Politikalarının temelini inkar, imha ve asimilasyonun oluşturduğu kesimlerden, Kürt Sorunu’na çözüm bekleyenlerin önemsediği sahte adımlardan biri de T. Erdoğan’ın, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığını üst kimlik olarak tanımlamasıdır.
T. Erdoğan, “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının Türk olduğu ifadesi Anayasal anlamda bir tanımdır. Bu konuda bugüne kadar Anayasacıların ortak paydası budur .” dedikten sonra; Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak… “alt kimlik”lerinden söz eder. Yani CHP’nin üzerinde fırtına kopardığı, ama gerçekte öz olarak aynı şeyi söylediği bu tanım bize, ” vatandaşların Türk olduğunun anayasal bir tanım olduğunu” anlatır.
Kimlik tartışmasına müdahil olan Doğu Perinçek, ” Kürdün kendine kimlik istemesi emperyalizm işbirlikçiliğidir ” dedi. Gerçekte ise Kürt önderliği, kendine kimlik isteyerek değil, istemeyerek emperyalizmle işbirliği yapmakta; diğer bir ifadeyle, bağımsız bir kimliğe sahip olmayı, emperyalizmle işbirliğine feda etmektedir.
Topu sektirerek veya taça atarak oynar gibi görünen, ama hiçbir zaman gerçek anlamda oynamayan egemen kesimlerin kimlik tartışması; gerçekte Kürt halkının sorunlarından da beklentilerinden de bütünüyle uzaktır. Onlara biçilen kimliği, Genelkurmay “sözde vatandaşlık” ifadesiyle, Başbakan da ” Kürtlerin tanıklıklarının geçerli olmadığını ” söyleyerek özetlemiştir. Gerçek niyetleri budur. Kürt hareketinin en büyük hatası, bu niyetlerden veya emperyalizmin ve işbirlikçilerinin davranış ve demeçlerinden olumluluk damıtma gayretine girmiş olmaktır.
Bugüne dek Kürt Sorunu üzerine olumlu tek laf etmemiş “yetkililerin” demeçleri arasında zorlam a yöntemlerle olumlu mesajlar aramak ve onlara tutunmak, Kürt hareketine sadece patinaj yaptırmamakta; güç, kan ve nitelik yitimine uğratmaktadır.
Kürt halkının ne sahte tokalaşmalara ne de koltuk değneklerine ihtiyacı vardır; ’84 sonrasında ödediği bedellerle, kendi ayakları üzerinde durabileceğini göstermiştir. Bugün doğru önderliğin ölçütü, bu ayaklara zaferin yolunu göstermektir.
Kürt sorununda önderlik yanlışının en çok dikkat çeken yanı subjektivizmdir. Subjektivizm zemininde ise pragmatizm kolaylıkla boy verir. Tutarlı bir çizgi izlememek; mevcut tabloyu bir bütün olarak okumak yerine, içinden cımbızlama yöntemiyle örnekler seçip ortamı/gidişatı olumlu göstermek; subjektivizmin ve dolayısıyla pragmatizmin sonucudur.
Bütünden koparılıp zorlama yorumlara tabi tutulduğunda, Hitler’in dahi demeçlerinde olumlu kesitler bulmak mümkündür. Hele ki bugün artık bilinçleri çelmeleyerek yol alma konusunda emperyalizmin sağladığı gelişme düşünülürse; özenerek seçmenin ve dikkatli okumanın aldanmamak için bir zorunluluk haline geldiği görülür.
Doğu Perinçek’in, Mehmet Gül’ün, Bush veya T. Erdoğan’ın ağzından barış, demokrasi, özgürlük kavramlarının dökülmesi kimseyi şaşırtmamalıdır. Asıl şaşılması gereken şey, bu kişilerin ağzından dökülen sahte cümlelere hala kanılıyor olunmasıdır.
Kürt önderliklerin geleneğinde aldatılmak, yaygın bir sonuçtur. Tabii bu, kullanılmayı ve katledilmeyi de sıkça beraberinde getirmiştir. Ne var ki, özellikle son 7-8 yıldır, düşünsel sistematik öylesine farklı yönlendirildi ki, artık o zeminde gelişmeleri sağlıklı bir süreçten geçirme olasılığı giderek azalmıştır.
Son olarak, devletin Barzani’yle de Öcalan’la da görüşmesi, Kuzey Irak’taki Kürt oluşum için yumuşatılmış ifadeler kullanılması veya yöntemde arayışa girmiş olması; devlette ısrarla olumluluk arayanları yine heyecana boğmuştur . Bu durumu Evrensele değerlendiren DTP Eş Genel Başkan Yardımcısı Sedat Yurttaş’tan aktarıyoruz:
” Gerek 12 Ağustos 2005’te Diyarbakır’da konuşan ve gerekse bir gün öncesinde Ankara’da aydınlarla görüşmesinde dile getirdiği görüşlerde öne çıkan; sorunun adını doğru koyma, geçmişte yapılanların hata olduğunu kabullenme ve sorunu demokrasi içinde çözme yönündeki tespitleri, daha önceki ‘sanal’ ya da ‘görmezsen yoktur’ yönlü yaklaşımlarından doğrusu oldukça farklı ve ileriydi. Yerindeydi. Bu itibarla Başbakan’ın şahsında bir çözüm arayışı olduğunu söylemek olası.
Ardından Hakkari gezisi ile başlattığı alt kimlik-üst kimlik tartışması da çözüm için ciddi bir arayışın işaretleri olarak görülmeli.
Ancak son olarak Avustralya’da Kürt sorunu tarifi yerine gibi görünen ‘Bölücülük sorunu vardır.’ şeklindeki yaklaşım adeta yeniden başa dönüldüğüne de işaret sayılabilir .”
Altını çizdiğimiz ve peş peşe kullanılmış şu üç ifade bir kez daha dikkatle okunduğunda, nasıl bir kafa karışıklığının, kafa karışıklığından da öte nasıl bir özgüven eksikliğinin ve çözümü kendi dinamikleri dışından bekleme geleneğinin taşındığını/devam ettiğini gösteriyor.
Sedat Yurttaş , “Giyadi bin keviran de naminin” Kürt atasözünü anımsatıyor. Doğrudur; “otlar taşların dibinde kalmaz”; ama, bilinmek durumundadır ki Kürtler ot, devlet de taş değildir. Kendi halinde büyüyen ot, kıpırtısız duran taş tarafından engellenemez. Ama uysal, başkaldırı dışında her şeyi deneyen bir ot, mümkün olan tüm baskı, aldatma ve hile yöntemlerini elden bırakmayan bir taşın dibinden kurtulamaz. Yani Kürtlerin mevcut teslimiyet ve edilgenliği meşrulaştırmak için atasözü alıntılama edebiyatına değil, gerçekliği öne çıkaran bir bilimselliğe ve değişim için başkaldırı ruhuna ihtiyacı vardır.
Devletin Kürt sorununa kafa yorması, Barzani ile ve hatta Öcalan ile görüşmesi de yeni değildir. Önemli olan ne için arayışa girildiği ve Kürt zemininde etkili öznelerle ne için görüşüldüğüdür. Kürt önderlikler artık, halk tarafından ender görülecek biçimde desteklendiklerini, bunun politik arenada veya düşmanla görüşmede etkili, kendinden emin, tuttuğunu koparan bir duruş gerektirdiğini anlamak/kabul etmek zorundadır. Bir dönem iddia edildiği gibi, sınıfsal zeminde süren çatışma, devrimcilerin yöntem üretme eksikliği sebebiyle
değil, çelişkinin uzlaşmazlığı sebebiyledir. Bu bağlamda, “önderliğin çare üretmedeki yeteneği sebebiyle çatışmanın gereksizliği” fikri, fiilen iflas etmiştir. Emperyalizme veya işbirlikçi faşist rejimlere; jestleşme, uzlaşma yoluyla geri adım attırmak olası değildir; onları kullanmak fikriyle hareket edildiğinde bile, kullanılır duruma düşüldüğü, defalarca pratik olarak kanıtlanmıştır.
Faşist bir rejim, ne Barzani’yle ne de Öcalan’la Kürt halkının yararına görüşmez. MİT’in Abdullah Öcalan’ın fikirlerinden yararlanma eğilimi, Kürt halkını zapt-u rapt altına alma amacı içindir. Bu kulvarda oynamak, MİT’e malzeme olmak, Kürt halkının ödediği bunca bedelden sonra çok ağır bir sonuçtur; Kürt halkı bunu hakketmiyor; hele ki bu adımların bile Kürt halkının yararına olduğunu telkin etmek, onurluca değildir.
Sayı 20 (Şubat – Nisan 2006)