Mahalle Çalışmasının Amacı Nedir, Devrimciler Bir Mahalle Çalışmasından Ne Bekler?
Genellikle mahalli bölgeler emekçi kesimlerin yaşama alanlarıdır. Bu alanlarda yaşayan halk kesimlerinin önemli bir kısmı bir dönem aile bağlarının, dayanışmanın vb daha güçlü ve doğrudan olduğu köyden buraya göç etmiş durumdadır. Emperyalizmin doğrudan müdahalesiyle yaşanan bu mekan değişimi, sadece barınma, geçinme vb sorunları değil, feodal düzlemde de olsa var olan sosyal bağların parçalanmasını ve giderek yalnızlaşmayı beraberinde getirmiştir. Kişi artık, iş kavgasından yaşam kavgasına kadar, sistemle girdiği kültürel, ekonomik, sosyal her ilişkilenmede bir baskı ve yalnızlaştırmayla karşı karşıyadır.
Daha önce, aynı aileden, aynı aşiretten, aynı köyden olmak gibi değer yargılarıyla yaşayan insanların o bağlardan koptuktan sonra farklı bir değer yargısıyla bir araya gelmesi gerekiyor. Artık o feodal bağların yerini, aynı yerde, aynı koşullarda çalışıyor olmak veya iş bulamayıp işsiz kalmak gibi nitelikler almıştır. Sistem karşısındaki yalnızlığı yenmenin ve dayanışma eğilimlerini örgütlemenin zemini farklılaşmıştır. Sınıf kimliği, bireysel kimliğinin önüne geçmiştir. Kişi, bunun bilincine varabildiği oranda, yaşadığı mahallede veya iş yerinde sınıf kardeşleriyle daha nitelikli bir dayanışma içine girer, aksi takdirde sistemin tüm saldırıları karşısında yalnız ve savunmasız hale düşer. İşte bu zıt olasılıklar, sistemin kişiye dönük teslim alma amacı ile devrimcilerin uyandırma/bilinçlendirme amacını karşı karşıya getirir. Bu karşı karşıya gelişte, toplumsal olanın bireysel olanı (sistemi ifade eden duruşu) yenmesi, kişinin kaderini eline alıp bedel ödemeyi de göze alarak daha ileri noktalarda saf tutması kolay olmaz; zemin ve sosyal konum değişikliğinin insanları bir anda sınıf bilinçli hale getireceğini düşünmek, hem gerçeğe uymaz hem devrimci çalışma, emek gerektiren bu zorlu etabı hafife almak anlamına gelir.
Devrimcilerin amacı, emekçi halkları sistemin her türlü baskısını göğüsleyebilecek hale getirmektir. Sistem, giderek her türlü sosyal bağı çözülen, aidiyet duygusu sarsılan kişiye, yalnızlıkla özdeşleşmiş bir bireyciliği dayatır; başkasının omzuna basarak “kendisi” olmayı öğretir. Böyle bir duruşu, kültürel-ideolojik yönlendirmelerle meşru gösterir. Gerçekte bu, mülkiyet ilişkilerinin kişinin yaşamındaki tezahürüdür; asimile eden, ehlileştiren yeni sömürgecilik ilişkisinin sistem tarafından amaçlanan planlanmış sonucudur. Dayanışma eğilimleri yerine, insanlar çıkar ilişkileri temelinde rakip duruma düşürülür, ayrıştırılarak parçalanır. Böylece, her türlü direnme eğilimi yok edilen kişi, savunmasız ve işgücünü sermaye kesimlerinin istediği koşullarda satmaya hazır hale getirilir.
İşte uyuşma, tam da bu noktada gündeme gelir. Yalnızlaşan ve sorunlarıyla baş edemeyen kişi, sorunlardan kaçmanın yolunu çeşitli savrulmalarda, kendini uyuşturma vb yöntemlerde bulur. Tabii bu, sistemle bağı olsa da olgunun bir yanıdır. Diğer yanı ise, sistemin uyanık bir halk yerine uyuşmuş, edilgen ve kaderci bir halkı tercih etmesi, bunun için hiçbir masraftan, yöntem ve araçtan kaçınmaması; şans oyunlarından sınıf atlama düşlerinin pompalanmasına, kimyasal uyuşturucudan ideolojik uyuşturucuya kadar pek çok olguyu bizzat devlet imkanlarıyla organize edip büyütmesidir.
İnsanları yozlaştırıp sistemin karşısında dik durmasını engellemek, egemen sınıfların toplumla ilişkilerinde en temel tercihlerinden birisidir. Bu bağlamda yozlaşmayı, uyuşturucu ve fuhuştan; uyuşturucuyu, esrar vb. kullanımından; fuhuşu da mahalledeki birkaç kadının para karşılığı ilişkiye girmesinden ibaret görmek, sorunun boyutunu, dolayısıyla da müsebbibini ve kiminle, kime karşı, nasıl mücadele etmek gerektiğini anlamamaktır.
Uyuşma, bir çeşit fiziki ve fikri-ruhsal edilgenlikle, iradesizleşme ve teslimiyetle özdeş düşünüldüğünde, bunun kapsamına bir bütün halinde emperyalist kültürün girdiği (dinden eğitime, TV’den aileye vb); cinselliğin yasaklanmasının da, yaşamda en temel mesele haline getirildiği uçlaşmış örneklerin de aynı bağlam içinde değerlendirilmesi gerektiği görülür.
Devrimciler, egemen sınıfların tersine, insanları uyandırıp bilinçlendirmeyi, özgüveni büyütmeyi ve ortaklaşmış amaçlar etrafında örgütleyerek sistemin karşısına dikmeyi amaçlar. Bu çalışma, planlı-programlı, uzun erimli ve sabırla yapıldığında, görülecektir ki, bize düşen görev, sistemin karşısında çıkış bulamadığı için uyuşmayı tercih etmiş, dolayısıyla sistemin mağduru haline gelmiş olanları cezalandırmak değil, çıkış yolu göstermektir. Bu bağlamda biz; yalnızlaştıran, tekleştiren ve çaresizleştiren sistemin antiteziysek eğer, bizim gibi düşünüp bizim gibi yaşamayan kesimler dahil, toplumun egemen güçleri dışında kalan tüm halk kesimleriyle ortak paydalar bulabilmeyi başarmak durumundayız.
Halkın Sorunlarının Halkla Beraber Çözülmesinin Pratiği Olarak Direniş Komiteleri
İnsanların, temel ihtiyaçların karşılanmasından barınmaya, iş yaşamında karşılaşılan sorunlardan işsizliğe ve kültürel meselelere kadar pek çok konuda benzer problemler yaşıyor olması, ayrıştırıcı ve parçalayıcı müdahaleler karşında bütünlüklü hareket etmek ve ortak değerler paydasında bütünleşmek için uygun zemin hazırlar. Tam da bu bağlamda, halkın sorunlarının halkla beraber çözülmesi konusunda akla Direniş Komiteleri pratiği geliyor.
Bugün mahalli bölge çalışmalarında Direniş Komiteleri pratiğinden esinlenerek sorunlara çözüm üretmek için, Direniş Komitelerinin konu bağlamındaki niteliğinin doğru anımsanması gerekiyor. Direniş Komitelerinin, yoğun faşist saldırıların insanların yaşamına kast eder hale geldiği koşullarda, söz konusu faşist saldırıları göğüsleyebilmenin, sokakta (bizzat yaşamın içinde) faşizmi geriletebilmenin bir aracı olarak ortaya çıkmış olması, söz konusu örgütlenmelerin salt bu niteliğiyle anılmasını beraberinde getirdi. Gerçekte ise Direniş Komitelerinin, faşist saldırılar karşısında ortak tutum almak dışında da nitelikleri/amaçları vardı. Örneğin kimi bölgelerde, doğrudan faşist saldırılar olmasa da sistemden kaynaklanan ekonomik, kültürel vb. saldırılar söz konusuydu. Direniş Komitelerinin bir niteliği de alternatif yaşamın nüvelerini bağrında taşımasıydı; sistemin dayattıklarının dışında, daha insanca yaşama koşullarının, dayanışma eğilimlerini geliştirmenin ve ortak değerler üretebilmenin zeminini oluşturmasıydı. Bu bağlamda Direniş Komiteleri, sistemden kaynaklanan halk içi çelişmelerin güncel karşılığıyla yer yer uğraşmak durumunda kalmış olsa da, temel olarak, mahalledeki tekil kimi sorunları çözmeyi kendine vazife edinmek yerine, sorunların nedenini ortadan kaldırmayı hedefledi.
Bugün de yapılması gereken, sistemden kaynaklanan tek tek sorunlarla uğraşmayı kendine vazife edinmiş birimler oluşturmak yerine, sistemin devamı olan anlayışı, kavrayış ve pratiği kökten reddedip onun alternatifi olan bir yaşam biçimini hayata geçirmektir. Organlaşma da mücadele de bunun için olmalıdır. Devrimcilerin, insanları çeşitli biçimlerde uyuşturan, doyumsuzluğun da çarpık doyum yollarının da müsebbibi, tekil veya genel fuhuşun gerçek nedeni sistemle mücadele ediyor olması, tekil hiçbir yansımayla muhatap olmayacakları anlamına gelmiyor. Ancak bu yapılırken; birincisi, temel-tali ilişkisi bağlamındaki denge iyi kurulmalı, ikincisi devrimcilerin mücadele araç ve yöntemleri hiçbir açıdan sınıf karşıtlarına benzememelidir; her konuda alternatif üretebilmek için gerekli olan sabırdan da emekten de kaçınılmamalıdır.
Devrimcilerin eğitim ve ikna anlayışı gibi ceza anlayışı da sisteminkinden farklı olmalı; neden-sonuç ilişkisi koparılmadan değerlendirme yapılmalıdır. Bizlerin direnç ölçülerine ve değerlerine göre insanlar işsiz de kalsa, mecbur da bırakılsa onurunu sonuna dek korumalı, cinselliğin metalaştırılmasını da uyuşturucu kullanım ve ticaretini de tercih etmemelidir. Ancak çalışabilir yaştaki genç nüfusun yüzde 40’ının işsiz olduğu, onur algısının, bu konudaki tanımın ve değerlerin sistem tarafından dejenere edildiği koşullarda, halkın daha ileri bir bilinç ve direnç seviyesine ulaşması sürecini hafife alarak, kendi ölçülerimizi dayatmak, doğru/gerçekçi olmaz. Ne denli zor ve zaman alıcı olursa olsun, halkın bizi anlamasını, ölçülerimizi benimsemesini sağlayan (mücadeleyi de ikna ve eğitimi de içeren) bir süreç yaşanmalıdır.
Mahalle Çalışmaları Devrimcilerin Nitelik ve Ufkunu Yansıtan Bir Aynadır
Mahalle çalışmaları, devrimcilerin değerlerinin somutlandığı bir alandır; nasıl bir yaşam, nasıl bir gelecek öngördükleri bağlamında bir aynadır. Bu açıdan, kendi aralarındaki ilişkiler, söz ile eylemleri arasındaki tutarlılık büyük önem taşır. Bu konuda gerçekçi olmak ve olgunun içerdiği paradoksu görerek hareket etmek gerekiyor.
Gerçekte devrimci yapıların kitle yapısı büyük oranda küçük burjuva kökenlidir. Sahip oldukları kültürün, eğilim ve alışkanlıkların aşılması çok uzun ve zorlu bir süreç gerektirir. Bu nedenle, söz konusu eğilimlerin varlığı bilinerek o eğilimlerle mücadeleye ara verilmende yola devam edilir. Yani bir anda sistemden bütünüyle arınmış steril bir ortam ve buna uygun ilişkiler oluşturmak mümkün değildir. Bu gerçeklik devrimcilere, sorunları bilerek, sorunlarla beraber yürümek gibi bir sorumluluk yükler. Lenin’e, “Devrim yolu Nevski Bulvarı gibi düz ve engebesiz değildir…”; Mahir’e, “Devrim yolu engebeli, dolambaçlı ve sarptır,” dedirten gerçekliğin bir boyutu da budur. Sınıflar mücadelesi bizzat örgütlü ilişkilerin içinde de sürer.
İşte tam da bu nedenle, yani devrimciler kendi iç ilişkilerinde bile kapitalizmin etkilerini yok edememişken, en ileri toplum modelinin ilke ve normlarını halka dayatmaları doğru (ve sonuç alıcı) olmaz.
Devrimcilerin Kimliğinde Red ve Alternatif Bir Arada Bulunur
Kötülerle ve kötülükle mücadele etmek, yanlışı doğrusuyla beraber göstermek, halkın sisteme karşı mücadelesini örgütlemek, devrimcilerin kimlik gerekleri içinde yer alan görev ve niteliklerdir. Ancak genel boyutlarıyla amacı bilmek, o amaca doğru araç ve yöntemlerle ulaşabilmek için yeterli değildir. Devrimcilerin topluma müdahalesi, hiçbir açıdan sistemin müdahalelerine benzemez; benzememelidir.
Devrimci ilişkileri burjuva ilişkilerden ayıran nitelik, meta ve mülkiyet ilişkilerinin dışında benimsenmiş değerler bütünü etrafında gönüllülük temelinde şekillenmesidir. Orada zor, dayatma vb. yoktur. Disiplin, eğitimin aracı değil sonucudur; yaşamın ilkeliliğinin andaki tezahürüdür.
Böyle bir kapsam içine (bu kapsamın işaret ettiği değerler sistemine) bir anda girmesi beklenmeyen topluma, çeşitli araç ve yöntemlerle gidilir. Gerçekler anlatılır, bilinçlendirme faaliyeti yapılır ve alternatif yaşam biçiminin benimsenmesi sağlanır. Bu çalışma, sabır gerektiren, uzun ve zorlu bir çalışmadır. İnsanların alışkanlıklarını aşması, yaşamda yön ve yöntem değiştirmesi bir anda olmaz. Böyle bir çalışmanın yapıldığı süreçte sistem, çeşitli araç ve yöntemlerle karşımıza dikilir, ayak bağı olur. İşte devrimci çalışma sırasında, ayağımıza dolanan bağlar, engel olmaya çalışan güçler, uygun araç ve yöntemlerle etkisiz hale getirilir. Böyle bir sabır ve kavrayış eşliğinde toplumsal sorunlara yaklaşıldığında görülür ki, sistemin mağduru kadınların cezalandırılmasını bir çalışma tarzı haline getirmek, devrimcilik kavrayışında bir probleme/eksikliğe işarettir.
Devrimcilerin halka kendini dayatma lüksü yoktur. Bu, mikro zeminler için de makro zeminler için de geçerlidir. Gerçekte devrimcilerin kültürel-ahlaki problemlere nasıl yaklaşması gerektiği, halk içi çelişmeleri nasıl ele aldığıyla dolayısıyla devrim anlayışı ve çalışma tarzıyla ilintili, temel önemde bir meseledir. Bu konudaki yanlış zincirleme pek çok yanlışı beraberinde getirir. Devrimciler, çalışma yapmak için uygun zeminlerden biri olarak seçtikleri mahalli birimlerde yaşayan halkın kendi içindeki ve kendileriyle (devrimci kadrolarla) çelişmelerini halk içi çelişme olarak görür; antagonist olmayan (uzlaşır) çelişmeler kapsamında değerlendirir; çözüm için geliştirdiği araç ve yöntemleri buna göre seçer.
Mahallelerde veya genel anlamda ülkede sistemin görünür veya örtülü haldeki varlığı, maddi veya kültürel boyutta oluşturduğu engeller, devrimcilerin hedefidir. Ancak, sistemin nerede olduğu, öz ile yansımanın nasıl ayrılacağı, kimin-neyin hedef olarak görülmesi gerektiği, kolay tayin edilebilen bir olgu değildir. Bu nedenle, devrimcilerin şiddeti doğru yere yöneldiğinde ön açıcı olurken, yanlış yere yöneldiğinde bozucu rol oynar ve halkı devrimcilerden uzaklaştırarak sisteme yakınlaştırır.
Pratik, Devrimci Değerlerin Nasıl Kavrandığının Turnusoludur
Devrimcilerin halkla ve kendi aralarındaki ilişkide ortaya koydukları pratik, değerlerin ne denli içselleştirilebildiğinin test alanıdır. Bilinir ki alan çalışmalarında, söz uçar pratik kalır. Neyin nasıl olması gerektiği konusunda ciltler dolusu yazı yazılmış olsa da ortaya konan pratik, grupsal çıkarları, mülkiyet ilişkilerini yeniden üretiyorsa, o yazılı külliyatın bir anlamı kalmaz. Bu bağlamda devrimcilerin, halkla ve birbiriyle temas noktalarında, değerlerini ifade eden doğruların eğilip bükülüp başkalaşmaması için, yani tutarlı görünüp örnek oluşturmak için azami bir özen ve hassasiyetle davranmaları gerekiyor.
Halk, devrimcileri eksik veya yanlış anlayabilir; devrimcilere düşen, kendini dayatmak değil, ne yapıp edip anlaşılmayı sağlamaktır. Benzer şekilde, dost yapılar arasında, farklı ideolojik-politik hatlara sahip olunması sebebiyle, güncel olayları yorumlama ve müdahale konusunda çeşitli biçimlerde farklar oluşabilir. Bu farkların, halk içi çelişmeler kapsamında değerlendirilip çatışmaya dönüşmemesi mümkünken, tersi sonuçlar doğurması, en azından dost-düşman ayrımına dair kavrayışta (dolayısıyla da değerlerin içselleşmesinde) bir probleme işarettir.
Bugün, henüz sorunlar küçük, anlaşılmaya ve aşılmaya müsaitken, dostlarla aynı zeminde ortak çalışabilme kültürünü geliştirip içselleştirmek, ileride daha büyük ve karmaşık sorunlar içeren süreçler için öğretici olacak, bir çeşit hazırlık işlevi görecektir. Unutmamak gerekir ki, halk saflarındaki çelişmelerin uzlaşmaz boyutlara taşınıp çatışma üretmesi, değerlerde aşınma ve bozulmanın dolayısıyla da yozlaşmanın bir biçimidir. Bu,yozlaşmaya müdahale konusu için de geçerlidir; mücadelede yanlış araç ve yöntemler, örgütsel ilişkiler içinde yozlaşmanın etkisinin aşılamadığının göstergesidir.
DEVRİMCİLİĞE DAİR
Devrimcilik Nedir; Mücadele Nerede, Nasıl; Hangi Amaçlarla, Hangi Araç ve Yöntemlerle Yapılmalıdır?
Devrimcilik, itiraz+alternatiftir. Tek başına itiraz, diğer bir ifadeyle kötülüklerle yani sistemin yansımalarıyla uğraşmak yetmez, tek başına alternatif oluşturmak da. Devrimci iktidar döneminde uygulanacak yöntemleri hatırlayalım. Bir taraftan kapitalizmden kalma kötülüklerle mücadele edilecek, diğer taraftan alternatif yaşamın gerekleri adım adım hayata geçirilecektir. Böyle bir yaşam için hem maddi zemin oluşturulacak, yani ekonomik temel buna uygun hale getirilecek, hem de kültürel vb. açıdan yönlendirme yapılacaktır. Bugün de bu perspektif ışığında, sözle eylem, maddi yaşam koşulları ile amaçlanan yaşam biçimi arasındaki ilişki hassas biçimde ele alınmalıdır. Kapitalizmin yansımalarının yaşamın hemen her noktasında gözlendiği bugünün koşullarında, çok daha dikkatli olunmalı, en son söylenmesi veya yapılması gereken en başa alınmamalıdır.
Devrimcilerin yozlaşma sorununa bakışı, ahlak felsefesiyle, dolayısıyla “iyi nedir, iyi olana nasıl ulaşılır?” sorusuyla doğrudan ilintilidir. Bu sorunun yanıtlanması, kapitalizmi yansımalarıyla beraber bir bütün halinde kavramayı gerektiriyor. Kapitalizmi bilmeden/anlamadan sonuçlarıyla nasıl mücadele edeceğimizi bilemeyiz. Bu konudaki dar yaklaşımlar, pratiği ve mücadele hedeflerini de daraltır.
Dar ufukluluk, dar pratikçiliği doğurur. Sistemi, en çarpıcı kimi dışavurumlardan ibaret görmek, nedenle değil sonuçla uğraşmayı beraberinde getirebilir.Devrimcilik, sadece “kötüler”le mücadele değildir. Aynı zamanda alternatif yaşamın örgütlenmesini gerektirir. Alternatif yaşamı kimi ritüellerden ibaret sanmak, kapitalizmin yoksul mahallelerdeki tezahürünü fuhuş ve uyuşturucudan ibaret görmek; kapitalizmi de, tezahürünün ve alternatifinin nerede nasıl aranacağını da bilmemektir.
Devrimcilik, Her Şeyden Önce Bir Sabır İşidir
Adım adım yaşanacak dönüşümler ve nihai hedefe varma konusu, aceleye getirilmemesi gereken olgulardır. Toplumun da tek tek bireylerin de biçimlendirici ne çok öğeyle muhatap olduklarını, sistemin görünür-görünmez etkilerini dikkate almadan; yani sorunu nedenden kopararak ele aldığımızda, karşımıza çıkan yanlış eğilimlere sahip insanları bir “günahkar” gibi karşılarız ve aklımıza ilk gelen “cezalandırmak” olur. Gerçekte bu, sistem tarafından öğretilmiş yanlışlardan biridir. Halbuki devrimcilik, kolaya kaçma değil zoru başarma işidir ki bu, hemen her işte sabır ve özen gerektirir.
Devrimciler, çalışma yaptıkları mahallelerde korkulan değil sevilen konumda olmalı; halkın değil sistemin karşısında bir tehdide dönüşmeli, halk için bir güvence oluşturmalıdır. Böyle bir çalışma, hazır şablonlarla da aceleye getirilmiş yöntemlerle de olmaz. Bunun için, her mahallenin özgünlüğünü dikkate alan, halktan ayrışarak değil halkla bütünleşerek çalışma yapabilen kadrolara ihtiyaç vardır.
Alternatif kültür oluşturmak kolay değildir. Bunun için, öncelikle genelde kapitalizmin etkileri özelde emperyalist kültür çok iyi analiz edilmeli, neyin alternatifinin oluşturulacağı üzerinde kapsamlı biçimde durulmalıdır. İkincisi alternatif, kaba bir karşıtlık veya salt zıtlık değildir.Üçüncüsü, alternatifi doğru tanımlamak, doğru bir mücadele çizgisi izlemek için yeterli değildir.
Bilinir ki devrimciler, alternatifini üretemedikleri her konuda, niyetten bağımsız olarak sistemi taklit eder. Yaygınlıkla rastlanan eğilimlerden biri de devrimci zeminde ahlak ölçülerinin, feodal değer yargılarının etkisi altında kalınarak belirlenmesidir.Bu bağlamda, fuhuş gerekçesiyle cezalandırılan kadına uygulanan yöntemlerin, neden sınıf karşıtlarımızın yöntemlerini andırdığı üzerinde durulabilirse, alternatifin nerede ve nasıl aranması gerektiğine dair ilk veriye ulaşılmış olur.
Son Söz veya Vietnam Devrimi’nin Verdiği Ders
“Devrimci mücadelenin hafife alınması gerektiğini düşünen herkes, Vietnam devrimini incelemekle iyi bir iş yapmış olur. Uzun seneler süren sonsuz sabırlı örgütlenme çalışmaları, politik üslerin oluşması süreci adım adım ilerlerken yapılan fedakarlıklar ve çekilen acılar, uzun seneler süren korkunç çarpışmalar. Ancak objektif şartlar oluşunca ilk adımlar atılabilir. Ancak, kitleler şartların olgunlaştığını kabul edince daha cesur adımlar atılabilir. Eğer hareket için gerekli politik üsler, yıllar süren uzun eziyetli çarpışmalarla yaratılmasaydı, Giap’ın silahlı propaganda grupları birkaç gün bile dayanamazlardı. Fakat şartlar olgunlaşınca, halk sağlam duyguları ve bilimsel bir bakışı olan kararlı ve iyi tanımlanmış hedefleri olan bir önderlik altında tümüyle birleşince, önlerinde hiçbir şey duramaz. Vietnam’ın verdiği ders budur.” (Vietnam Kazanacak, abç)