Madımak, bugünkü kitlesel katliamcıların 1993’teki suretidir
Kimi yıldönümleri vardır, bırakalım anılan konunun giderek eskidiğini göstermeyi, tersine olguyu daha net, daha görünür ve anlaşılır kılar. Tabii bunun öncelikli koşulu, an’dan fotoğraf çekmekle yani olup biteni salt haberleştirmekle yetinmemek, dün-bugün ilişkisi kurmaktır. Bu, aynı zamanda, neden-sonuç, katil-maktul ilişkisinin güncellenmesini, olayın tarihsel süreç içerisindeki yerinin değerlendirilmesini gerektirir. Bu bağlamda, 1993’ün 2 Temmuz’u yalnızca bir yangın değildir; Madımak yalnızca bir yer, saldırganlar yalnızca “failler/tetikçiler” değildir.
Sivas yangını, bugün çok daha çeşitlenmiş ve gelişmiş halini gördüğümüz, egemen sınıfların toplumsal muhalefete müdahalesinin dönemsel araçlarından biridir; sürecin tayininde, toplumsal dinamiklerin bastırılması ve sindirilmesinde bugün kitlesel katliamları giderek yaygınlaştırıp rutin hale getirenlerin 1993’teki suretidir.
Kısaca anımsayalım; 1993’te Sivas’a “Pir Sultan Abdal Şenlikleri” için gidenler, ilk andan itibaren boy hedefi haline getirildi ve katliam, devletin bölgedeki imkânlarıyla adım adım organize edildi. Katliam hazırlığının “Hakikat”, “Anadolu”, “Bizim Sivas” gibi yerel gazetelerdeki adı “Kıyama Çağrı” idi. Sonradan yaşananlar, tablodaki flu noktaları da arka planı da aydınlatmaya yetti. Sonuçta gerçek katiller iktidarlarını sürdürüp hesaplarını büyütürken, onların infaz ekibi, yargılamanın hemen her aşamasında gözetilerek ödüllendirildi. Ve Maraş katliamının devamı niteliğindeki Sivas katliamı, Ensar rejimine uzanacak olan sürecin önemli bir durağı, ara basamağı oldu.
Maraş’tan Sivas’a, Sivas’tan Ensar rejimine
Tablo, pek çok açıdan 1978 Maraş katliamına benziyor. Bu benzerliğin en önemli noktalarından biri, Maraş’ın bir numaralı sanığı Ökkeş Şendiler örneğinde olduğu gibi, Sivas katilleriyle (avukatlığını yapmak dahil) çeşitli ortak mesaileri olanların da parlamentoda görev alması yani iktidarlaşmasıdır. Bu, aynı zamanda katliam-iktidar ilişkisinin somutlanmasıdır; 1993’ün Sivas’a sebep kadroları ile bugünün Ensar’cı, 4+4+4’çü kadroları arasındaki ideolojik-politik devamlılığın ve örgütsel yoldaşlığın ifadesidir.
Eğer Madımak katliamı, yobazlığın-gericiliğin olduğu kadar sermaye ile dinselleştirme arasındaki simbiyotik ilişkinin bir alandaki dışa vurumu ise, bugün tüm ülkede bir Madımaklaştırma yaşandığını söyleyebiliriz. Bunun bir yüzünü tecavüzler, dayatma ve baskılar oluştururken, diğer yüzünü devlet eliyle yürütülen tam teşekküllü dinselleştirme operasyonları oluşturuyor; eğitim, Ulusal İstihdam Stratejisi kapsamında işe göre yani tekelci sermayenin ihtiyaçlarına göre planlanıyor.
Türkiye’de İran ve Suudi Arabistan’dakilerin toplamından daha fazla cami olması, Diyanet’in bütçesinin 7 Milyar TL’yi bulması, sadece Cami Yaptırma Derneği sayısının 17 bin 500 olması, akla ilk gelen rakamsal ipuçlarıdır. Bu alanda hazırlığı yapılan son adım, Maarif Vakfı’dır. Meclis’ten bu yasanın da geçmesiyle beraber, eğitimin vakıflar aracılığıyla yürütülmesi biçimindeki fiili duruma yasal kılıf getirilmiş olacaktır. Bunun gibi objektif verilere dayanarak yani sübjektivizme düşmeden, toplumun kılcallarına dek dinselleştirme ile muhatap edildiğini söyleyebiliriz. Bu, Sivas 1993’ün güncellenmesi, o eğilimin iktidarlaşması ve benzinin yanında çeşitlenmiş pek çok araçla amacın adım adım gerçekleştirilmesidir.
Hafızasızlık Sivaslara zemin hazırlar
Toplumsal olaylar karşısındaki hafızasızlığın; acının, katliamın, yangının tekrarına fırsat verdiğini söyleyebiliriz. Yangını sırf Madımak’tan ibaret görmenin de benzer bir yan etkisi vardır. Halbuki bakış açısını büyüttüğümüzde, yangın yerlerinin sanılandan veya dillendirilenden çok olduğunu, buna Vietnam, Filistin, Irak, Suriye gibi pek çok coğrafyanın girdiğini, 19 Aralık 2000 yılında “Hayata Dönüş” operasyonunda hapishanelerde de insanların yakıldığını, bugün bu acının Kürtçe versiyonunun Sur’un-Cizre’nin bodrumlarında yaşatıldığını görebiliriz. Bu örnek çokluğu üzerinden iz sürdüğümüzde, sadece faile değil gerçek katile ulaşırız. Bu, kibriti çakan figürandan öte çok daha kapsamlı, sistemsel bir güçtür.
Sivas katliamı gibi saldırılarda gerçek faillerin amacının ne olduğunu, devam eden süreçte izlemek, görebilmek mümkündür. 1993 Temmuz’unun devamında Çiller-Ağar-Güreş ile tüm muhalif kesimlerin ezilmesi operasyonları, faili meçhuller vb. gündeme geldiyse; Sivas için, “Egemen sınıflar, devamında nasıl bir düzen amaçlıyor olacaklar ki böyle bir katliama zemin hazırladılar?” sorusu zorlama veya abartılı değil aksine açıklayıcıdır. Eğer Hitler faşizminin saldırılarını, yangınlarını ve gaz odalarını, bu katliamlarda görev alan “personel”den ibaret görmüyor, Alman emperyalizminin/ sermayesinin ihtiyaçlarıyla doğrudan ilişkilendiriyorsak, Sivas’ta da yalnızca kriminal izler değil sınıfsal izler sürmek durumundayız.
1993’te Madımak katliamını organize eden siyasal iradenin bugünkü izdüşümü AKP’dir. Bu organizasyonun eliyle Hızır paşa siyaseti, yani insanların inancını baskılayan, iktidarın dayattığı din ve mezhep üzerinden toplumu biçimlendiren anlayış, sermayenin istekleri çerçevesinde sınıf kardeşliğini tarikat-cemaat kardeşliği ile ikame etme yönünde önemli mesafeler kat etmiştir. Bu, aynı zamanda gerçek amacın biat eden, rıza gösteren, beklentilerini öte dünyaya erteleyen suskun bir toplum yaratmak olduğunun göstergesidir.
Madımak’la küresel ilişki
Madımak’la küresel ilişki, küresel ekonomi politikle ilişkidir. Üstelik bu, mevcut resmi karmaşıklaştıran değil görüntüyü netleştiren bir işlev de görüyor. Örneğin Sivas 1993’teki saldırganların iktidarla kurduğu görece örtük ilşki artık Suriye’de yok. Failler, savaş gemileriyle, bombardıman uçaklarıyla gelip Suriye’nin Madımaklaştırılmasında doğrudan rol alıyor. Görünür gerekçe, Esad’la anılan Baas rejiminin mezhepsel veya siyasal nitelikleriyle ilişkilendirilebiliyor; gerçekte ise bu, Sivas’ta olduğu gibi işin bahanesidir. Asıl neden, giderek kapsam büyüten neoliberal politikaların engelsiz biçimde uygulanabilmesi için, dünya ölçeğinde emperyalizmin, Türkiye özgülünde işbirlikçi egemenin, halktaki tüm itiraz noktalarını ezmeyi bir politik hat olarak belirlemiş olmasıdır.
Tüm bu nedenlerle bugün Madımak’ta yitirdiğimiz canları anmak, mücadelelerine sahip çıkmak, Dünya’da ve Ortadoğu’da emperyalizme, Türkiye’de ve Cizre’de faşizme karşı durmayı, Cizre ile Cerattepe’yi; istihdamın esnekleştirilmesi, geleceksizlik ve güvencesizliğin yaygınlaştırılması ile dinselleştirmenin yaygınlaştırılmasını aynı karede görebilmeyi gerektiriyor.
Yangın sonrasında, Madımak Oteli’nin yerine yapılan Bilim ve Kültür Merkezi’ni ziyarete gidenler, içeriye girdiklerinde hâlâ yangın kokusu aldıklarını söylüyor. Benzer şekilde, bizim bulunduğumuz yerden, oraya hiç gitmeden o kokuyu almamız, o acının damarlarımızda, yürek hafızamızda ve beynimizde canlanması, olgunun doğası ve bizim insanlığımız gereği değil midir? Ancak bugün artık insan olmak, aydın olmak, devrimci olmak daha ötesini gerektiriyor. Metin Altıok’un şiirindeki dizeler, Hasret Gültekin’in sazındaki ezgiler dahil, onların tüm eserlerini, sahip oldukları ve uğruna can verdikleri değerleri aynı karede görebilmek, sahiplenmek, yaşatmak ve yeni bir dünya düşünün gerçek olması yolunda bir itici dinamik olarak değerlendirmek gerekiyor.
Sonuç yerine
Yaklaşık 400 yıl önce Sivas’ta asılmış olan Pir Sultan, bu kez modern Hızır paşalarca yakıldı; bu saldırı gerçekte, Pir Sultan’ın şahsında, özelde tüm katılımcılara genelde insanlığın ilerici-özgürlükçü değerlerine yapılmıştır. Katliamın iktidar desteği ve imkanları eşliğinde, bilerek-isteyerek ve tasarlayarak yapıldığı, artık daha net daha somut olarak biliniyor. Saldırganlarla ilgili olarak açılan davanın, sürecin başından beri Refah Partili milletvekillerince sahiplenilmesi, sanıkların mahkemede savunulması ve sürecin bilinçli müdahalelerle zaman aşımına uğratılması, katliamın “birkaç kendini bilmez”in işi olmadığının bir başka kanıtıdır.
Sivas’ta yitirilen 35 canla ilişkimiz, törenlerden ibaret olmamalı, onları öylesine yaşatmalıyız ki Behçet Aysan’ın bir dizesinden esinlenerek söylersek, bize “Sen bu şiiri okurken ben belki başka bir şehirde yeniden doğarım” diye seslenmeliler; Ensar rejimine karşı laiklik, faşizme karşı demokrasi ve emperyalizme karşı özgürlük mücadelesinde yanı başımızda olmalılar.
Bu yazı ilk olarak Mesele dergisinin Temmuz 2016 tarihli sayısında yayınlanmıştır.