EMPERYALİST SALDIRI VE İŞGAL KARŞISINDA
LİBYA HALKININ YANINDA OLMAK ERTELENEMEZ BİR GÖREVDİR
Emperyalizmin tarih boyunca hangi gerekçeyle olursa olsun girdiği coğrafyalara götürdüğü tek şey; kan ve gözyaşıdır. Bilindiği gibi Afganistan ve Irak işgallerinin senaryosu da demokrasi götürmek üzerine kurulmuştu.
İşgalleri haklı çıkarmak için yürütülen kara propagandanın etkisi azaldıkça ortaya çıkan tablo tam da emperyalizmin katliamcı yüzüydü. Emperyalizmin özgürlük ve demokrasi anlayışının ne olduğunu anlamak için ise işgal edilen yerlere bakmak yeterlidir. İşgalden bu yana sadece Irak’ta 1,5 milyona yakın insan katledilmiş, sürgün, açlık, hastalık ve yoksulluk Irak halkının yazgısı olmuştur.
ABD’nin kriz sürecinde uluslararası politikada havucun yanında sopaya daha sık başvuracağını; Ortadoğu’da yaygınlaşan isyan hareketlerinin ‘değişim’, ‘özgürlük’ taleplerini istismar ederek bölgede ihtiyaç duyduğu düzenlemeleri hayata geçirmek için dolgu malzemesine dönüştürmeye çalışacağını söylemiştik. Kendi ülkesinde bile hiçbir inandırıcılığı kalmamış diktatörlerin uşaklık konusunda arzu edilen hizmetleri yerine getirememesi emperyalistleri yeni arayışlara itti. Emperyalizmin isyan hareketlerini desteklemesinin arka planında sisteme taze kan taşıma düşüncesi yatmaktadır.
Emperyalizmin iştahını kabartan olgulardan biri de enerjidir. OPEC’in 2009 yılı verilerine göre günlük petrol üretiminde, Nijerya (2,211 milyon varil), Cezayir (2,125 milyon varil) ve Angola’dan (1,948 milyon varil) sonra Libya, 1,8 milyon varil ile Afrika´da en büyük dördüncü petrol üreticisiydi. Ayrıca Libya, 44.3 milyar varillik kapasitesi ile Afrika’nın en büyük petrol yataklarına sahiptir. OPEC, Libya’nın doğalgaz rezervinin ise 1,540 milyar m3 olduğunu açıklamıştır. Libya, geniş coğrafyası, az nüfusu ve cılız ordusuyla emperyalistler için kolay lokma olarak değerlendirilmiştir. Libya eğer düşerse sıradaki hedef Cezayir veya Sudan olabilir. Her ne kadar BM kararı kara harekâtını içermese de emperyalistleri Libya halkı ve uluslararası kamuoyunun tepkisi dışında hiçbir engelin durduramayacağı açıktır.
BM Güvenlik Konseyi’nde, Libya’ya saldırı 5 çekimser (Almanya, Rusya, Çin, Hindistan, Brezilya) oya rağmen 10 evet oyuyla kabul edildi. Çekimser oy kullanan ülkelerden Almanya dışındakiler BRIC diye adlandırılan ülkeler. Almanya’nın saldırıya evet dememesi Libya sevgisinden değil, enerji pastasının İtalya, İngiltere ve Fransa tarafından önceden paylaşılmış olmasındandır. ABD’nin de kalan payı talep etmesi, Almanya’nın iştahının kapanmasına yol açmıştır. Çin ise uluslararası siyasette gerilimi tırmandırmayı değil uzlaşmayı tercih eden bir ülke. Doğrudan çıkarı olmayan yerlerde çekimser kalmayı, cepheden karşı çıkmamayı bir siyaset olarak benimsemiş durumda. Rusya’nın veto etmemesinin arkasında ise ABD ile yürütülen pazarlıklar yatıyor. ABD Başkan Yardımcısı John Biden’in Rusya ziyaretinde, DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) üyeliğini desteklediğini açıklaması ve ABD’nin Polonya’da yapımını gündeme getirdiği füze savunma sistemi ve hava üssü projesi Rusya’nın çekimser kalmasında etkili oldu.
Arap Birliği’nin ve Türkiye’nin saldırı sürecinde oynadığı ikiyüzlü politikalar dikkatle incelenmelidir. Arap Birliği Libya’yı üyelikten atmakla kalmamış emperyalist saldırı adına BM’de karar çıkarmak için elinden gelen çabayı sergiledikten sonra sivil kayıpların artmasıyla birlikte saldırıya karşıymış havası yaratmaya çalışmıştır.
Emperyalizmin Ortadoğu’daki isyanlara yaklaşımında da çifte standart göze çarpmaktadır. İsyanların yaşandığı ülkelerin işbirlikçilikteki yeri desteğin niteliğini belirlemektedir. Bir yandan kapitalist pazara tam olarak entegre olmamış ülkelerde zorla isyan çıkarılmaya çalışılırken diğer yandan isyan çıkan bazı ülkelerde ise yaşanan katliamlar görmezden gelinmiştir. Tunus isyanı için yaptığımız değerlendirmede bu duruma dikkat çekerek “…Emperyalistler bir yandan kapitalizme tam olarak entegre olmamış Libya, Suriye, İran vb. ülkelerde sokakların ısınmasını, yönetimleri devirmek için desteklerken diğer yandan uşaklıkta kusur etmeyen S.Arabistan, Ürdün, Katar vb. yönetimleri ise koruma refleksi gösterecektir.” (D.Hareket Sayı 32, s.62) tespitinde bulunmuştuk. Gelinen aşamada bir yandan isyancıların korunması, desteklenmesi aldatmacasıyla Libya’ya zorla müdahale edilirken; aynı günlerde bazı ülkelerde ise, sokak gösterileri kanla bastırılıyor ama nedense emperyalistlerin aklına demokrasi, insan hakları, özgürlük gelmiyor.
Libya halkının başına bombalar yağarken aynı günlerde Bahreyn’e S.Arabistan ve BAE’ne ait 1.500 civarında asker, isyanı bastırmak adına getirilmiştir. Ayrıca olağanüstü hal ilan edilerek gösterilerin merkezi olan İnci Meydanı’ndaki çadırlar yakılmış, eylemciler zorla dağıtılmış ve isyanın sembolü olan meydandaki anıt iş makinalarıyla yıkılmıştır. Yemen’de ise hükümet güçleri göstericilerin üzerine ateş açarak onlarca kişinin ölümüne yüzlerce kişinin ise yaralanmasına sebep olmuştur. Çelişki gibi gözüken çifte standartın sebebi ise; emperyalistlerin, isyanların yönünü henüz istenen kanallara akıtamamış olmasıdır.
Emperyalizmin Arap coğrafyasındaki isyan hareketlerine bu kadar müsamaha göstermesinin, zaman zaman destek veren açıklamalarda bulunmasının arkasında sokak gösterilerinin kendiliğindenci niteliğinin aranması gerekmektedir. Doğru bir önderlikten yoksun olan kitlelerin, güçlü bir direniş sergileseler bile egemenlerin çeşitli tuzaklarından kurtulup doğru yönü bulması pek mümkün değildir. Tunus ve Mısır pratiklerinin de gösterdiği gibi sokakları zapteden göstericiler diktatörleri kovmuş olmasına rağmen faşist diktatörlükler ayakta kalmayı başarmıştır. Halklara kan kusturan, işkencenin her türünü uygulayan ordu adeta kurtarıcı gibi sunularak, kitleler bilinçleri çelmelenerek celladına aşık edilmeye çalışılmıştır.
LİBYA’YA SALDIRI BOMBALAR DÜŞMEDEN ÇOK ÖNCE BAŞLAMIŞTIR
1969 yılında bir askeri darbeyle başa geçen Kaddafi’nin ilk icraatı krallığın ortadan kaldırılması olmuştur. Enerji kaynaklarının kamulaştırılmasıyla ABD petrol şirketleri ülkeden kovulmuş ve Amerikan üssü de kapatılmıştır. Libya’da elektrik, su, sağlık, eğitim parasızdır. Halka ücretsiz konut verilmekte ve petrol gelirlerinin belirli bir kısmı dağıtılmaktadır.
Halkın yaşam koşulları görece rahat olduğu halde neden isyan çıktı? 1986’da ABD, Trablus ve Bingazi’ye hava saldırısı yaparak 60 kişinin ölümüne sebep olmakla kalmayıp BM üzerinden abluka uyguladı. 2003’te emperyalizmin Afganistan ve Irak’ı işgal etmesinin ardından Kaddafi ekonomik ve siyasî tavizler vermek zorunda kaldı. Ekonomiyi yabancı bankalara ve şirketlere açtı. IMF ile anlaşmalar yaparak pek çok devlet şirketini özelleştirdi ve gıda ve benzin gibi temel maddelere devletin sübvansiyonunu kesti. 2003 yılından bu yana da İtalyan şirketi ENI, Fransız TOTAL, İspanyol REPSOL YPF ve Hollandalı Royal Dutch, Shell vb. Libya´ya yerleştiler. İsyanların ilk başladığı yerlerin uluslararası tekellerin faaliyetlerini yoğunlaştırdığı bölgeler olması, üzerinde durulması gereken bir olgudur. Bingazi, Libya’nın petrol ve gaz borularının, rafinerilerinin çoğuna ve sıvılaştırılmış doğalgaz limanına çok yakın. Emperyalistlerin sadece ekonomik alanda değil; teknisyen, mühendis vb. adıyla bölgeye gönderdiği unsurlarla da kışkırtma, taban yaratma faaliyetlerini sürdürdüğü ve etkili de olduğu görülüyor.
Libya’ya yapılan saldırıyla bir kez daha emperyalizmin dünyanın ezilen halklarının düşmanı olduğunu gördük. Uluslararası kamuoyunun ve ezilen halkların gözünü boyamak için saldırı öncesi kurgulanmış senaryolar eşliğinde adım adım saldırı ve işgal planları hayata geçirildi. Irak ve Afganistan işgallerinde kara propaganda yöntemleri aktif olarak devreye sokularak işgale kılıf uydurulmaya çalışıldı. Libya’da medya ve diğer iletişim araçları yardımıyla kara propagandanın doruk noktasına ulaştığı görülüyor. Tunus ve Mısır isyanlarında internet (twitter, facebook vb.) yoğun olarak kullanılırken Libya’da Arap TV ve gazeteleri devreye sokuldu. Irak işgalinde muhalif medya olarak sunulan El-Cezire, El Arabiya gibi kanallar bu kez işgal için zemin hazırlamak için devreye sokuldu. Özellikle Katar Emiri ve hükümetinin kontrolünde olan El-Cezire ve S.Arabistan’ın kanalı olan El-Arabiya kanalları sadece bilgiyi çarpıtmakla kalmayıp hayali haber üreterek beyinleri çelmelemeye çaba harcamıştır. El-Cezire’nin, “Libya jetlerinin büyük şehirlerde göstericilere ateş açtığı” haberine karşılık bağımsız haber ajansları ve Rus Genelkurmay Başkanlığı, casus uydularının Libya üzerinde 24 saat izleme yaptığını belirterek, “Batı medyasında çıkan, Libya hava kuvvetlerinin halkı bombaladığı yönündeki haberler, abartılı ve kasıtlı yalandır.” açıklaması yaptı. Yalan haber ve enformasyonun boyutu o kadar arttı ki, artık işler bakanlar düzeyinde yürütülüyor. İngiliz Dışişleri Bakanı William Hague, Libya’da Kaddafi’ye ve rejime karşı ayaklanmayı canlandırmak için“Kaddafi’nin Venezüella’ya kaçtığı” yalanını söyledi.
Kaddafi ailesinin aşırılıkları, milyarlarca dolarlık serveti olduğu söylentileri, uluslararası toplantılarda yaptığı çıkışlar, emperyalistlerce Kaddafi’nin deli gibi gösterilmesi, işgale meşru zemin yaratmak içindir.
TÜRKİYE BÖLGEDE EMPERYALİZMİN TRUVA ATI ROLÜNÜ ÜSTLENMİŞTİR
AKP’nin hükümete getirilmesinin ardından Türkiye’nin dış politikasında da önemli değişiklikler olmuş; aktif dış politika yürütülmesi adı altında hükümet adeta ABD’nin büyükelçiliği gibi çalışmaya başlamıştır. Başbakan’ın BOP’un “eşbaşkanı” olduğunu söylemesi dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Türkiye’nin, Rusya-Gürcistan savaşının hazırlık aşamasında Gürcistan’a silah, lojistik destek, askeri eğitim vb. sağlaması BOP’ta rolünün ne olduğunun anlaşılması için öğreticidir.
Libya saldırısı öncesi faaliyetleri incelendiğinde de Türkiye’nin benzer bir rol oynadığı görülür. Halkın Kaddafi’ye olan tepkisi kışkırtılarak iç savaş çıkarılmaya çalışılmıştır. Başta Türkiye olmak üzere vatandaşları kurtarma bahanesiyle havadan ve denizden Libya ablukaya alınmakla kalmamış, insani yardım adı altında her türden malzeme bölgeye sevk edilmiştir. Kaddafi’nin isyandan sorumlu tuttuğu ülkelerin başında Türkiye’yi sayması da emperyalizmin Truva atı misyonunu pekiştiriyor. Devamında Türkiye, Arap ülkelerini ziyaret ederek Arap Birliği’nin tavır alışında etkili olmuştur. BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararda, Türkiye’nin saldırı yönünde oy kullanması da ‘model ülke’ kavramından ne anlaşılması gerektiğini göstermiştir. Başbakan, saldırı öncesi “Şimdi bize basın mensupları soruyor. NATO Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO’nun ne işi var Libya’da? Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, tartışılamaz” şeklinde açıklama yaparken saldırıların başlamasıyla birlikte komutanın NATO’ya devri yönünde çark etmiş durumda. Hükümetin NATO kapsamında aktif saldırıya katılmak yerine Arap dostu imajını koruyarak ‘insani yardım’ görüntüsü altında işgale lojistik destek vereceği görülüyor. Kısa süre içinde Libya halkına yardım adı altında Kızılay, İHH, Deniz Feneri vb. kamuflajıyla bir takım faaliyetlerin hazırlıkları yapılacaktır.
Libya halkının tepesine, kadın-çocuk demeden bomba yağarken, saldırılar katliam boyutuna varmışken her konuda hükümeti eleştiren muhalefetin bu kez hemfikir olmasını neyle açıklamak gerekir? Türkiye egemenlerinin hükümetiyle muhalefetiyle işgal yönünde ağız ve dil birliği etmişçesine açıklamalarında tam bir uyum gözleniyor. Kılıçdaroğlu “Eğer Birleşmiş Milletler böyle bir karar almışsa, uluslararası bir meşruiyet kazanmış demektir… Ve bu konuda Türkiye’nin tavrı yanlış değildir. Uluslar arası meşruiyet kazandığına göre yapılan çağrıları da olumlu buluyorum. Bunu ifade etmek isterim.”yönünde yaptığı açıklama ile emperyalizme hizmet sözkonusu olduğunda burjuva siyasetçilerinin arasındaki tüm farkların silindiği, tek ses haline geldiği bir kez daha tescil edilmiş oluyor.
LİBYA SALDIRISI’NDAN DERSLER-SONUÇLAR
Ortadoğu’da isyan ve ayaklanmaların kendiliğindenci yanı görmezden gelinerek yapılan değerlendirmeler niyetten bağımsız olarak güçlüden yana tavır almak anlamına geliyor. Ortadoğu’da fark gözetmeksizin tüm sokak gösterilerini, isyanları olumlamak, onlara kutsiyet atfetmek anlamına gelir. Libya’da isyan patlak verdiğinde de niteliğine, önderliğine, taleplerine bakılmaksızın bir diktatörden daha kurtulunuyor kolaycılığıyla olaylara bakmak, niyetten bağımsız olarak güçlüden yana bir yedeklenmeye zemin hazırlar. Kaddafi’nin diktatör kimliği elbette ki teşhir edilip Libya halkının demokrasi ve özgürlük talepleri desteklenmeli; ancak, Kaddafi’den daha geri (krallık taraftarları ya da feodal unsurlar) niteliklere sahip, emperyalizmden medet uman kalkışmalara olumluluk atfedilmemelidir. Aksi durumda Kaddafi’ye karşı çıkmaya çalışırken emperyalizmin destekçisi konumuna düşmek işten bile değildir.
ABD’nin, Libya Ulusal Kurtuluş Cephesi adıyla anılan yapının kuruluşundan itibaren rol almasının yanında, TV kanallarında Kral lehine sloganlar atılması, Krallık döneminin bayraklarının taşınması gibi görüntüler bile yapılmak istenenler hakkında ipucu verirken; hala Arap devriminden bahsetmek için Marksizm’in ölçek ve normlarından oldukça uzaklaşmış olmak gerekiyor. Emperyalizmin saldırısından bir gün önce ‘isyan’ı selamlayanlar halkın başına bombalar yağarken ne diyecekler? Emperyalizmin saldırısı olana kadar egemen yönlendirmenin dışına çıkılamamış olması, bir yedeklenme halini yansıtmıyor mu?
Ortadoğu’daki isyan dalgasının sebepleri yeterince kavranmadığında, yorumlarda da çarpılmalar görülüyor. Türkiye’de de asıl tehlike örgütlenmeye, uzun süreli mücadeleye gerek kalmadan gelgit gibi yükselen bir dalga sonucu her şeyin değişebileceği inancının yerleşmesidir. Arap ülkelerinde kabaran isyan dalgası bize de gelecek algılamasının arkasında bu yanılsama yatmaktadır. Solun durumu, halkın örgütlülük düzeyi vb. göz önüne alınmadan yapılan değerlendirmeler kurtarıcı beklemekle eş anlamlıdır.
Emperyalist işgal veya saldırılar karşısında Libya halkını savunmak tarihsel bir zorunluluktur. Geleceğine ancak Libya halkı karar verecektir. Emperyalist saldırı ve işgale karşı Libya halkını; diktatörlüğe karşı ise gerçek demokrasi ve özgürlüğü savunacağız.
YAŞASIN LİBYA HALKININ
EMPERYALİZME KARŞI ONURLU DİRENİŞİ!
EMPERYALİZM YENİLECEK
DİRENEN HALKLAR KAZANACAK!
23 MART 2011
DEVRİMCİ HAREKET