Küresel boyuttaki gelişmelerin yerel boyuttaki sorunları belirlediği, sınıfsal çizgilerin çok daha net ve kalın biçimlerde çekildiği zorlu bir süreçten geçiyoruz. Tam da böyle bir düzenin gerekleri bağlamında AKP, yerel veya genel çok karmaşık görevler bütünü adına ve belki de önümüzdeki 15 yılı belirleyecek hesaplarla iktidara taşınmıştır. Eğer süreci böyle kavrarsak, Suruç ile Ankara, Silvan ile Antakya veya Can Dündar’ın tutuklanması ile Tahir Elçi’nin katledilmesi arasında doğrudan bağ kurabiliriz. Yoksa her olayı dar bağlamlar içinde açıklamaya, kimi teknik meselelere ve hatta tesadüflere bağlamaya kalkarız. Örneğin Rusya’nın uçağının düşürülmesi ne bir tesadüf ne de bir kazadır; hesapsızlığa da dayanmıyor. Belki Türkiye’yi zora soktu ama Türkiye zaten zorda olduğu için ABD ile beraber bu kararı aldı ve uyguladı. Ne var ki Rusya’nın domine ettiği süreçte pek de önleyici/geciktirici bir etki doğurduğu söylenemez. Aksine Rusya’nın daha etkili hamleler geliştirmesini beraberinde getirdi.
Ne yazık ki solun dağarcığını, algılama-yorumlama ve çözüm üretme kapasitesini çokça aşan bir süreçle karşı karşıyayız. Solun mevcut durumu, ülkedeki siyasallaşma seviyesinin düşüklüğünden bağımsız değildir. Siyasallaşmanın düşüklüğü de AKP eliyle 13 yıldır planlı biçimde uygulanan solun asimilasyonu ve ehlileştirilmesiyle doğrudan ilintilidir. Bu gerçeklik yok sayılıp sanki sihirli bir yöntem var da biz bu yöntemi bulamıyor uygulayamıyormuşuz gibi düşünüldüğünde, olup biteni anlamak ve çözüm üretmek daha da zor hale gelir. Devrimcilerin, bu duruma çözüm olarak siyasallığı özel yöntemlerle köpürtme şansı yok. Ancak böylesi dönemlerde de yapılacaklar elbette ki vardır.
Bugün solun hemen her kesitinde ve tüm çalışma alanlarında bir tıkanma, sıkıntılı bir arayış gözleniyor. Öyle ki bu tıkanmanın nedeni doğru okunamayınca, her birim ve hatta her kişi sanki çok daha başarılı olmak mümkün de veya bu konuda sihirli formüller var da bunları kendisi bilmiyor veya uygulayamıyormuş gibi tepkiler verebiliyor, arayışlar yanlış kulvarlara kayabiliyor. Dikkat edilirse hemen her çevrede “sol ne yapacak, nasıl örgütlenecek” gibi sorular öne çıkıyor. Türkiye’ye gelen Mujika’ya sıkça sorulan soru da bu oldu. “Nasıl birlik olacağız, nasıl örgütleneceğiz” gibi.
Bu konudaki arayışlar, sanıldığının aksine akademik-entelektüel çalışmalar değildir. İkili boyutu vardır. Birincisi, kuramsal birikim çerçevesinde yapılacak analizler, ikincisi siyasal pratikle doğrudan ilişki içinde yapılacak değerlendirmeler.
Tabii ki her dönemde olduğu gibi bugün de devrimcilerin, örgütlenme imkanlarını doğru değerlendirip daha başarılı sonuçlar için kafa yorması gerekiyor. Hele ki objektif koşulların bunca hazır olduğu, bir avuç egemen dışında hiç kimsenin gidişattan memnun olmadığı bu tarihsel kesitte; halka, doğru araç ve yöntemlerle gidip tepkiyi ve öfkeyi örgütlemek, acil bir görevdir ve mutlaka başarılmalıdır.
Lenin, asıl anlamıyla diyalektiğin, şeylerin özündeki çelişmelerin incelenmesi olduğunu söyler ve “Gelişme, zıtların mücadelesidir” der. Bu, aynı zamanda mücadeleyi hangi çelişmelerin üzerine oturtacağımızın ve gelişmeyi nerede aramamız gerektiğinin anahtarıdır. Ancak bu anahtarın kullanımı da yeniden üretimi, alanların ve dönemlerin özgünlüğünü dikkate almayı gerektiriyor.
Nasıl örgütleneceğiz?
“Nasıl örgütleneceğiz” sorusunu, “bugünün koşullarında halka nasıl gideceğiz, nasıl ulaşacağız, onları nasıl kazanacak ve nasıl kalıcı ilişki oluşturacağız” biçiminde okuyabiliriz.
Şairin dediği gibi “marşlar söyleye söyleye” çoğaldığımız anlar oldu. Hatta devrimcilerin halka gitmesi gibi halkın devrimcilere geldiği dönemler oldu. Örneğin 1960’lı yıllarda Marksist klasiklerin Türkçeye çevrilmesi başlı başına bir değişimi beraberinde getirdi; sol fikirlerin yaygınlaşmasını sağlayarak bu zemindeki örgütlülüğü büyüttü. 1965’te TİP, 15 milletvekiliyle parlamentoya girdi. Bugün bu türden çeviri vb. sorunlar olmadığı gibi tersine, yalan-yanlış kaynaklardan olumsuz etkilenme de söz konusu.
Elbette en geriye gidip tarihsel örneklere bakacağız, oradan dersler çıkaracağız. Örneğin Sinan Cemgil’in İngilizceyi iyi bildiği halde, “Biz ODTÜ’de üç kelime İngilizce öğrendik, Yankee go home,” derken ne kast ettiğini bilecek, süreçte en önemli olguyu öne çıkaracağız.
Nasıl mücadele edeceğiz, nasıl muhalefet edip kitlelerle nasıl bağ kuracağız?
Devrimcilerin görevlerinden biri de siyasi gerçekleri açıklamaksa, örneğin seçim çalışmaları en dar bağlamdaki oy avcılığı biçimdeki hesaplarla sınırlanmayıp, haber vererek gelmekte olan süreç doğru okunup halka, daha ileri ufuklu bir mücadelenin rotası işaret edilebilirdi. Hatta bu, halkla doğrudan ilişki kurmayı da kitleselleşmeyi de bir adım ileriye taşırdı. Buna uygun araçlar geliştirilseydi, halktan gelen oylar, doğru politika etrafında kalıcı bir ilişkiye çevrilebilirdi. Ama böyle olmadı. Bunu yapmak yerine, sandıktan çıkan oylar kalıcı, sabit bir veri kabul edildi. Ve sonuçta sandıkla gelen sandıkla kaybedildi.
Solun kalıcı ilişki oluşturmak gibi bir sorunu var. Halka ulaşma ve ilişki kurma çabası doğru araç ve yöntemlerle yapılamadığında, zorlama tarzlar devreye girer. Tam da bu nedenle, küçük burjuva veya lümpen kesimlerin zaaflarını okşayarak kitleselleşmeye çalışmak ile öncülük yerine kitle kuyrukçuluğunu tercih etmek, solda yaygınlık kazanmış durumda.
Kalıcı ilişki oluşturmak, devrimci çalışmanın ekseninde yer alır. Özellikle yapılaşmanın/partileşmenin tamamlanmadığı dönemlerde, hemen tüm çalışmalarda bu öngörüyle hareket edilir.
Salvador’da yaptıkları çalışmada, Devrimci Halk Bloku (BPR)’nun yöneticilerinden Facundo Guardado, mücadelede öne çıkmış yerlere gidilmesi gerektiğini söylüyor. Bunlar bizim için öğretmenler örgütüydü diyor. Onlara gittiklerinde köylülere de lise öğrencilerine de ulaştıklarını ve kalıcı ilişkiler oluşturduklarını söylüyor.
Dışarıdaki siyasallığın düşük seviyelerde seyrettiği koşullarda bırakalım kitleleri ayağa kaldırmayı, kitle örgütlerini işler kılmak bile zordur. Bu tür zeminler ya sapmaya uğruyor ve yozlaşma üretiyor ya boşalıyor. Bu bir paradokstur; hazır haldeki objektif koşullara denk sübjektif koşullar oluşmuyor.
Geçmiş deneyimlere bakıldığında yerine göre spor kulüplerinde bile siyasal çalışmalar örgütlemek mümkün. Önemli olan oraya giden devrimcinin sporculaşması değil oradaki sporcuların devrimcileşmesidir. Bu da kadro ilişkisini, kadro üreten kadro meselesini öne çıkarıyor.
Bu tür zeminleri siyasal düzeye taşımak zor olabilir. Ama biri diğerini reddetmez. Bunun için, toplumdaki günü birlik en doğal tepkilerin, tavır alışların organize edilebilmesi veya örneğin geçmişten kalmış olan ilişkilerin kalıcı ve daha aktif ilişkilere dönüştürülmesi amaçlanabilir. Ancak çalışmalar her zaman gözle görünür, somut sonuçlar üretmeyebilir; bunun için sabırlı ve ısrarlı bir çalışma şarttır.
Bir hareketin kitleselliği, kitleselleşebilme özelliği zor koşullarda sağlayabildiği ilişki ağıyla ölçülemez. Mesele, kitle mücadelesi geliştiği zaman, harekete geçmiş haldeki o potansiyele önderlik edebilme kapasitesidir. Olası süreç hangi yönde gelişiyor, hangi alanlarda hangi dinamiklerin harekete geçmesi mümkün; bunları öngörüp o doğrultuda örgütlenme alanları belirleyip o alanlarda birebir organik ilişkiler yaratmaktır. Devrimcilerin, bulundukları her birimde her dönem temenni ettikleri boyutta kitlesellik yaratma veya toplumsal dalgalar köpürtme koşulu yoktur; ama gündeme gelen dalgaları (hazırlıklı olunması halinde) büyütme ve sonuç alıcı mecralara yönlendirme şansı vardır. Kitlelerin harekete geçmesi birçok faktöre bağlıdır. Diğer bir ifadeyle, bir öz örgütlenme bir Gezi yaratamaz; ama Gezi doğduğunda buna hazırlıklı olursa, onu örgütler, ileri taşır ve kalıcı sonuçlar elde eder. Önemli olan, o potansiyele sahip yapılar oluşturabilmektir.
Umut, bir yanıyla da heyecanları/hayalleri örgütlemektir
Sol, durduk yerde umut olmaz; umudun büyütülmesinde, karamsarlık-edilgenlik ve yılgınlığın dağıtılmasında rol aldığı oranda kendisi de umut olur.
Devrimciler, bir bölgede/alanda çalışma yaparken, halkın dertlerinin tercümanı, gönlünün ve fikrinin yoldaşı olabilmeli, salt gözyaşlarına değil geleceğe doğru atılmış kahkahalara da yer vermelidir.
Toplumsal gelişmelerden ekonomik olgulara kadar meselelerin bilinç ve eylem üzerindeki etkisini doğru okuyabilmek, halka gitme konusunda isabet açısından tayin edici önemdedir. Dikkatle bakıldığında tarihte bırakalım büyük toplumsal kalkışmaları, devrim dalgasının yükselişini, yenilgi ile sonuçlanan süreçlerin bile sonraki yıllarda mücadelenin yükseltilmesinde dikkate değer etkilerinin olduğu görülür.
Gerçekte devrim sonrasında bile ne yapılacağının reçetesi yoktur. Lenin’in, Stalin’in vb. kadroların olduğu Sovyet devrimi bile deyim yerindeyse yanlış başladı (NEP’le sonuçlanan kamulaştırmalar vb.) yanlış yönlendirildi. Mao, devrim sonrasında pek çok şeyi Sovyetlere bakarak yaptıklarını, yer yer dogmatizme düştüklerini söyler. Castro hala yaşıyor ama Küba hala sosyalizme evrilmiş değil. Bunlar, mücadele tarihinin eksileri değil gerçekliğidir.
Kısacası, dönemsel dinamiklerin henüz dışavurmamış potansiyel haldeki imkanlarını önceden sezip doğru okuyup hazırlıklı olmak, bilinç ve eylemde etkili olabilmek için önemli bir önkoşuldur; bu da umudu örgütleyenlerin en zor koşullardaki anahtarıdır.
Halka gitmek
Devrimcilerin halka siyasi gerçekleri açıklamak gibi bir sorumluluğu vardır. Bu, halkla ilişki kurmanın, bilinç ve eylemde etkili olmanın araçlarından biridir. Ancak siyasi gerçekleri açıklamanın da çeşitli yöntem ve araçları vardır. Mahir, silahlı propagandayı bile siyasi gerçekleri açıklama kampanyası olarak tanımlar. Ancak bunun, belirli bir hazırlığı takip eden olgunluk aşamasına ait bir tanımlama olduğu unutulmamalıdır. Siyasi gerçeklerin salt bu şekilde açıklanacağını sanmak/düşünmek mücadeleyi bir sapmaya sokar.
Hatırlanacak olursa, 1968’li yıllarda “gerillanın dağda patlatacağı silahın halkı örgütleyeceğini” düşünen ona göre konumlanan fokocu yapılar gibi tersine, kitle kuyrukçuluğuna varan mücadele hattı çizenler vardı. Bunların ikisinin aksine Mahirler, mücadele araç ve yöntemlerini ne fetişleştirdi ne de karşı karşıya getirdi. Her araç kendi yerinde ağırdır denebilecek bir çalışmayla, askeri yöntemlere de barışçıl yöntemlere de ideolojik veya ekonomik demokratik mücadeleye de yer verildi. Bu farklı araçların birbiri ile uyumu meselesi öylesine önemlidir ki daha sonraki yıllarda yapılan geçmiş değerlendirmelerinde THKP-C, farklı mücadele alanları arasındaki bağı doğru ve yeterli kuramamakla eleştirilmiş, “volan kayışları kopuktu” saptaması yapılmıştı.
Halka nasıl gideceğiz, nasıl çalışma yapacak nasıl bağ kuracağız? Bunu en genel boyutta belirleyen, ülkenin somut koşullarıdır; ekonomik-siyasal yapıdır. Halka gitme meselesi, devrimcilerin tüm zamanlarında yapılan ve devam eden bir tartışmadır. Kaynağını farklı devrim anlayışları oluştursa da, bir yanıyla da çalışma tarzının diyalektik kavranışındaki soruna işarettir. Çeşitli zamanlarda farklı bağlamlar içinde belirttiğimiz gibi devrimciler için çalışma alanı, halkın olduğu her yerdir. Mesele “okul mu, işyeri mi, mahalle mi” ikilemine sokulamayacak boyuttadır. Lenin’in de belirttiği gibi devrimciler, işçi sınıfına bilgi götürmek için de olsa, “nüfusun bütün sınıfları arasına gitmek zorundadır.” Lenin’in bu soyutlaması, özellikle bizimki gibi ülkelerde daha çok geçerlidir.
Ortada, temel alınacak ve devrimi fiziken sürükleyecek güçlü nitelikli bir proletarya yok. Ezilenler, dolayısıyla da toplumsal muhalefet çok çeşitli ve çok parçalı durumda. Bu, halka giderken ve izlenecek mücadelede mutlaka dikkate alınması gereken bir olgudur. Buna, partisiz dönemin çalışma tarzına yüklediği özgünlükleri de eklediğimizde, devrim programlarından veya temel teorik tezler üzerine yapılan tartışmalardan akılda kalmış kimi parça bilgilerin, ezberlerin neden bugünkü sorulara yanıt olamayacağını veya tıkanıklığın aşılmasında bir anlamı olmayacağını görürüz.
1980 öncesinde partileşme süreci için söylediklerimiz bugün için de genel boyutlarıyla geçerlidir. Partinin yani yeterli örgütlenmenin/kadrolaşmanın olmadığı koşullarda tüm çalışmalar buna hizmet eder. Bu tür süreçlerde temel mücadele biçimi değil temel siyasi görev vardır bu da partinin oluşturulmasıdır.
Bugün ne okulda, ne de işyerinde bulunmayan ama en önemli dinamik haline gelmiş durumdaki işsizlere ancak mahalli bölgelerde ulaşılıp bağ kurulabilir. Bu, geniş kitle içinde dar kadro çalışmasının da gereğidir. İnsanlar nasıl okula, işyerine vb. gidiyorsa, oranın kendine has sorunları çelişmeleri varsa, günün önemli bir kısmının geçtiği mahalli bölgelerin de kendine has sorunları vardır.
Halka somut sorunlar üzerinden ulaşmak
Egemen sınıfların ihtiyaç duyduğu tüm kurumlaşmaların tamamlandığı, araç ve yöntemlerin geliştirilerek güncellendiği günümüz koşullarında; mümkünse halkla 24 saat temas içinde olmak, sistemle temas ettiği her noktada alternatiften söz etmek büyük önem taşıyor. Bu çalışmanın gerçekçi ve inandırıcı olması için, halka deyim yerindeyse kolay ve doğrudan ulaşılabilecek kanallar tercih edilmeli, stratejik ufuk elden bırakılmasa da güncel zeminde aynı ve görünür nedenler üzerinden bir araya gelinmelidir.
Halka somut sorunlar üzerinden ulaşmak ile zorlama gerekçeler (ahlaki davranış testinden geçirmek, alkol denetimi yapmak vb.) bulup onları öne çıkarmak aynı şey değildir. İnsanlar, bugün eğer toplumsal/kolektif çözümler yerine bireysel çözümlere yöneliyor, örgütsel zeminler yerine bireysel kurtuluş çareleri arıyorsa, bunda dayatılan yalnızlaştırma ve çaresizliğin yanında devrimcilerin alternatif gösterme konusundaki konjonktürel problemlerinin özel bir rolü/etkisi vardır.
Genelde devrimci çalışmalarda özelde mahalli birim çalışmalarında rastlanan çarpıklıklardan biri de, parti niteliği taşımadığı halde solda pek çok yapının parti gibi davranmasıdır. Böylece ne o ne öteki olunamıyor, halkla bütünleşme sağlanamıyor. Bir anlamda hazırlığın, gelişme ve nitelik kazanmanın reddedilmesi sebebiyle, sınıflar mücadelesi karşısında eksik ve yetersiz kalınmış oluyor. Hatta bunun bir diğer sonucu, kendi işini DKÖ’lere yüklemek ve bir parti gibi çalıştırmaktır. Bu, deyim yerindeyse arabanın atın önüne koşulmasıdır.
Devrimci çalışma, ezberle veya miadını doldurmuş dinamikler üzerinden yürütülemez. Örneğin Fatsa’nın geçmiş potansiyelini orada arayıp bulamayınca karalar bağlamanın bir anlamı/yararı yok. Gidip oralarda Fikri Sönmez veya Devrimci Yol ajitasyonu çekmek ilgi uyandırmıyor. Halka gitmenin, halkla buluşmanın yolu bu değil. Ama örneğin siyanürle altın ayrıştırma gibi somut bir problem üzerinden gidildiğinde doğrudan temas kurulabildiği görüldü. Önemli olan o teması, daha ileri bir ilişki için basamak yapmak, halkı kazanmak, kazanılanı kalıcı ilişkiye çevirmektir.
Bunu yapabildiğimizde, HES’lere karşı mücadele ile siyanüre karşı mücadeleyi ilişkilendirebilir ve giderek bu saldırılara içerilmiş faşizmi/emperyalizmi görünür kılabiliriz. Böyle bir çalışma yapılması ve buradan adım adım kadrolaşmaya/partileşmeye gidilmesi gerekirken, en son söylenecek/yapılacak şeyi en başta söylemek, partileşemeden parti gibi davranmak, mücadelede istenen sonucun alınmasını olanaksızlaştırır. Bu nedenle, temel teorik tezler hayattan kopuk ezberler olarak ele alınmamalı, somut koşulların gerekleri dahilinde güncellenmelidir.