Ortadoğu şuan adeta çok bilinmeyenli bir denklem gibi. En karışık dönemlerini yaşıyor. Onlarca yıla sığacak gelişmeler, değişimler birbiri ardı sıra ortaya çıkıyor. Bu baş döndürücü hızda Ortadoğu halkları, daha bir sorunu anlayamadan/kavrayamadan yeni bir düzine sorunla yüz yüze kalıyor. Örgütsüzlük, dağınıklık, sağlıklı bilgi akışını önlediği gibi emperyalist merkezlerden yağan dezenformasyon bombardımanı altında, bilinçler çarpılıyor. Burjuva medyada köşe yazarı, yorumcu, uzman, stratejist sıfatıyla karşımıza çıkan insanların yaşanan toz duman içinde birbirine 180 derece zıt fikirlerle, kafa karışıklığıyla ortalıkta dolaşmaları, dün sevindikleri bir olaya ertesi gün üzülmeleri sık yaşanır bir durum oldu. Yaşanan kafa karışıklıklarının küçük bir kısmını hatırlayacak olursak: “Şam’da patlayan bomba Esad’ın kalbinde patladı artık rejimin günleri hatta saatleri sayılıyor”, “Esad Rusya’ya ya da Lazkiye’ye kaçtı, orada Alevi devleti kuracak”, “Şam ve Halep muhaliflerin eline geçti Suriye rejimi çöktü”, “Kürtlerin de muhaliflere katılmasıyla Esad’ın artık hiç şansı kalmadı…”
Kısa süre içinde iddiaların, söylentilerin, atıp-tutmaların hiçbirinin doğru olmadığı ortaya çıktı. Emperyalist merkezlerden yürütülen kara propaganda; yaşanan gerçeklik karşısında, yerini moral bozukluğuna, histerik hıçkırıklara, kırık kalplere bırakıyor. Medya borazancıları, işbirlikçilerin bozguna uğraması karşısında yeniden insan hakları, demokrasi gibi, içini yine kendilerinin doldurdukları kavramlara sarılıyorlar. Dün Şam’da en yüksek devlet görevlilerini bombayla öldüren, kadın-çocuk demeden sivil halkı kitlesel olarak katleden, en işlek caddelerde kamyonlar dolusu patlayan bombaları alkışlayanlar, sevinç naraları atanlar kendileri değilmiş gibi.
Şam’da patlayan bomba ve büyük şehirlerde süren çatışmalar, iki taraf için de adeta
ölüm-kalım mücadelesine dönüşmüşken, Suriye Hükümeti, orduyu büyük oranda bu bölgelere kaydırdı. Ortaya çıkan boşluktan faydalanan Kürtler, bazı yerlerde yönetimi kansız bir şekilde ele geçirdi ve hızla halk komiteleri, yönetim organları, milis ve askeri örgütlenmelere girişti biçiminde kamuoyunda bir algı oluştu. Bu söylenenler ne derece doğru? Yaşananların açıklaması bu kadar kolay mı? Yani adeta bir tek kurşun atmadan Kürtler gerçekten özgürlüklerine kavuştu mu? Ya da bundan sonra çok daha sancılı bir süreç mi yaşanacak?
Cevaplanması gereken birçok soru işareti var.
SURİYE’DE YAŞANANLAR ÖNGÜRÜLMEYEN BİR DURUM OLMADIĞI GİBİ; KÜRTLERİN YAKALADIĞI “BAŞARI” DA BİR TESADÜF DEĞİLDİR
Siyasette şans, tesadüf faktörü çok düşüktür. Karşılaştığımız bir olguyu açıklayabilmenin en doğru yolu dün-bugün diyalektiğini doğru kurmaktır. Ele alınan her olayın, olgunun mutlaka geçmiş bir süreci (tarihi) vardır. Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkan Kürt Özerk Bölgesi, gelişmeleri takip edemeyenler için bir şaşkınlık yaratmış olabilir. Biraz detaya inildiğinde, araştırma yapıldığında ise ortaya çıkan yeni durumun uzun bir hazırlık dönemine dayandığı ve gerekli hazırlıkların yapıldığı anlaşılır. Bölgede son 3-4 aydır yaşananları hatırlayacak olursak, özerklik ilanının geçtiği aşamaları daha rahat değerlendirebiliriz:
5 Nisan 2012 tarihinde Barzani ABD’ye gidip başkan Obama ve yardımcısı John Biden ile ilk kez baş başa görüştü. Oradan Irak’a geçip Başbakan Maliki’yi devirmekle tehdit etti ve hiç vakit kaybetmeden Türkiye’ye geçerek önce Cumhurbaşkanı protokolüyle Çankaya’da ağırlandı ve ardından Başbakan Erdoğan, Beşir Atalay, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Dolmabahçe Sarayı’nda kapalı kapılar ardında baş başa uzun bir görüşme gerçekleştirdi. Davutoğlu’nun “Me sut Abi” diye hitap ettiği Barzani’nin dönüşünün ardından bu kez 25 Nisan 2012 tarihinde aralarında Selahattin Demirtaş, Gülten Kışanak, Ahmet Türk’ün de bulunduğu BDP heyeti ABD’ye gitmiş çeşitli görüşmeler yaparak kendinden emin bir şekilde dönmüştü. Gülten Kışanak Radikal Gazetesi’ne verdiği mülakatta ziyaret hakkında bilgi vermiş; Suriye konusunda ise “…Kürt muhalefetinin dışlanmaması ve sürece dahil edilmesini talep ettik. Katkı yapmak istediğimizi, rol üstlenebileceğimizi söyledik.” demişti. BDP heyetinin ABD’de yürüttüğü görüşmelerin içeriğini biz bilmiyoruz ancak HDK ile paylaşılmış olabilir. Onlar nasıl bakıyor onu da bilemiyoruz. 17 Haziran 2012 tarihinde ABD ve AB’nin isteğiyle Kürtleri de sürece dahil etmek için SUK’ta (Suriye Ulusal Konseyi) lider değişikliğine gidildi. Müslüman Kardeşler’in üyesi olan Burhan Galyun yerine daha önce hiçbir siyasi deneyimi olmayan Kürt kökenli Abdülbasit Sida seçildi. Bu değişimi fırsata çevirip Kürtleri SUK’a dahil etmeye çalışan emperyalistler, 5 Temmuz 2012 tarihinde Kahire’de 30 farklı gruptan 200’ün üzerinde katılımcıyla bir toplantı organize ettiler. Kürt partileri burada SKUK (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) adıyla temsil edildi. Toplantıda Kürtlerin talepleri kabul görmediği gibi yumruklaşmaya varan kavgalar yaşandı. 16 Kürt partisini temsil eden SKUK bu fiili saldırı ortamında toplantıyı terk etti. SKUK’u oluşturan partiler, 10 Temmuz’da Erbil’de biraraya geldi. Barzani’nin öncülük ettiği toplantıdan özerklik kararı çıktı. 18 Temmuz 2012 tarihinde Şam’da patlayan bombanın ardından ortaya çıkan otorite boşluğunu da fırsata dönüştüren Kürtler, çeşitli bölgelerde kansız bir şekilde yönetimi ele geçirdi ve özerklik ilan etti. Yaklaşık üç ay önce dergimizde yukarıdaki gelişmelerin büyük bir kısmını aktarmış; ABD’nin Suriye’de muhaliflerden istediği sonucu alamaması sonrası “Kürt kartını açıyor” değerlendirmesi yapmıştık. Kürtlerin attığı özerklik adımının, bölgedeki tüm ülkeleri yakından ilgilendirmesinin yanı sıra sonuçları itibariyle de derin izler yaratacaktır.
Özerklik son derece hassas dengeler üzerine oturmuş durumda. Herhangi bir tarafın yanlış bir hamlesi geri dönüşü olmayan bir yolun kapısını aralar.
Taşları yerinden oynatan bu hamle üzerinde çeşitli spekülasyonlar yapıldı/yapılıyor. Esad ile PYD’nin anlaştığı; Barzani ile Türkiye’nin anlaştığı; PYD ile Barzani arasında güç mücadelesi yaşandığı; ÖSO (Özgür Suriye Ordusu) ile PYD’nin Esad’a karşı birleşeceği gibi çeşitli olasılıklar üzerinde yazıldı-çizildi. Bu görüşlere peşinen yanlış veya doğru demek de zor. Suriy e ve bölge son derece heterojen bir yapıya ve ilişkiler yumağına sahip.
Emperyalistlerin, Kürtlerin kaderini belirleyen veya etkileyen politikaları bölge ülkelerini de ister istemez kaygılandırıyor. Kürtlerin yaşadığı Suriye, Türkiye, İran, Irak kaynıyor.
Kürtlerin yaşadığı coğrafya da homojen değil. Barzani’den Talabani’ye; PKK’den PYD ve PJAK’a; Ensar El-İslam’dan Goran’a kadar birbirine hem benzeyen hem de birbirine taban tabana zıt örgütler var. Feodalinden islamcısına; ulusalcısından sosyalistine kadar pek çok görüş ve kimliği barındırıyor. Böylesine karmaşık bir bölgede böylesine karmaşık bir siyasal yelpazeyi barındıran Kürdistan’da billurlaşmış/netleşmiş bir duruş beklemek de zor. Her an müttefiklikle düşmanlık yer değiştirebiliyor. Düne kadar Esad’a saldırmak için ikna edilmeye çalışılan Kürtler, belki de ÖSO’nun saldırısına uğrayabilir. Barzani’yle birlikte hareket eden PYD’nin belki de yönetim organlarından dolayı arası açılabilir.
En iyi yöntem, bölgede atılan adımları inceleyip onun üzerinden durum değerlendirmesi yapmaktır. Niyet okumak çoğu zaman yanlışa düşürür. PYD’nin Eş Başkanı Salih Müslim, 27 Temmuz 2012 tarihinde BBC’ye verdiği mülakatta, bağımsızlık ya da federalizm talep etmediklerini, Suriye’nin bütünlüğü içinde özerklik istediklerini ifade ediyor. Bize saldırı gelmedikçe kimseye saldırmayacağız diyor. Suriye’deki Kürt oluşumunun en zayıf yanı PYD’dir. PKK çizgisinde kendi örgütlülüğüne ve siyasal duruşa sahip PYD adeta mercek altındadır.
Başta ABD olmak üzere, özellikle Türkiye yeni duruma son derece ihtiyatlı yaklaşıyor. PYD’nin beklenti çıtasını bu kadar düşük tutmasının altında belki de böyle bir algı yatıyor olabilir.
Suriye’deki Kürt Özerk Bölgesi’nin durumu netleştikçe bölge ülkelerinin adımları da ona göre şekillenecektir. Burada kilit önemde olan nokta; Suriye’deki çatışmalarda alacağı tutumdur. Irak Hükümeti ABD’nin gözdesi olan Barzani ile Suriye Kürdistanı’nın birleşmesini, kaynaşmasını istemiyor, kendisi için tehlike olarak görüyor. Barzani’nin Maliki Hükümeti’ni düşürme çabasına girmesinin ardından, hükümetin onayı olmadan Türkiye’ye petrol sevkiyatını artırması, kendi başına Exxon Mobil ve Chevron ile anlaşma imzalaması, ilişkileri germişti. En son Suriye’de oluşan özerk yapının temelinin, Barzani tarafından atılması bardağı taşırdı. Irak hükümeti Irak-Suriye sınırına asker gönderdi. Irak anayasasına göre sınır güvenliği merkezi hükümetin denetiminde olması gerekiyor ancak Barzani de peşmergeleri Irak Ordusu’nun karşısına dikerek gerekirse çatışmayı göze alabileceği mesajını verdi. Irak Hükümeti de Suriye’deki Kürt bölgesinin net bir şekilde tarafını belirlemesinin ardından, daha sert adımlar atabileceğini göstermiş oldu. Irak Hükümetinden bağımsız olarak BAAS kökenli yapılar da Kürt bölgelerinde çeşitli hedefleri vurarak Barzani’nin güçlerini kendi bölgesine hapsedebilir.
Geçmişte Erbil, Musul, Kerkük vb. yerlerde Kürt kurumları rahatlıkla vurulmuştu. Suriye’deki Kürt Özerk Bölgesi’nin tutumuna göre adım atacak ülkelerden biri de İran’dır. İran’ın Suriye ile bağı yalnızca Irak üzerinden kurulabiliyor. İran, Suriye’deki Kürt bölgelerindeki gelişmelere paralel olarak Irak Hükümeti’ni harekete geçirerek sonuç almaya çalışıyor.
Suriye’deki gelişmeler kontrolden çıkarsa, İran Bedir Tugayları, Mehdi Ordusu ya da Kuzey Irak’ta örgütlü bulunan Ensar El-İslam gibi örgütleri devreye sokabilir. İran’ın atabileceği bir başka adım; PJAK’ı bahane ederek Kuzey Irak’a girmek olabilir.
ABD, “KÜRT SORUNU”NDA
TÜRKİYE EGEMENLERİNİN KIRMIZI ÇİZGİSİNİ GEÇTİ
Kapitalizmin yaşadığı kriz sürecinde en ufak bir direnç noktasına dahi tahammülünün olmadığını çeşitli defalar söylemiştik. ABD’nin Suriye’de çatışmalar başlar başlamaz çabuk sonuç almak için başta Türkiye olmak üzere işbirlikçileri üzerinden girişimlerde bulundu.
Emperyalist masalarda yapılan hesap Şam’dan döndü. Esad direndi ve Kürtler devreye sokulamadığı sürece küçük de olsa başarı elde edilemeyeceği görüldü. Türkiye egemenleri ise işbirlikçilikte sınır tanımamasına rağmen, Kürtlerin sürece dahil olmasına sürekli ayak diredi.
Kürtlerin önce SUK’a (Suriye Ulusal Konseyi) dahil olmasına karşı çıktı. Sonra özerklik talebine karşı çıkmaya başladı. Ancak Suriye’de işbirlikçilerin herhangi bir başarı elde edememesi üzerine ABD, Kürt kartını açarak Barzani üzerinden bir süreci yürütmeye başladı. Suriye’deki Kürt Özerk Bölgesi’nin ilanıyla kısa sürede büyük bir mesafe alınmış oldu.
Türkiye egemenleri özerklik adımı ile bir oldu-bittiye getirildiklerini düşünerek fiili duruma ayak sürümeye başladı. Burjuva medyada ÖSO’nun Kürt bölgelerine saldırmasını teşvik eden kışkırtıcı haberler yapıldı. Bu başarılamayınca Suriye sınırına askeri sevkiyat yapılarak tanklarla gösteri organize edildi. Tankların harekete geçirildiği sırada Ahmet Davutoğlu’nun da Barzani’yi hizaya çekmek için Kuzey Irak’a gittiği açıklanıyordu. Başbakan Erdoğan’ın aynı gün Obama ile telefonda görüşmesinin burjuva basında ballandırılarak anlatıldığı bir sırada,
Obama’nın Erdoğan ile görüşürken bir elinde telefon diğer elinde bir beyzbol sopası tuttuğu fotoğraf Beyaz Saray’ın resmi internet sitesine konuldu. Esad’a verilen bir mesaj olduğu iddia edilse de, Türkiye’nin Suriye’de Kürt Özerk Bölgesi’ne gösterdiği tepkiye bir cevap olduğu görülüyor. Davutoğlu “Mesut Abi”si ile yaptığı görüşme sonrası; “Barzani mesajımızı aldı” dese de asıl mesajı Türkiye’nin aldığı gözüküyor. Davutoğlu, dış politikada yaşanan çöküşü gizlemek için sahte Pirus zaferine ihtiyaç duyuyordu. Davutoğlu, Irak Hükümeti’nin bilgisi ve onayı olmadan Erbil’den bir günlüğüne Kerkük’e geçerek Türkmen şov yapmak istedi, ancak bu kez de Maliki’nin azarıyla karşılaştı. Irak Hükümeti’nin bir yetkilisi “Davutoğlu’nu tutuklama hakkımız var” diyerek diplomatik bir şok daha yaşattı.
Sopa etkisini göstermiş olacak ki Erbil’de SUK (Suriye Ulusal Konseyi), SKUK (Suriye Kürt Ulusal Konseyi), Davutoğlu, Barzani ve KYB’nin katılımıyla iki yapıyı tek çatı altında birleştirecek ve Kürtlere federal bir yapı kazandıracak anlaşmanın imzalanmak üzere olduğu basına yansıdı. PYD’nin liderlerinden Mahmud Muhammed “SUK daha önce Suriye’deki Kürtlerin haklarını bir ulus olarak tanıyacak olumlu bir adım atmamıştı. Bu yüzden Suriyeli Kürtler hiç SUK’a destek vermedi. Şimdi SUK Kürtlerin haklarını tanıyor ve bu konuda bir anlaşma hazırlamaya hazır. Bu önemli bir adım olacak ve Suriyeli Kürtlerin geleceğini aydınlatacak” (Hürriyet Gazetesi – 02 Ağustos 2012) diyerek imzalanacak anlaşmayı teyid etmiş oldu. Bu Suriye’deki Kürt halkı için tehlikeli bir gelişmedir. Kime karşı mücadele edildiği kadar kimlerle birlikte olunduğu da son derece önem arz etmektedir. Esad’ı yıkmak için SUK, Türkiye ve ABD ile birlik görüntüsü bile kolay unutulacak bir görüntü olmaz.
2003 yılında Amerikan tanklarının içinde Bağdat’ı işgal etmek için yola çıkan peşmergeler yine ABD uçakları tarafından vurulmuş ve Barzani’nin oğlu Mansur ve kardeşi Vecih Barzani de ağır yaralanmıştı. Kardeş Arap halkının kanını dökmek için emperyalizmin hizmetinde yola çıkanların alınlarına bir daha silinmemek üzere hain yazılmıştı. Bu kara tarihi bizden çok daha detaylı bilen dostlarımız Şam ve Halep’in işgalinde rol almak gibi bu utanç verici yola asla sapmayacaklardır. İnanıyoruz ki Suriye Kürt Özerk bölgesi emperyalizmin geçemeyeceği etten bir duvar olacaktır.
KÜRT HALKININ GERÇEK KURTULUŞUNUN YOLU ANTİ-EMPERYALİST MÜCADELEDEN GEÇER
ABD’nin ikinci bir İsrail olarak düşündüğü Kürdistan projesi yeni değil. Barzani ve diğer işbirlikçiler üzerinden bu konuda bayağı mesafe kat ettiği görülüyor. ABD’nin düşündüğü Kürdistan projesinde, geçmişten bugüne örgütlü yapısı ve halk içinde yaygın desteğiyle PKK, büyük bir engeldir. PKK’nin pragmatizm (faydacılık) üzerine kurulu olan siyaset anlayışına rağmen bugüne kadar emperyalist projelere mesafeli duruşu, hedef haline gelmesine yol açmıştır. PKK, diğer Kürt örgütlerinden farklı olarak kuruluşundan itibaren ideolojik bir duruşa sahiptir. O yüzden emperyalizm tarafından kolayca kontrol edilmesi, istenen çizgiye getirilmesi zordur. Öcalan’ın; ABD, AB ve İsrail tarafından yakalanarak Türkiye’ye teslim edilmiş olması hala hafızalardaki tazeliğini korumaktadır. Kürt
Ulusal Hareketi emperyalistlerin çelişkilerini abartıp ondan faydalanma yaklaşımının nelere mal olduğunu sonuçları çok ağır da olsa yaşayarak öğrenmiş durumda. Tekrar aynı hataya düşmenin telafisi mümkün olmayan sonuçların (fiziki imha) doğmasına yol açacağını görüyor.
Devletin hiçbir adım atmadan sadece “açılım” sözcüğü üzerinden yürüttüğü süreç artık hiç kimse için bir anlam ifade etmiyor. Kürtleri teslim alma projesi olan “açılım” uzun bir süre önce tıkandı. Silvan saldırısı ardından yaklaşık bir yıl önce “Devlet Önderimizi, hareketimizi ve halkımızı oyalamak istiyor ” ifadesiyle görüşmelerin tıkandığı hatta son bulduğu ilan edilmişti. Uzun süredir devlet, KCK operasyonu adı altında binlerce insanı tutukluyor. Siyaset kanalı tıkandıkça askeri seçenek zorunlu olarak öne çıkıyor, ancak hala devletle anlaşılabileceği, ikna edebileceği düşüncesi de tamamen rafa kalkmış değil. Bu ikircikli tutum, Kürt Ulusal Hareketi içinde sürekli yer değiştiriyor. BDP milletvekili Leyla Zana çıkıp; “Bu işi ancak Erdoğan çözer” derken başka BDP yetkilileri onu eleştirebiliyor. Kürt Ulusal Hareketi’nden bir yetkili barış, diyalog mesajı verirken; bir diğeri AKP’yle çözüm olmayacağını söyleyip AKP’yi siyasi yenilgiye uğratacak aktif bir mücadele stratejisi geliştirdiklerinden bahsediyor. Tabii çelişkili görüş ve açıklamaların farklı tarihsel kesitlerde yapıldığı unutulmamalı. Ancak yine de pragmatist bir siyaset yürüten Kürt Ulusal Hareketi’nin Suriye konusunda ne tür bir yönelim içine gireceğini kestirmek güç.
PYD’nin; ABD’nin bölgedeki en güvenilir adamı olduğu söylenen Barzani’nin öncülüğünde yapılan Erbil anlaşmasına dahil olması büyük bir tehlikeye işarettir. Niyet Suriye’de emperyalist projeye rıza göstermemek, ÖSO ile birleşmemek olsa bile Barzani’nin bölgedeki varlığı bile teyakkuz halinde olmayı gerektirmiyor mu?
Suriye’de Özerklik ilan edilmesinin tarihiyle Şemdinli’de halen sürmekte olan çatışmaların tarihi birbirine yakındır. Batı Kürdistan kuruluyor söylemi, her parçada olduğu gibi Türkiye kesiminde de çok büyük bir heyecan yaratmıştır. Yüzyıllardır vatansız kalan Kürtler sanki bu rüyalarını gerçekleştiriyormuş gibi bir duygu, tabanda yaygın bir coşku yaratmıştır. PKK, 1984 yılında Eruh-Şemdinli baskınıyla silahlı mücadeleyi başlatmıştı. Şemdinli’nin seçilmesinin böyle tarihsel bir anlamı/mesajı var. İşte bu koşullarda başlayan Şemdinli ve çevresindeki çatışmalar ikinci haftasına girdi. PKK’nin tarihinde belki de hiç bu kadar uzun süren bir çatışma olmamıştı.
PKK’nin son derece politikleşmiş bir ortamda “alan savunmasına geçtik” açıklamasıyla, yürüttüğü Halk Savaşı’nı, stratejik savunma aşamasından stratejik denge aşamasına yükseltmeye çalıştığı görülüyor. Ancak bu karar çeşitli riskler taşımaktadır. Hatırlanacağı gibi Türk Ordusu 90’lı yıllarda Kuzey Irak’ı işgal ederek PKK kamplarına operasyon yaptığı bir dönemde, cephe savaşı ya da alan savunması denenmiş; çok büyük kayıplar verilmişti. Ne tarih ne de konjonktür aynı değil. Ancak Halk Savaşı’nda bir bölgeyi çok uzun süre elde tutmak ya da kurtarılmış bölgeler yaratmak biçimindeki tarz her yönüyle çok gelişkin bir aşamayı ifade eder. Henüz bu aşamaya gelindiğini söylemek zor, ancak görüldüğü kadarıyla PKK; Batı Kürdistan söyleminin yaygınlaşmasını askeri ve siyasi bir sıçrama yapabilmek için fırsat olarak görüyor. Uluslararası kamuoyunda ve tabanında Kürt uyanışının Türkiye’ye de sıçradığını göstermek istiyor. Dünyanın adeta nefesini tutup gözünü ve kulağını aylardır Ortadoğu’ya çevirdiği bu konjoktürde, en ufak bir ses bile büyük yankı uyandırıyor. Bazen öyle tarihsel kesitler vardır ki onlarca yılda yaşanabilecek olaylar kısacık bir ana sıkışır. İşte Kürt coğrafyası böyle bir tarihi dönemden geçiyor.
Doğru yönde atılmış her adım çok büyük sıçramalar yaratabileceği gibi; yanlış bir adım, can-kan pahasına korkunç acılar çekerek ve büyük bedeller ödeyerek biriktirilmiş kazanımların bir anda uçup gitmesine yol açar.
Hatırlanacak olursa Ortadoğu’da yakılan ateşe dostlarımızın dikkatini çekmiş; “Emperyalistlerin Suriye’de çaktığı kıvılcım büyüdüğünde ilk yakacağı kesimlerin başında Kürtlerin olacağını görmek için kahin olmak gerekmiyor”
(Devrimci Hareket- Sayı:36) biçiminde uyarıda bulunmuştuk. Ortadoğu’da siyaset yapan, mücadele yürüten özneler belki de hiç olmadığı kadar geleceği düşünmek zorunda. İnsanlığın beşiği Ortadoğu’da halkların kanı, gözyaşı binlerce yıldır birbirine karışıp Dicle ve Fırat’a akmıştır. Halklar, acılarını da sevinçlerini de birlikte yoğurup güneşin sofrasına oturmuşlardır. Biliyoruz ki dostlarımız, Arap halklarının gözyaşı üzerinden elde edilebilecek bir “özgürlüğe” asla tamah etmeyecektir.
Günü kazanmak önemlidir; ancak geleceği kucaklamayan hiçbir başarının kalıcı olma şansı yoktur.
PYD ve PKK’nin gücü, örgütlülüğü bölgenin diğer güçleri karşısında son derece cılız olabilir ancak halka dayanan hiçbir güç yenilmez. Halk yenilmez.
5 AĞUSTOS 2012 DEVRİMCİ HAREKET
Sayı 38 (Kasım 2012 – Ocak 2013)