu. Yasal çerçeve, idari yapı ülkenin tam bir işgal ülkesi gibi kontrol edilebilmesine imkan tanıyordu. Bu yönüyle Yugoslavya’da ortaya çıkan devletler emperyalizmin dünya genelindeki politikalarının bir deneme tahtası gibi kullanıldı. Ve Doğu Avrupa’daki “sosyalist” ülkelerin tümü kapitalizmin 21. yüzyıldaki ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendi. Bu süreçte ABD kendisinin doğrudan rol alamayacağı yerlerde özellikle Bosna-Hersek’te Türkiye, Suudi Arabistan gibi ülkeleri kullandı.
ABD, ‘90 sonrasında dünyaya dayattığı yeni düzende, halkların kurtuluş projelerini sınıfsal içerikten uzaklaştırdığı oranda başarılı oldu. Sınıfsal duruş ve farklar yerine; dinsel, mezhepsel, etnik farklar öne çıkarıldı; medeniyetler çatışması fikri yaygınlaştırıldı. Özellikle eski Sovyet cumhuriyetleri için bağımsızlık, Sovyetlerden kopmakla ilişkilendirildi. Gerçekte ise, ABD’nin balkanlarda olduğu gibi (son olarak Kosova) bağımsızlık atfettiği ülkelerin kültürel özerkliği dahi yoktur. Emperyalizm girdiği ülkede çok köklü yapıları bile parçaladığı için, ulusal kimliğin oluşmasının önünde de engeldir. Çünkü emperyalizm yukarıdan aşağı kendi kültürünü topluma dayatır, cılız kültürel yapıları da hızla dönüştürür. Bu nedenle bu ülkelerde, dil bile yeteri kadar gelişimini tamamlayamaz.
Kafkaslarda da durum Balkanlar’dan pek farklı değildir. Geçmişte emperyalist kapitalist sistemin dışında kalmış eski Sovyet cumhuriyetlerinin çözülmesi sonrasında bölgede Rusya ile ABD arasında yeni bir nüfuz savaşı başladı. Ülkelerin “Turuncu devrimler”le veya çeşitli yöntemlerle sisteme entegre edilmesinin yanında, enerji trafiğinin kontrolü de ABD’nin öncelikli hesapları arasındadır. Gündeme gelen gerilim veya çatışmalarda etnik, dini, insani, vb nedenler ancak emperyalist politikalarda işlev görebildiği oranda öne çıkarılmıştır. Bu bağlamda halkların bağımsızlık sorununu, bölgedeki nüfuz sahibi güçlerden birine yedeklenerek çözmeye kalkması, çözümsüzlüğü büyüten bir etki yapmakta, emperyalizme halkları karşı karşıya getirme şansı vermektedir.
GÜRCİSTAN’IN GÜNEY OSETYA’YA SALDIRISI
ABD’NİN BÖLGEYE MÜDAHALESİDİR
Gürcistan’daki kukla iktidarın ABD’den bağımsız hareket edemeyeceği hemen herkesçe biliniyor olmasına rağmen, gerek basına yansıyan haberlerde gerekse yapılan yorumlarda sorun Gürcistan’ın (hatta Saakashvili’nin) irade ve tercihleri bağlamında yansıtıldı. (Saldırıyı ülke içindeki veya AB ve NATO süreçlerindeki tıkanmaları aşmanın bir aracı olarak görmek gibi)
Böylesi durumlarda eline kalem alan veya ağzını açan hemen herkesin bir stratejist edasıyla fikir belirtmesi, algıyı güçleştiren önemli etmenlerden biridir. Dikkat edilirse bu konuda yapılan değerlendirmelerin hemen hepsinde Gürcistan, hesapsız bir adım atıp tuzağa düşmüş bir ülke olarak anıldı. Bu, vb biçimde pek çok senaryo değerlendirmelerin içeriğini belirledi. Değerlendirmelerin içinde yer yer BOP’tan veya ABD’nin bölge politikalarından söz edilse de sonuçta savaş bir raunttan ibaret görülmüş ve Rusya’nın sağladığı görüntüdeki üstünlük öne çıkarılmıştır. Halbuki ABD için müdahale, hangi tarafın kaç asker kaybettiğinden öte anlamlar taşıyordu. Bu bağlamda Gürcistan’ı yalnız bıraktığına dair değerlendirmeler de eksik, dolayısıyla da yanlıştır.
Gerçekte ise saldırı, ABD’nin içinde bulunduğu krizden ve bu krizi aşma yönünde geliştirdiği politikalardan bağımsız değildi. Daha önce yaptığımız değerlendirmelerde de belirttiğimiz gibi ABD’nin, krizin yükünü başka ülkelere aktarabilmek için, özellikle petrol bölgelerine müdahalesi bekleniyordu. Yaşanan nükleer gerginlik, müdahalenin İran ve Basra Körfezine yapılacağını düşündürüyordu. Ne var ki bu mutlak değildi ve Gürcistan saldırısı İran’ın hedef olmaktan çıktığı anlamına gelmiyor. Sonuçlar, nedenlerle beraber düşünüldüğünde, gelişmelerin tekil olgulara sığdırılamayacağı, dolayısıyla emperyalizmin Balkanlar politikasının Ortadoğu’dan, Ortadoğu politikasının da Kafkaslardan ayrı düşünülemeyeceği görülür.
Olay, birkaç yönü ile incelenebilir. Öncelikle, Kosova’nın bağımsızlığının tanınmasının böyle bir süreci başlatabileceği biliniyordu. Rusya, bu konudaki uyarıyı oldukça yüksek perdeden yapmıştı. Özellikle Kafkaslardaki pek çok özerk bölgenin bağımsızlık taleplerini güçlendireceği ve bunun kontrolünün mümkün olmadığı belirtiliyordu. Ancak, sorunun özü, ABD açısından Gürcistan’ın stratejik önemi ile doğrudan ilintilidir. Rusya’nın en önemli çıkar bölgesinde bir truva atı konumundaki Gürcistan, Hazar petrolünün batıya ulaşmasında, Rusya seçeneğinin dışındaki görünür tek alternatiftir. Nabucco projesi ise şimdilik ölü doğmuş bir seçenek gibi duruyor. (Rusya’yı by-pass eden ama İran nedeniyle ABD’nin karşı çıktığı; Orta Asya ve İran gazını Batıya taşımak üzere tasarlanan proje) Bu yönüyle Gürcistan, ABD (ve AB) açısından vazgeçilemez konumdadır. Rusya açısından ise bu işleve sahip bir ülkeye tahammül bile etmek mümkün değildir.
Bu koşullarda, Saakashvili’nin ( ABD’nin ) başlattığı saldırının amacı nedir?
Bölge ülkelerinden Azarbeycan, Gürcistan ve Türkiye ile ABD arasındaki ekonomik, siyasal ve askeri ilişkilerin niteliği açısından bakıldığında bu saldırı, ABD çıkarları doğrultusunda bölgeyi yeniden şekillendirmeye yönelik bir saldırıdır. En azından böyle bir projeye Rusya’nın göstereceği tepkinin boyutunu belirlemeye yöneliktir. Büyük olasılıkla, ABD ve Türkiye arasındaki ‘5 Kasım’ konsensüsü bu bağlamdaki müdahale ve politikaları da içermektedir. Çünkü, Gürcistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin boyutu bilinenin çok daha ötesindedir. Türkiye, yaptığı 45 milyon dolarlık hibe askeri yardımla Gürcistan yönetimine en çok maddi destek veren ülkedir. Ayrıca Gürcistan ordusu Türkiye tarafından eğitilip teçhizatlandırılmaktadır. Türkiye’nin desteğiyle Gürcistan Savunma Akademisi adıyla yeniden düzenlenen Gürcistan Müşterek Harp Okulu’nda savaş eğitimi büyük oranda Türk subaylar tarafından sağlanıyor. Sınır bölgesinde Gürcistan’la “ortak güvenlik tatbikatı” yapan Türkiye’nin çatışmaların sürmesi ve yayılması durumunda, sürecin dışında kalması mümkün değildi.
Süreçten Rusya’nın karlı çıktığını bu bağlamda ABD’nin yenileceği kesin olan Gürcü ordusunu Osetya’ya sürmüş olmasının mantıklı bir değerlendirme olmayacağını söyleyenler olacaktır. Bu tür değerlendirmeler spekülatif senaryolarla da beslenebiliyor. Halbuki süreç daha yeni başlamış sayılır. Rusya’nın çekilmesi ve çatışmaların dinmesi bir şeyi değiştirmiyor. Bu tür durumlarda tetikleyici nitelikteki ilk eyleme gösterilen tepkilerin niteliği ve kapsamı, sürecin daha kapsamlı evrelerinde de nelerin göğüslenebileceğini ifade eder. Rusya’nın verdiği aşırı tepki de, sürecin ileri evreleri için caydırıcı olmayı amaçlıyor. Bu, 30 bin kişilik Gürcü ordusuna değil, çok daha kapsamlı çatışmalara hazırlık anlamında bir caydırıcılıktır. Rus haber ajansı Rosbalt’ın 11 Ağustos 2008 tarihli internet sayfasında, Aleksandr Yakuba bu durumu şöyle özetledi:
“Gürcistan’da hızlı bir zaferi elde etmek Rusya için tek şans gibi görünüyor. Belki de bunun için “aşırı güç kullanımı” gerekecek, ancak yıldırım saldırı savaşın Kafkasya’nın diğer bölgelerine sıçramasını garanti eder. Rusya, olabildiğince hızlı bir şekilde Gürcistan’ı “barışa zorlamak” durumunda. Yoksa Rusya kendini parlak Amerikan stratejisinin rehinesi olarak bulacak.”
İlk aşamada Rusya’nın bir insiyatif kazanmış gibi görünmesini geçici bir durum olarak okumak gerekiyor. Örneğin Ukrayna’nın da işin içinde olacağı, Türkiye ve NATO’nun dolaylı ya da doğrudan katılacağı bir çatışmanın sonuçları yürütülen spekülatif senaryolarda yer almıyor. Veya Türkiye için hayati öneme sahip BTC hattına, Refahiye’dekine benzer bir saldırının Gürcistan sınırları içinde yapılması ve bir birkaç kez tekrarlanarak Rus saldırılarına bağlanması durumunda sonucun ne olacağını kim kestirebilir. Karadeniz’e açılan Rus donanmasının Ukrayna’daki üslerine dönmesine -uluslararası teamüllere uygun olarak- izin verilmeyebileceğinden söz ediliyor. Bu da sonuçları kestirilemeyecek çapta bir çatışmanın kapısını aralayabilir.
Bu arada, çatışmanın başlaması ile birlikte Dolar, Euro karşısında değer kazanmaya başladı. Çatışmaların genişlemesi durumunda petrol fiyatlarının çok daha yükseleceği, bazı hatlarda vanaların da kapanabileceği düşünülürse, bugünkü pek çok dengenin alt-üst olabileceğinden söz edilebilir. Bu da Rusya’nın “güvenilir bir enerji tedarikçisi” olduğunu kanıtlamak için yıllardır çaba gösterip, bunun primini toplamaya başladığı bir dönemde hesaplarını bütünüyle bozabilir. Bu olasılıklara Kafkasya’daki etnik mozaiğin karmaşıklığı ve taşıdığı çatışma potansiyelleri de eklenirse, sürecin çok karmaşık biçimler almasının neden mümkün olduğu ve neden daha sürecin başında olunduğu görülür. Kısacası bu konuda çok farklı senaryolar üretilebilir. Bu nedenle, senaryolardan çok, yakın olasılıklı gelişmelere bakmak gerekiyor.
Rusya, kazandığı kolay askeri başarıyı büyük bir siyasal başarıya dönüştürmenin peşinde. Bu nedenle Gürcistan’ın içinde ilerleyerek elde ettiği konumu siyasal pazarlık konusu yapacaktır. Öncelikli hedefi Kafkaslarda ABD-AB etkinliğini sınırlamak olacak ve bu bağlamda Abhazya ve G. Osetya’nın bağımsızlığının güvenceye alınmasında ısrarlı davranacaktır. İşte, Dünya genelinde ABD’ye karşı sürdürdüğü hegemonya mücadelesinde Rusya’ya büyük üstünlük sağlayacak olan bu muhtemel sonuca ABD’nin bundan sonraki tepkisinin ne olacağı, neleri göze alıp almayacağı henüz belirsiz. Ama sürecin noktalandığını ve Rusya’nın zafer kazandığını söylemek; ABD’nin Rusya’ya kolay bir zafer sevinci yaşattıracağına inanmaktır ki bu, emperyalizmi tanımamak anlamına gelir.
Gelişmelerin bir kez daha ortaya çıkardığı bir başka gerçeklik de halkların sorunlarını emperyalistlere yedeklenerek çözme yoluna gitmemesi gerektiğidir. Emperyalizmin çıkarları konjonktürel olarak halkların çıkarlarıyla örtüşse dahi, güçbirliğinden ve ortaklaşmalardan kaçınılmalıdır. Emperyalist çözümler her an emperyalist yıkımlarla yer değiştirebilir. Ancak halkların çıkarları ortak ve kalıcı olabilir.
Emperyalistler, bire bir savaşmak yerine, amaçları paralelinde bölgesel düzeyde grup ve ülkeleri savaştırmayı tercih eder. Bunun için milliyetçi kışkırtmalar, en sık başvurulan yöntemdir.Milliyetçilik bir kez kışkırtıldıktan sonra, halkların birbirine düşürülmesi de gerici yönlendirme ve yedeklenmeler de mümkün hale gelir. O andan itibaren sorun etnik, mezhepsel,vb görünebilir. Gerçekte ise, uzun süreli kanlı çatışmaların yaşandığı Yugoslavya veya çatışmaların henüz dindiği Kafkasya, halkların bir arada kardeşçe yaşadığı dönemlerden bugüne gelmiştir.
Sorun etnik çerçevede algılanırsa, ona karşı çözüm arayışları ve tepki de etnik çerçevede kalır. Ve o andan itibaren, niyetten bağımsız olarak, “çatıştıran güçlerin” değirmenine su taşınmış olur.
Kafkaslarda çözüm öznesi ne ABD, ne AB, ne de Rusya’dır. Halklar, örgütlü imkanlarını artırdığı ve sürece müdahale ettiği oranda gerçek çözümler üretmek ve geleceği kazanmak mümkün olacaktır.
14 Ağustos 2008
DEVRİMCİ HAREKET