Küresel Isınma Nedir?
Dünya’nın 4.6 milyar yıllık oluşum sürecinde iklim değişiklikleri canlı yaşamı üzerinde önemli rol oynamıştır. Bu değişiklikler belirli periyotlar halinde ve belli bir düzen içinde süre gelmiştir. İklim değişiklikleri Dünya üzerindeki yaşamı birinci derecede etkilemiştir. Mesela on bin yıl (plistosen) öncesindeki buzul çağı Dünya üzerindeki ekolojinin %90’ını yok etmiştir.Bu yok olan canlıtürleri arasında memeliler, bitkiler ve deniz canlıları bulunmaktadır. Günümüz canlı çeşitliliği buzul çağından kurtulan türlerin devamı niteliğindedir. Yeryüzünün kendi dengesini kurması ve iklim değişikliklerine imkan tanıması çok doğal. Ancak artık yolunda gitmeyen birşeyler var.
Dünya iklim dengesi; üzerinde yaşamaya fırsat bulduğu halde yaşama alanını yok etmeye uğraşan bir canlının, yani insanın, dengesiz politikaları ve doğayı sömürücü tavrı yüzünden bozulmak üzere.
‘Sera gazları’ Dünya’nın ısı dengesini oluşturmasını sağlayan en büyük faktör. Dünya üzerine gelen Güneş ışınları Dünya üzerindeki doğal bir örtü (su buharı, karbondioksit ve buhar gazı) tarafından bir kısmı emilip Dünya’ya yansıtılmaktadır. Bu yansıma Dünya’nın normal sıcaklığını oluşturmaktadır. Sera gazlarının artması veya azalması ise sıcaklık sisteminin dengesinin bozulmasına yol açmaktadır.
Sanayii devrimine kadar normal olan bu süreç, sanayii devriminden sonra sekteye uğramaya başlamıştır.1750-1800 yılları arasında başlayan sanayi devrimiyle fabrika teknolojisinin gelişmesi ve buna bağlı olarak fosil yakıt (kömür, petrol…) tüketiminin artmasıyla atmosfere karbondioksit ve türevlerinin anormal derecede salınımı başlamıştır. Fosil yakıt sıkıntısı çekilen ülkeler ve yerlerde orman tüketimi baş göstermiştir. Bu da karbondioksit salınımının tek doğal anti iksiri olan bitkisel ekolojiye çok zarar vermiş ve böylece insanoğlu tarafından Dünya’nın iklim kısmına iki büyük darbe indirilmiştir.
Son 50 yılda artan sera gazı salınımı ilk olarak 1970’lerde farkedilmiştir. 250 yıldır süren salınımın zararlarının araştırılması, tablonun ne kadar kötü ve karamsar olduğunu bütün Dünya’nın yüzüne çarpmıştır. Ancak alınıp, yüzü kızarması gereken ülkeler, gelişmeleri adına Dünya sömürü politikalarından taviz vermemişlerdir. Yapılan araştırmalara göre: -Atmosferdeki karbondioksit miktarı son 20 milyon yılın en yüksek seviyesinde olduğunu göstermektedir. -250 yılda atmosferdeki karbondioksit miktarı %32 artmıştır. -Karbondioksit miktarının bu artımının %8’i son 20 yılda gerçekleşmiştir.
Sera gazlarının salınımı ile erimeye başlayan Güney ve Kuzey Kutuplarındaki buzullar, okyanus su seviyelerini ve okyanuslara bağlı denizlerin su seviyelerini önemli ölçüde etkilemiştir. Son 20 yılda artan kutup sıcaklığı (ortalama 3 derece) sayesinde okyanuslardaki su seviyesi her yıl 2.5mm artış göstermektedir. Artış bu hızla giderse buzullar 1000 yıl içerisinde kısmen eriyecek ve okyanus suyu seviyesi 7 metre artış gösterecektir. Grönland’daki yıllık erime miktarı 220 kilometre küpe ulaşmıştır. Bu rakam İstanbul’un yıllık su tüketiminin 3 katıdır.
Küresel ısınma ekolojik dengeyi de etkilemektedir ve tür azalımını hızlandırmıştır. On iki bin yıl öncesinin memelilerinden Mamutların küresel ısınma sonucu soylarının tükendiği belirlenmiştir. Şu anda ise birçok canlı türü küresel ısınmanın tehdidi altındadır. Yapılan araştırmalara göre:
-Küresel ısınma yüzünden büyüyen ozon deliğinin kanser vakalarını arttırdığı belirlenmiştir.
-Değişen hava ve iklim koşullarından dolayı, özellikle insan spermlerinde büyük bozulmaların meydana geldiği ve bu durumun küresel ısınmanın yaratacağı olumsuzluklardan ziyade insanlığın genlerinde bir tahribata yol açtığı öngörülmüştür. -Şu anki artış hızıyla Dünya’nın ısısı her yıl 0.1 santigrad derece, buzulların ki ise 0.3 santigrad derece artmaktadır. -Küresel ısınmanın bu hızla artması Dünya üzerindeki karbondioksit miktarının 2050 yılında normalin
%50 üstüne çıkması anlamına geliyor. Bu da canlı türlerini 4’te 1’inin yok olması demek; yani 56000 bitki türü 3600 hayvan çeşidi. -Küresel ısınma ile büyük kasırga ve el-ninolar yılda birkaç kez görülen olaylar olmaktan çıkacak ve özellikle insan yaşamını büyük ölçüde etkileyecek boyutlara ulaşacaktır. -Tatlı su alanlarının birçoğu kuraklaşma tehdidi altında olmasından dolayı, zaten Dünya’nın büyük bir bölümünün sağlayamadığı temel besin maddelerine ulaşmak her insan için daha da zorlaşacaktır. -Küresel ısınma nedeniyle yakın gelecekte su savaşları ortaya çıkabilecek, açlıktan ve besin değerlerine ulaşmak için insanların toplu halde birbirini katlettiği haller yaşanabilecektir. Bu gidişle kuraklık da %30 artacaktır.
-Alplerdeki buzullar 22. yüzyıla kadar eriyecek ve bunun getirdiği sellenme ve doğal afetler Avrupa’yı yaşanmaz hale getirecektir. Bunların yanı sıra; bu sıcaklık ve su seviyesi artışı ise Dünya üzerindeki yaşam olanaklarını azaltacaktır.
Küresel Isınma ve Emperyalist Ülkeler
Dünya üzerinde kapitalizmin çekirdeklerinin belirmesi ve sürecin ilerlemesiyle birlikte insanlık bambaşka bir yola girmiş oldu. Modern kapitalist üretime geçişle birlikte daha fazla kâr amacıyla üretimin arttırılması, çok daha fazla miktarlarda hammadde ihtiyacını doğurdu. Hammaddenin temel kaynağı olan doğa her geçen gün bir öncekinden daha fazla sömürülmeye başlandı. Yeni hammadde kaynakları bulabilmek için yeni coğrafyalar keşfedildi.
Kapitalist üretim biçiminin dünyanın her yerine yayılması, kendine yeni yeni hammadde kaynakları bulması çok uzun zaman almadı. Sanayileşme sürecinde gerek fabrikalara yer açmak amacıyla gerekse de tarımsal üretimi arttırmak üzere yeni tarım alanları elde etmek için ormanlar yakılmaya başlandı. Ayrıca bu fabrikalarda çalışacak işçilerin barınabilmeleri için de yer gerekliydi. Yeni yerleşim yerlerinin kurulması için dönümlerce ormanlık alan yok edildi. Hali hazırda Amazon ormanları ve Hindistan’da Dünya’nın çatısı olarak tabir edilen Himalayalarda ormanlar yanlış ve sömürücü politikalar yüzünden yok olmaktadır. Brezilya ve Hindistan hükümetleri gelişmiş kapitalist ülke olma yolunda hızla ilerlerken ekolojik dengeyi de yok etmekten çekinmemektedir. Hızla nüfusu artan Hindistan’ın su ihtiyacı Himalaya ırmaklarından karşılanmaktadır ve günlük politikaların bir sonucu olarak hızlı tüketim Hindistan halkının geleceğini tehdit etmektedir. Delhi Üniversitesi uzmanları bölgedeki vahşi yaşamın hızla yok olduğunu ve kaplan, kara ayı, geyik, leopar ve sarı şahinlerin soylarının yok olmak üzere olduğunu belirtmektedir. 1972’den beri bilim adamlarınca yapılan gözlemlerde Himalaya ormanlarının %15’inin yok olduğu ve böyle giderse 2100 yılına kadar yarısının yok olabileceği belirlenmiştir. Amazon ormanlarının ise bugüne kadar %20’sinin yok edildiği ve Dünya’nın ciğerleri sayılan bu ormanların tahribatında bütün Dünya’nın acı bir şekilde etkileneceği belirlenmiştir.
Marx ve Engels’in Alman İdeolojisi‘nde büyük sanayi şöyle anlatılır: “Dünya tarihini ilk olarak hakiki bir şekilde bu büyük sanayi yarattı. Ve bunu, bütün medeni milletleri ve bu milletlerin her ferdini, ihtiyaçlarını tatmin etmek bakımından dünyanın geri kalan bütününe tâbi kılabildiği ölçüde gerçekleştirdi ve böylece milletlerin daha önceki o tabii yalnızlığını ve birbaşınalığını ortadan kaldırdı. Tabiat bilimlerini sermayenin kölesi haline getirdi ve işbölümünün son tabii veçhesini de yok etti. Emek içinde mevcudiyeti mümkün olan bütün tabii unsurları, genel olarak ortadan kaldırdı ve bütün tabii ilişkileri para ilişkileri haline getirecek şekilde değişikliğe uğrattı. Tabii şehirlerin yerine, üç beş gün içinde yerden mantar gibi biten büyük sanayi şehirleri peydahladı. … Ticaret şehirlerinin kır üzerindeki zaferini kesin noktasına ulaştırdı.”
Doğa, insanlığın doğuşundan bu yana, böyle bir toplu saldırı ile karşılaşmamıştı.
Kapitalizmden önceki toplumlarda varolan çevre sorunları lokal düzeylerde kalan ve doğanın üstesinden gelebileceği sorunlardı. Ancak, anarşik yapısı ve doğayı ve insan emeğini alabildiğine sömürme eğilimiyle, kapitalizm, doğanın kirlenmesinde, bozulmasında büyük bir sıçrama yaratmıştır.
Marx’ın açıkladığı gibi, insanoğlu doğaya egemen olduğu oranda doğayı sömürmeye başladı.
Dünya üzerindeki küresel ısınma etkileri ilk olarak emperyalist ülkelerin bilim adamları tarafından ‘insanlık etkisi’ olarak belirlenmiştir. Ancak kapitalist ülkelerin sömürücü politikalarının farkedilmesi, sorunun insanlık açısında bir uyanışa ön ayak olacağını umutlarını doğursa da hala insanlar G.W.Bush‘un “Dünyadaki karbondioksit salınımının büyük baş hayvanların artışından kaynaklanıyor.” Sözüne yeterince tepki verememektedirler.
Yaptıkları sömürünün zararları gözardı edilemeyecek duruma geldiğinde kapitalist ülkeler sözde çözüm arayışlarına girişmişlerdir. 1992 yılında ilk olarak Rio toplantıları yapıldı. Fakat katılan ülkeler ve bilim insanları bu panelde suçu bütün insanlığa mal etmeyi başardılar. Elde edilen verilerin sağlıklı olarak tartışalamadığı Rio toplantısından sonra 1997’de Japonya’nın Kyoto kentinde Dünya’nın önde gelen ülkeleri toplanarak karbondioksit salınımını azaltmayı ve 1990 seviyesinin altına indirmeyi öngören Kyoto Protokolünü imzaladılar. Bu protokol göstermektedir ki, emperyalist ülkeler sadece bir şey yapıyormuş gibi görünmektedirler. Çünkü karbondiooksit salınımı 1990 yılı seviyesinin altına indirilse bile salınım devam edeceğinden tehlike arz eden konular öneminden hiçbir şey kaybetmemektedir. Üstelik, Dünya nüfusunun %5’ini oluşturan ancak sera gazı salınımı Dünya genelinde %25’i bulan ABD, Kyoto protokolünü imzalamamıştır. Emperyalist ülkeler köşeye sıkıştıklarını anladıklarında ve fosil yakıtların zararlarını bir nebze kabul ettiklerinde ise kendince Dünya halklarını kandırarak nükleer enerjiyi öne sürmektedirler. Nükleer enerjinin zararlarını ört bas etmeye çalışan emperyalist ülkeler, küresel ısınmanın alternatifi olarak radyoaktiviteyi iyi bir şey gibi gösterip, kurulu teknolojilerini gelişmiş ve gelişmekte olan küçük burjuva ülkelere satmaya çalışmaktadırlar. Amaçları kar ve sömürüden başka bir şey olmayan bu ülkeler; zararsız olan hidrojen, güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi ve füzyon teknolojisi yöntemlerini göz ardı etmekte, hatta engellemekten çekinmemektedir.
Dünya gelecek yüzyılda ciddi bir krizle karşı karşıya kalacaktır. ABD, AB ve gelişmekte olan emperyalist ülkeler Küresel Isınmanın farkında oldukları halde çözüm yollarından hep kaçmaktadırlar. Bunun nedeni de tüketim ve kar amaçlı sistemlerini ayakta tutabilmenin yollarını aramaktır. Fosil yakıt tüketiminin artmasıyla ABD petrol ihtiyacını karşılamak için Irak’a savaş açmış, Fransa nükleer teknolojini satmak için adeta Avrupa’nın ortasında radyoaktif pazar kurmuştur. Hindistan ve Brezilya ormanları insan üstü bir hızla yok etmiş ve yok etmeye devam etmektedir. Kapitalist azınlığın rahatlığı için bütün insanlık büyük ve muhakkak bir tehlikenin içindedir.
Çözüm yolları sunmak, bireysel açıdan saçma görünebilir. “Ülke politikalarına olduğumuz yerden karışamayız” düşüncesi bizlere boyun eğmeyi öğretmiş sistemin başarılı olduğu tezini doğrulamaktan başka bir işe yaramamıştır. Kapitalist sistem; sömürü, para, kar ve tüketim için Dünya halklarının hayatlarını hiçe saymaktadır. Bizler de Dünya üzerinde olduğumuza göre ve bu yazıyı okuyup birşeylerin farkına varabildiğimize göre en azından böyle gitmeyeceğini birilerine anlatmamız şimdilik yeterli olabilir.
EK:
Leeds Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Chris Thomas tarafından Nature dergisinde yayınlanan bir yazıda “küresel ısınma 2050’ye kadar bitki ve hayvan türlerinin dörtte birini ya da 1 milyondan fazlasını yok edecek” denmektedir. Otomobiller ve fabrikaların gaz yayılımında en büyük etkenler olduğunu vurgulayan Thomas, yayılan gazların, 21. yüzyılın son yıllarına doğru ortalama sıcaklıkları tarihte görülmemiş düzeylere yükselteceğini belirtmekte. Ve eğer bir çözüm üretilmezse, türlerin kitlesel tükenişlerinin tarihte görülmemiş boyutlara ulaşabileceğine dikkat çekmekte.
Yerkürede 1992 verilerine göre 12,5 milyon tür yaşamaktadır. Bu türlerin insan marifetiyle yok olma hızları doğal yok olma hızlarının 100 ila 1000 katı olarak tahmin edilmektedir, bu eğilim devam ederse 50 ilâ 100 yıl içerisinde mevcut türlerin %10-50’sinin yok olacağı hesaplanmaktadır. Bugün doğadaki kuş türlerinin yaklaşık %15’i -ki bu 1000 türe karşılık geliyor- tükenme tehdidi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Doğadaki besin zincirinin bir kez kırılması inanılmaz sonuçlara yol açacağından canlı türlerinin bazılarının ortadan kalkması, diğer canlı türlerini de doğrudan etkileyecektir.
Dünya besin üretimi giderek sınırlı sayıda bitki türü ve çeşidine bağımlı hale gelmektedir. Balık stoklarının %47’si tamamen tüketilmiştir; %18’i aşırı tüketildiği için yok olmaktadır, %10’u ise aşırı tüketildiği için verimliliğini yitirmiştir. Okyanuslarda birikmiş olan karbon miktarları yüzünden okyanusların asitliği artmıştır. Bu, balıkların yaşamını doğrudan etkileyecek bir durumdur. Hepsi birer karbon emme makinesi olan mercanların yavaş yavaş ortadan kalktığı görülüyor. Böyle bir durum doğadaki karbon zincirinin kırılmasına ve buna bağlı olarak karbondioksit emisyon miktarlarının inanılmaz boyutlarda artmasına sebep olabilir.
Yapılan araştırmalara göre, dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığı 20. yüzyıl boyunca 0,6 ºC kadar artmış, son kırk yıldır atmosferin 8 kilometrelik alt kısmında sıcaklıklar yükselmiş, kar örtüsü ve buzlanma ise %10 civarında azalmıştır.
Bilim adamlarının yaptığı araştırmalara göre, 11 bin 700 yıl önce Afrika’yı etkisi altına alan hava dalgasıyla oluşan Kilimanjaro buzulu erimeye başladı. Science dergisinde yayımlanan araştırmada, “uydu verilerine bakılırsa, 2020 yılında Kilimanjaro’nun beyaz şapkası yok olacak” deniliyor. Yok olacağından söz edilen Kilimanjaro’nun tepesinde bulunan buz tabakası, şu anda bile susuzluk çeken Tanzanya’nın nehirlerini besleyen ana kaynak. 2025 yılı itibariyle dünya nüfusunun neredeyse yarısının su kıtlığıyla karşı karşıya kalacağı tahmin edilmektedir.
Halihazırda dünyadaki her altı kişiden birinin mutlak açlık sınırının altında yaşadığı da dikkate alındığında, kapitalizmin yarattığı felaketin boyutları daha net kavranabilir.
Sayı 24 (Haziran – Ağustos 2007)