Hayata dokunuştur pratik. Devrimcilerin her dokunuşu hayat ağacının dallarında yeni çiçeklerin filizlenmesini sağlar. Bir anlamda umuda düşman olan egemenler; onun yeşermesini, kök salmasını istemediğinden kurutmaya çalışır hayatı.
Burjuva ideolojisi her şeyi, hatta toprağı zehirleyerek bir daha hiçbir filizin boy vermemesi, insanlığın devrimcilerden yayılan doğanın en güzel kokularından mahrum kalması için uğraşır. Burjuva ideolojisinin yaratmaya çalıştığı çorak toprağa, küçük burjuva ideolojilerinin (Troçkizm, Anarşizm vb.) katkıları da yadsınmamalıdır. İşçi sınıfı ve ezilen halklara saldırmalarının sebebi Marksizm-Leninizm’e düşmanlıkları ve sınıf kinleridir.
Devrim, kar hırsıyla gözü dönmüş katil sürüleri karşısında sevginin, emeğin, fedakârlığın zaferidir. İşçi sınıfı ve ezilen halkların uzun yürüyüşüne önderlik eden liderlerin kişiliği, yaşamı, eserleri halk düşmanlarınca sürekli karartılmaya çalışılır. Onlar, amaçlarına ulaşmak için devreye soktukları ideolojik araçlarla (Okul, TV, Kitap vb.) beyinleri çelmelemeye, bilinçleri bulandırmaya azami gayret gösterirler. Marks ve Engels’in hayatlarını didikleyerek kafa karışıklığı yaratmaya çalışırlar.
Halkın öncülerinin yaşamları o kadar yalındır ki hiçbir kara propaganda, amacına ulaşmaz. Halk düşmanları dönemsel olarak çeşitli avantajlara sahip olsa da; devrimci liderlerin duru, sade ve fedakârlıklarla geçen yaşamları karşısında sonuç alma şansları yoktur.
Egemen ideolojinin yönlendirmesiyle çeşitli bilgi kırıntıları üzerinden insanların beyinleri teslim alınmak istenmektedir. Egemenler, yarattıkları bilgi kirliliği üzerinden sonuç almaya çalışırlar. Irak, Afganistan, Libya ve Suriye gibi en büyüğünden en küçüğüne kadar her olay ve kavramın içini boşaltarak kendi istedikleri biçimde içini doldurmaya çalışırlar. Marksizm’in ustalarından sıradan kadrolara kadar, devrimciler hakkında ortaya atılan çeşitli yalan ve karalama kampanyalarını boşa çıkarmanın biricik yolu doğru bir düşünce sistematiğine sahip olmaktır.
ÖLEN LİDERİNİN ARDINDAN AĞLAYAN
BAŞKA BİR HALK KALDI MI?
Sosyalizm veya Demokratik Devrim yaşamış ülkeler dışında lideri öldüğü için ağlayan bir başka halk kaldı mı? Kapitalist sistemin egemen olduğu ülkelerde ölen bir “lider”in ardından halkın bırakalım üzülmesini çoğu zaman tepkisiz kaldığına hatta bu durumu olumlu bile karşıladığına tanık oluyoruz. Belki de Lenin, Stalin, Mao, Ho Şhi Minh ve Che’nin ölümünden beri dünyada pek görülmeyen bir durumla karşı karşıyayız. Küba, Kim Jong İl’in ölümü üzerine üç günlük yas ilan etti.
Böyle bir tablo karşısında şaşıran emperyalistler, yıllardır yürüttükleri kara propagandanın boşa çıkması ve değersizleşmesi karşısında öfkeleniyor/kızıyor. Burjuva yazarlar ya da oradan beslenenler yaşadıkları şoku üzerlerinden atmak için işi pişkinliğe vurup halkın acılarıyla dalga geçmeye, onları küçümsemeye çalışıyor.
- Ali Birand’ın bir TV programında Kim Jong İl’in ölümüne ağlayanları kastederek “Bunlar gerçekten mi yoksa sevinçten mi ağlıyorlar anlayamadım” demesi; insanlıktan nasibini almadığını, ruhunu emperyalizme sattığını bir kez daha teyit ediyor. Benzer duyguları paylaşmasa da acılı insanlarla alay etmek, aşağılamak tek değeri dolar olanların işidir.
HAKLIYLA HAKSIZI, DOĞRUYLA YANLIŞI AYIRABİLMEK BİR DEVRİMCİLİK ÖZELLİĞİDİR
“Her savaş kötüdür”, “silah kirletir” gibi söylemler ancak siyahı beyazdan, dostu düşmandan ayıramayanların irtifa kaybını gösterir. Bilinir ki işgal için yürütülen savaş kötüdür. Silah değil, onu kullanış biçimi insanı kirletir. Haklıyla haksızı, zalimle masumu ayıramayan bir akıl, niyeti iyi olsa da güçlüden, egemenden yana tavır almış olur. Adalet her suçluya aynı cezayı vermeyi değil, suçun niteliğini doğru değerlendirmeyi gerektirir. Solda uzun süredir bir çarpılma hali yaşanıyor. Devrimcilikten uzaklaşıldıkça algı seviyesinde bir düşüş gözleniyor. Küba’da casusluk suçundan idam cezası almış kişiler için yürütülen ‘özgürlük’ kampanyalarından tutun da Küba Devriminin efsanevi liderlerinden Raul Castro’nun Cumhurbaşkanı seçilmesinde anti-demokratiklik arayanlara kadar bir akıl tutulması yaşanıyor.
2009 yılında, başta ABD olmak üzere emperyalistlerin KDHC’yi abluka altına alıp BM (Birleşmiş Milletler) üzerinden çeşitli ambargolar uyguladığı; baskı, tehdit ve şantaj yöntemleriyle saldırı hazırlıkları yaptığı biliniyor. Uluslararası kamuoyunda ve burjuva basında işgal tarihinin tartışıldığı bir dönemde KDHC halkı saldırıları boşa çıkarmak için başarılı bir nükleer deneme gerçekleştirmiş; ardından da füze denemeleri yapmıştı. KDHC tarafından yapılan açıklamada “toprak bütünlüğünün, ülkenin, ulusun ve sosyalizmin korunmasına, barışın garanti altına alınmasına ve Kore yarımadası ile bölge güvenliğinin korunmasına katkı sağlayacağı” ifadeleri kullanılmıştı.
1991 yılında varılan anlaşma uyarınca ABD’nin Güney Kore’ye konuşlandırdığı nükleer silahlarını çekmesi gerekiyordu. Ancak ABD, nükleer silahları çektiğini tüm dünyaya ilan ettiği halde hiçbir kontrole izin vermemiş ve diyalog masasını da terk etmiştir. ABD, Güney Kore’deki nükleer silahlarını KDHC’ye doğrultmuş, varılan hiçbir anlaşmayı yerine getirmemişken ve sürekli saldırı tehdidinde bulunurken Kore halkı ne yapmalıydı? KDHC’nin sürekli diyalog masasına davet ettiği ABD; altılı görüşme masasından her defasında saldırı tehditleri ve uzlaşmaz tutumla ayrıldı. Bu durum ilgili ülkelerin ABD’nin uzlaşmaz tutumunu kınayan açıklamalarıyla belgelidir. KDHC’nin ambargo sonucu enerji ihtiyacını karşılamakta yaşadığı sorunları aşmak için ve uluslararası anlaşmalarla garanti altına alınmış olan nükleer enerjiden yararlanma hakkını kullandığını biliyoruz. Emperyalizmin artan baskı ve işgal tehditleri karşısında kendini savunmak için başka çıkar yol bırakılmayan KDHC, başarılı nükleer ve füze denemeleriyle bu saldırılara cevap vermişti. Bu durumu göz ardı eden bazı sol çevreler öfkeye kapılarak tepkilerini dışa vurmuştu. BAK (Barış ve Adalet Koalisyonu) temsilcisi Nilüfer Uğur Dalay, “Savaş karşıtlarının Kore’nin nükleer serüvenine taraf olması mümkün değil” diyerek tepkisini dile getirmişti. TKP’nin yayın organı Sol ise“Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin nükleer silah denemesi dünyada haklı bir kaygı yaratırken, tepkilerin önemli bir bölümünün çarpıtmalarla dolu olduğu ve gerçekleri ters yüz ettiği gözden kaçmıyor.” diyerek dünyanın “haklı” kaygısına tercüman oluyordu. ÖDP ve EMEP ise yaptıkları ortak bir basın açıklamasıyla KDHCni kınama yarışında geri kalmıyordu. Konuşmacılardan biri olayı kınamış”Sosyalistler kaynaklarını silaha değil eğitime ve sağlığa harcar” diyerek KDHC’yi sosyalist görmediklerini ilan etmişti. Böylece hem bir ‘yanlışı’ düzeltiyor hem de dünyaya “demokratik’,‘güler yüzlü’ sosyalizm‘dersi’ vermiş oluyordu. Bir başka konuşmacı ise “Bu denemeler ABD’ye değil insanlığa karşıdır” diyordu. Aynı gün ABD başkanı Obama’nın da “nükleer ve füze denemelerini, tüm ülkeler (siz insanlık için diye okuyun) için endişe verici” bulmasıyla karşılaştırıldığında şaşırtıcı bir dil birliğinin ortaya çıkması üzücüdür. Bu duruma düşmek; özensiz bir dil ve yaşanan fikri karmaşanın düzeyini gösterir. 2011 yılında sadece sekiz devlet 5.000 ‘den fazla nükleer tesise ve toplam 20.000 ‘den fazla savaş başlığına sahip. Hiroşima’dan bugüne dünyada 2.000’den fazla nükleer deneme yapılmışken; bunun yarısından fazlası ABD’ye ait. 2009 yılından bugüne emperyalistlerin defalarca nükleer bomba ve füze denemeleri yaptığını biliyoruz. Ancak, ilgili çevrelerin en azından kendi ‘tutarlılığı’ açısından bunların hiçbirini kınadıklarını işitmedik.
Burjuva ideolojisi iletişim araçlarının da yardımıyla kurduğu hegemonya sayesinde çeşitli sınıfsal ve toplumsal kesimleri etkiliyor. Yarattığı vakum etkisi sayesinde birbirine zıt renkleri dahi bir şekilde çekim alanına alıyor. Emperyalizm, KDHC hakkında uzun yıllardır sürekli yalan haberler yayarak kara propaganda yapıyor. 2010 yılında Güney Kore savaş gemisi Cheonan batırılmış ve suç KDHC’ye atılmaya çalışılmıştı. Ancak emperyalistler KDHC’nin bağımsız bir araştırma yapılması yönündeki ısrarları sonucu sessizce olayı kapattılar. KDHC’de abluka ve ambargo sonucu yaşanan her felaket ve acı, rejime yönelik yeni bir saldırı için fırsat olarak görüldü. Burjuva medya, başta Kim Jong İl olmak üzere elit bir çevrenin saltanat hayatı sürdüğüne dair akla hayale gelmeyecek zırvalar üretti.
KDHC’nin topraklarının %80’i volkanik, sıradağlar ve platolarla kaplıdır. Tarıma uygun alan çok sınırlıdır. Bazı tahıl ürünlerini ithal etmek zorunda kalan Kore halkına uygulanan ambargolar, zaman zaman açlığa varan zararlar veriyor. Bir de ambargolara kasırga, kuraklık, sel felaketleri eklenince yaşanan ölümler kara propaganda için fırsat olarak görülüyor. Geçtiğimiz günlerde, Sudan’da, BM eliyle önce tarım üretiminin bitirilerek, halkın açlıktan ölüme terk edildiğine, müdahale ve işgal için zemin hazırlanmaya çalışıldığına tanık olduk. KDHC’nin altılı görüşmelerde (Çin, Rusya, Japonya, KDHC, Güney Kore ve ABD) ambargonun kaldırılmasına dönük taleplerinin ısrarla reddedilmesinin altında emperyalizmin Kore halkını teslim alma, açlıkla terbiye etme çabası olduğu açıktır.
KDHC KİM JONG İL’E NEDEN AĞLIYOR
Yaşamı çekilmez hale gelen, hiçbir gelecek beklentisi kalmayan insanların, duyguları nasırlaşır. Açlık ve yoksulluğu halkın kaderi haline getiren kapitalist sistemden, devrim dışında hiçbir seçenek, kaybedilen insani duyguları geri getiremez. İşte bu yüzden Kore halkının gözyaşları ve acısını anlamak bu kadar zorlaşıyor.
Reel sosyalizmin çözülmesinin ardından ekonomik olarak sorunlar yaşayan Kore halkı, Kim Jong İl’in öncülüğünde sanayileşme sürecine girdi. Nüfusun %60’ı şehirlerde yaşamaktadır. KDHC, iletişim teknolojileri, fiber-optik kablolar, radar ve füze sanayi alanlarında sözü geçen bir ülke konumundadır. Lübnan’da Hizbullah’ın iletişim altyapısının kurulmasında payı olduğu biliniyor. Ayrıca uzaya uydu fırlatma kapasitesine sahip ender ülkelerden biridir.
Kim Jong İl zamanında Kore halkının barınma sorununun tamamen çözüldüğü biliniyor. Evet, KDHC’de bugün havuzlu villalarda ya da saraylarda yaşayanlar yok. Ancak, aylık 12 TL’ye (yazım hatası değil) 5 kişilik bir ailenin 135 mt2’lik bir evde oturma hakkı ve imkanı var.
Kore’de suç oranı yok denecek kadar az. New York’ta ya da başka bir kapitalist başkentte saniyede 10-12 suç işlenirken Kore’de mafya ya da hırsızlık yok. Suç kavramı Kore halkının yaşamından büyük oranda çıkmış durumda.
Kore’de eğitim hizmetleri tamamen ücretsiz ve halkın neredeyse tamamı okur-yazar. Eğitimde fırsat eşitliği sayesinde herkesin kolayca ulaşabileceği kaliteli bir eğitim sistemi kurulmuş durumda. Kore eğitim sistemi, bireycilikten, bencillikten uzak, fedakârlıkla donatılmış kuşaklar yetiştiriyor. Kore’nin her yanında asker veya öğrencilerden oluşan gönüllüler, şarkılar söyleyerek fabrika, tarla ve inşaatlarda karşılık gözetmeksizin çalışmaya gidiyor.
Planlı ekonomi sonucu geniş caddeler, yollar ve toplu taşıma sistemi kurulmuştur. Halkın ulaşım sorunu ya da trafik çilesi yoktur. Burjuva basın yollarda pek fazla özel aracın olmamasını, bir yoksulluk belirtisi olarak saysa da, metro ağı ve troleybüslerle ulaşım sorunu çözülmüştür. Trafik yoğunluğu zenginlik için ölçü olsaydı herhalde İstanbul dünyanın en zengin kenti sayılırdı.
Kore’de oturmuş bir sağlık sistemi vardır. Halkın temel sağlık hizmetlerine ulaşımı kolay, doktor ya da ilaç parası ödemek gibi bir sorunu yoktur. Sağlık personeli performansa göre ücret almadığı için, kaliteli bir sağlık hizmeti sunulabilmektedir. Halk, sağlık için hiçbir harcama yapmak zorunda değildir.
KDHC’nde çalışabilir durumdaki herkes üretimin içinde olduğu gibi, hiç kimsenin kafasında emeklilik, sosyal güvenlik sorunu diye bir soru işareti oluşmaz. Ayrıca, tüm halkın yararlanabileceği dinlenme tesisleri ağı da mevcuttur.
Burjuva medyada açlık, yoksulluk söylemlerine rağmen, Kore’de ortalama yaşam süresi, 70-79 yıldır. 2008 yılında kişi başı milli gelir, 1900 dolar civarındadır.
Kadınların üretim ve yönetim sürecine katılmasında engel oluşturan her sorun devlet tarafından çözüldüğü gibi, kadın-erkek eşitliği tam anlamıyla uygulanır. Kore’de kadın, hiçbir şekilde seks objesi ya da kölesi olarak görülmez.
KDHC hakkında değindiğimiz tüm olumlu yönlere rağmen, eleştirilebilecek ya da eksik olan pek çok başlık da sıralanabilir. Yapıcı olduğu sürece, eleştiri Kore halkına ve önderliğine yanlışını düzeltme şansı ve olanağı tanıyacağı için olumludur. Solda durup eleştiri getirenler, burjuva medyanın dezenformasyon yüklü saldırıları karşısında uyanık olmalı ve gerektiğinde KDHC’ni de sahiplenmelidir.
Kim İl Sung’un ölümüne kadar (50 yıl) KDHC’ni başarılı bir şekilde yönetmesi değil, bu kadar yıl liderliği bırakmaması eleştirilebilir. Kim Jong İl’in yine başarıları değil, babasının yerine geçmesi eleştirilebilir. Hatta kendi yerini de oğluna bırakması karşısında kimileri öfkeye kapılıp sesini yükseltebilir. Ancak, burjuva demokrasisine öykünenlere sormak gerekir: ABD’de Baba Bush’un yerini oğluna bırakması ya da Clinton’un eşinin bugün Dışişleri Bakanı olması bir tesadüf olmasa gerek. Yunanistan’da 60-70 yıldır Karamannis, Papandreu ve Venizelos aileleri başbakanlık koltuğundan hiç inmediler. Tabii ki burjuva siyasetçilerle KDHC liderleri kıyaslanamaz bile. Ancak, KDHC eleştirilirken hayalimizdeki sosyalizmin değerleriyle olduğu kadar bugünün gerçekleriyle de bakmak gerekir. Ülkemizde, sosyalizm adına geçmişte pek çok büyük eser/değer yaratılmıştır. Ancak, günümüzde, o günlerden fersah fersah geride olduğumuz da akıldan çıkarılmamalı.
KDHC hakkında sıraladığımız başarılar, detaylı bir incelemeye tabi tutulduğunda, inanıyoruz ki pek çok olumsuzluk ya da eksiklik de göze çarpacaktır. Amacımız, tozpembe bir tablo çizmek değil; nüve, embriyon halinde de olsa, eldekinin değerini bilmektir. Ulaşım alanında bir an metro ya da toplu taşıma sisteminin eski olduğunu düşünelim. Sistemin kurulması bir başarı, teknolojinin eskiliği ise eksiklik olarak kalacaktır. Eğitim sisteminde akıllı tahta ya da bilgisayarlı ders işleme olanaklarının olmaması, yalnızca bir eksikliktir. Eğitim sistemi açısından temel bir sorun teşkil etmez.
Kim Jong İl’in hayatı incelendiğinde, halkının onu gözyaşlarıyla uğurlaması, onun için yüreklerindeki acıyı dışa vurması belki pek az liderin başaracağı bir bütünleşmenin, kenetlenmenin açık ifadesidir. Kim Jong İl’in eksikleri ya da hataları ikincil kalmaktadır. Tabii ki bunlar da yoldaşça bir samimiyetle incelenebilir ve kardeş Kore halkıyla paylaşılabilir. Ancak “O, güzel şarabı severdi” (kim sevmez?) ya da “Lezzetli yemekleri tercih ederdi” (kim tercih etmez ki?) veya “Büyük çerçeveli gözlük takardı ve saçları yukarı kalkıktı” biçimindeki burjuva medyanın karalama adına düştüğü acınası durum, hepimizin ısrarla kaçınması gereken bir çaresizlik halidir. Onlarca yıldır yürütülen kara propaganda, Kore halkının sahiplenmesindeki samimiyet karşısında boşa çıkmıştır.
Kore halkının gözyaşlarında saklı olan umudu paylaşan devrimciler, emperyalizme karşı mücadelesinde KDHC ile yan yana, omuz omuza kavga türküleriyle yürümeli. Kültür ya da üslup farklılıklarının, dünya halklarının sosyalizm yürüyüşünde kızıl bayrağın altında bir renk cümbüşüne dönüşeceği kesinlikle unutulmamalıdır.
Kore Halkının Yanındayız!
Ya Barbarlık Ya Sosyalizm!
31 ARALIK
DEVRİMCİ HAREKET