BM Güvenlik Konseyi’nin araya girmesiyle sağlanan ateşkes sonrasında bugün, zafer işaretleriyle gösteri yapan Hizbullah militanlarının ve İsrail askerlerinin fotoğrafları, burjuva medyada “kaybeden yokmuş” yorumu eşliğinde verildi. Gerçekten kaybeden yok mu veya kim kazandı? Lübnan’da ne oldu?
Tabii ki gerek İsrail, gerekse işbirlikçileri ve onunla aynı çıkarlar üzerinden dost olanlar; İsrail’in kazandığını veya Hizbullah‘ın kaybettiğini yazacak/söyleyecek ve bu akıldışı iddiayı kanıtlamak için yalan üretme mekanizmalarını tam kapasite çalıştıracaktır. Bu yalan anaforunun etkisine girmemenin ve gelişmeleri doğru okumanın yolu, gerçekte zor veya karmaşık değildir.
İsrail’in Lübnan‘a giriş nedenlerini; söylenenleri ve çekilmek için ortaya konan koşulları anımsayalım. İsrail gerçekte Lübnan’a girmek için uzun süredir hazırlık yapıyor olmasına rağmen, saldırısını “iki askerinin Hizbullah tarafından kaçırılması” ile gerekçeledi. Daha sonra sürekli olarak sınırlarının güvende olmadığından, Hizbullah’ın bitirilmesi (dişlerinin sökülmesi) gerektiğinden söz etti. En kısa zamanda varmak istediği hedeflerden biri sınırdan Litani Irmağı’na dek 30 km boyunca ilerlemek ve bu alanı adeta insansızlaştırmak. Fakat, geçmişte saldırılarını çok kısa sürede sonuçlandıran ve bu kez de benzer iddialarla saldırıya geçen İsrail, 33 gün boyunca ancak 6 km ilerleyebilmiş ve tarihinde rastlamadığı türden kayıplar vermiştir. Öyle ki bu durum burjuva medyada dahi şu veya bu oranda yer almış, İsrail parlamentosunda tartışmalara yol açmış ve daha da önemlisi Suriye, İran gibi hedefteki ülkeler dahil bölge halklarını, genelde emperyalizm özelde İsrail karşısında cesaretlendirmiştir. Düşünün bir kez, İsrailliler, cumartesi gecesi düşürülen helikopterlerinin ölü mürettebatına dahi ulaşmayı başaramamışlardı.
Değerlendirmelerden biri de önce Hizbullah‘ın etkisiz kılınacağı sonra da sıranın İran’a geleceği biçimindeydi. Bu vb. iddia ve beklentilere baktığımızda hiçbirinin gerçekleşmediğini, Hizbullah’ın süreçten çok daha güçlenerek çıktığını, İsrail’in esir askerlerini bile alamadan geri çekildiğini görüyoruz. Başlı başına bu bile, İsrail’in bugüne dek verdiği güçlü ülke imajını yıkmış, onu büyük bir prestij kaybına sokmuştur. Eğer başarı, yıkılan bina ve katledilen masum insan sayısı ile ölçülüyor olsaydı; İsrail kazanmış sayılırdı. Ancak bunun başarı ölçütü olmadığını, tüm dünya halkları Irak’ta işgal güçlerinin yıkım ve katliamlar sonrasında uğradığı akıbetle gördü.
Bu türden yenilgilerin veya bataklığa saplanma hallerinin kurtarıcısı, genellikle taraflar üzerinde etkili olan arabulucular veya “barış güçleri” olmuştur. Anımsanacak olursa Irak’ta bu olasılıktan sık sık söz edilmekte ama somut sonuç elde edilememektedir. Bugün Lübnan’da yaşanan gelişme, İsrail’in giderek daha hızlı biçimde saplandığı Lübnan bataklığından, ateşkes adı altında, BM isminin yaptığı “meşru” çağrışım da öne çıkarılarak kurtarılmasıdır.
Evet, İsrail BM aracılığıyla kurtarılmıştır. Diğer bir ifadeyle, Skorsky helikopteri düşen, bir günde 24 askeri ölen ve 100 askeri yaralanan İsrail’in imdadına BM yetişmiştir.
“ İsrail F-16’larını vurma kapasitesi olmayan Hizbullah, yıllardır, İsrail ordusuyla karada karşılaşmak için bekliyordu. Şimdi bu uzun süredir planlanan kampanya operasyona dönüştü. Binlerce Hizbullah üyesi hayatta ve G. Lübnan’ın yerle bir edilmiş köylerinde, silahlarıyla bu anı bekliyorlar. Nasrallah‘ın, ‘İsrail’i Litani’nin kıyısında bekliyoruz’ uyarısından hemen sonra 20’den fazla İsrail askerini öldürdüler. ”(Robert Fisk)
Ateşkesin apar topar devreye sokulmasının en önemli sebebi budur. Savaş tabii ki bitmemiştir. Bu, İsrail için verilmiş bir moladır. Ve ABD de İsrail de kendilerini hazır hissettikleri oranda ateşkese veya uluslararası sözleşmelere uyma kaygısı içinde olmaksızın halkların başına yeni çoraplar örmek üzere harekete geçecektir.
Şimdi Ortadoğu coğrafyası daha da ısınmıştır. Ama, ABD ve İsrail, kayıplarını telafi etmek, rövanşı almak ve giderek kaybolan prestijlerini kurtarmak için çeşitli atraksiyonlar peşinde olacaktır.
Yaklaşık son 30 yıldır hava üstünlüğüne sahip orduların girdikleri çatışmalarda bu üstünlüğü önemli bir avantaj olarak kullandığı görüldü. Hatta anımsanacak olursa ABD de Irak saldırısından mutlak başarı beklentisini bu üstünlüğe bağlamıştı. Ne var ki tarih bir kez daha üstün ateş gücüyle donanmış orduların halk örgütlenmeleri karşısındaki aczine tanıklık ediyor. Birileri istediği kadar yıkılmış bina resimleri yayınlasın; umut ve onur yıkılmadıkça kaybedenler tüm savaşların sorumlusu emperyalistler ve onların işbirlikçileri olacaktır. Ve her geçen gün süreç halkların lehine işlemekte, tehditlerin içi boşalmakta ve hedefe konan İran, Suriye, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, vb ülkelere saldırabilme olasılığı azalmaktadır.
Bölgeye gönderilecek “barış” gücü içinde Türkiye’nin de adı geçiyor. Saldırılarda İncirlik Üssü’nü kullandıran ve dolayısıyla katliamlara ortak olan Türkiye egemenlerinin, özellikle Kuzey Irak’ta uzatılacak bir elma şekerine (gerçekte verilecek bir çeşit rüşvete) karşılık, Lübnan’a asker gönderme suçunu işlemeleri zayıf bir olasılık değildir.
Engelleyici potansiyele sahip tüm güç ve olanakların vakit geçirmeden harekete geçmesi, bölge halklarına karşı atılacak bu türden adımların içinde yer almayı önleyebilecektir. Bu, devrimci-demokratların olduğu kadar duyarlı tüm kesimlerin omuzlarına binmiş bir sorumluluktur.
15 Ağustos 2006