Solun/devrimcilerin gündeminde olan veya olması gereken sorunlar, seçimlerden sonra tüm ağırlığıyla ve hatta dağıtıcı/yıpratıcı sonuçlarıyla ortaya çıkmış durumda. Oluşan psikolojik ortamın negatif ağırlığı, üzerinde ortaklaşılmış en temel tezlerin programatik karşılıklarında bile bir tereddüt veya adım atma güçlüğü yaratmaktadır. Mücadelenin oluşturduğu tecrübenin ve biriken üretimin akışındaki (devrindeki) kopma, kafaları karıştırmış, bir çeşit bocalama hali yaratmıştır. Elbette bunun dünyadaki gelişmelerle doğrudan ilintisi var ve elbette tüm sorunlara bir yazı kapsamında yer vermek veya yanıt aramak mümkün değil.
Sadeleştirecek ve öncelikli olana yer verecek olursak, içinden geçilmekte olan dönemin sınıfsal niteliğini asgari düzeyde de olsa görünür ve anlaşılır kılmak gerektiğini ve buna bağlı olarak, sertleşen sınıflar mücadelesinin mağdur ettiği veya edeceği toplamın büyük çoğunluğunun sorununun çözümünün birleşik mücadelenin asgari düzeyde de olsa gereklerinin kavranmasından, örgütsel ve fiili olarak yerine getirilmesinden geçtiğini söyleyebiliriz.
Bilinir ki ittifaklar, güç/eylem birlikleri donmuş, tamamlanmış, her dönem için geçerli bir çerçeveyle tanımlanmaz. Burjuva zeminde rastladığımız ilkesiz çıkar birliklerini konu dışı bırakarak söyleyecek olursak, ittifaklar ilkeli ve amaçlı olmalıdır. Bu, devrimde sınıfların mevzilenmesi tanımının da güncel kimi problemlerin aşılmasının gerektirdiği ortaklaşmaların da konusudur.
Son 70 yıllık dengeleri, sınıflar dizilimini bozan, mülkiyet ve konum değişimine sebep olan bir süreçten geçiyoruz. Ve bu süreç en az 50 yıllık, saldırgan ve dağıtıcı bir planlamanın ürünüdür. Egemen sınıfların bu saldırganlıkta genelde halklar özelde sol karşısındaki başarısı, dağıtıcılığında olduğu kadar, alternatifleri içeriden ele geçirerek, yabancılaştırarak etkisizleştirmesinde aranmalıdır. 1968’in sloganlarından biri de “Kafanızdaki polisi öldürün” biçimindeydi. Kastedilen polis (veya gardiyan), eğer içselleşen sistemin kişide sebep olduğu otokontrol ise, bunun bugün artık hayatın hemen her kesitine nüfuz ettiğini söylemek abartılı olmaz. Sanal gardiyanlardan da kişinin kendisinin ve etrafının gardiyanlığını yapmasından da sendika gibi yapıların sınıfsal karşıtlarıyla aralarındaki çizginin erimesinden de söz edebiliriz.
Emperyalist dönem marksizminin ufkuyla söylersek, geldiğimiz aşamada bugün artık, burjuva siyaset tarzının, kurumlarının, işleyiş ve yasalarının en ufak bir “demokratik” niteliği kalmamıştır. Hatta bu tarzın sonuna gelindiğini, kurucularının dahi artık bu sınırlara sığmaz olduğunu söyleyebiliriz. (Güncel bir konu üzerinden örneklemek gerekirse, Akbelen yağması, var olan yargı kararlarına rağmen devam etmektedir.)
Bu koşullarda arayışın çapı da yöntem ve araçların güncellenme ihtiyacı da büyümüştür. Tabii ki onların yani sermaye sahiplerinin arayışından halkların yararına hiçbir sonuç çıkmaz; bu, olgunun doğasına terstir. Ancak solda durup, burjuva siyaset zeminini önemseyen ve o alanda şu veya bu oranda iş görmeye alışmış olanlar için diyebiliriz ki durumu tepeden tırnağa analiz etmenin vakti geldi de geçiyor. Kazanımmış gibi görünen anlık sonuçlara bakıp aldanmamak, arayışı sistemin dışına çıkararak kolektifleştirmek, bugün devrimci-demokrat zeminde bulunan herkes için kaçınılmaz bir sorumluluk ve ertelenemez bir görevdir.
Sürecin, bir kez daha solu/devrimcileri yüzlerce yıllık birikimiyle; yaratıcı, üretken ve değiştirici nitelikleri ile sokağa, hayatın içine ve eylemin ön saflarına çağırdığı koşullarda, “solculuk 19. yüzyılda kaldı” diyecek kadar gerçeklikten uzak olanlarla vakit kaybetmeden olası tüm imkanlarla rol almak, sorumluluk üstlenmek bir çeşit sınavdır ve olmazsa olmaz önemdedir. Bu konuda, miras kalmış binlerce yıllık halk örgütlülükleri derslerle doludur.
Örgütlülük, insanlık tarihi kadar eskidir
Halklar, tarihin her döneminde, ihtiyaca bağlı olarak çeşitli biçimlerde ortak tavırlar almış, örgütlülükler geliştirmiştir. Engels’in deyimiyle tüm hayvanların en toplumsalı olan ilk insan için hayatta kalmanın yegâne yolu, zaten kıt olan besin kaynaklarından kolektif bir tarzda yararlanmak için, oldukça üst düzeyde örgütlenmiş ve işbirliği yapan bir topluluk oluşturmaktı. Devamında sınıflı toplumlarla beraber örgütlülük, ezilenlerin mücadelesinin başarısı ve geleceğin düşsel tasarımı (ütopya) için ihtiyaca göre farklı biçimler alarak hemen her dönemde söz konusu olmuştur. Mücadelede ihtiyaca göre farklı araç ve yöntemler geliştirilirken, halkların her dönem ütopyası olmuş, kapsam büyüten kötülükler karşısında bazen somut bazen düşsel ve soyut da olsa güzellikler üretilmiş; komünal itirazlar ve yaşam tarzları geliştirilmiştir.
Sınıfların ortaya çıkışı, devletin ve hegemonyanın ön biçimleri dayanışma eksenli komünal yaşamı kesintiye uğratmış gibi görünse de beklentilerin, insani ve özgür yaşamın öte dünyaya ertelenmemesi, “Cennet”in bugünden yaşanması gerektiği fikri, deyim yerindeyse itiraz potansiyellerinin hemen tümüne içkindir.
Andrey Tarkovski, “Dünyada ne kadar kötülük varsa, güzellik yaratmak için de o kadar sebebimiz var demektir” der. Bunun her dönem için geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Örgütlü kötülüğün nitelik ve boyutu kavrandığı oranda, alternatifin nerede ve nasıl aranması, hangi araç ve yöntemlerle, nasıl bir ufukla geliştirilmesi gerektiği kavranır ve arayış soyuttan somuta iner. Paris Komünü de Tariş, Fatsa ve Yeni Çeltek gibi Taksim Komünü de bunun ifadesidir.
Her deneyim, ihtiyaç haline gelerek ortaya çıktığı tarihsel süreç bağlamında değerlendirilmeli ise de örneğin ODTÜ-ÖTK, görmek ve öğrenmek (ders almak) isteyenler için üniversite zeminini aşan boyutta bir “demokrasi okulu”ydu. Öyle ki ders müfredatı, işlenmesi gereken dersler ve bu derslerin işleneceği kitaplar doğrudan ODTÜ’lüler tarafından hazırlanıyordu. Bu bağlamıyla öğreticiliği, ODTÜ’nin dışına taşan nitelikteydi.
Çeşitli tarihsel kesitlerden aktardığımız tüm bu dersler, örgütlenmenin aynı zamanda hayatı örgütlemek olduğunu, yaşamda anlam ve imkanı çoğalttığını gösteriyor. Nitekim, insanlık tarihinde örgütlenme, birbirine ihtiyaç duyanlar topluluğundan giderek birbirini anlayanlar topluluğuna evrilmiş, mücadeleye gelecek tasarımı da eşlik etmiştir.
Özetle örgütlenme, hayata tekil değil çoğul bakmaktır; algıyı ve ufku büyütmektir. Bu niteliğiyle, bireyi toplumun içinde eritmez aksine çokluğun içinde büyütür. Giderek hayatın çeşitli kesitlerinde gündeme gelecek ve mücadeleye eşlik edecek olan alternatif arayışları, somut durumun tahlili üzerine de şekillenirken aynı zamanda özgürlüğün yitirildiği yerde aranması gerektiğinin göstergesi oldu. Yaşamın hemen bugünden, bulunulan yerde dönüştürülmesi gerektiği fikri, hiçbir şeyin soyut bir geleceğe ertelenmemesi gerektiğinin bilinci ve pratiği ile birleşti ve sonuçta hayatın/kavganın hemen tüm alanlarında kesintisizliğini ifade eden sosyalizm ufuklu komünal örgütlenmeler oluştu.
Leninizm ve yöntemsel diyalektik
Gerek dünyadaki gerekse ülke özgülündeki gelişmeler, sermayenin sömürü ve yağmada olduğu gibi saldırganlıkta da sınır tanımadığını, tanımayacağını gösteriyor. Bunca birikim ve tecrübeden sonra bugün gelinen aşamada nasıl ki egemen sınıflar kendi tarihlerinden kesintisiz biçimde öğrenmiş ve artık bilim ve teknoloji dahil her imkanı sınıf çıkarları, stratejik hesapları için kullanabiliyor, dolayısıyla da çıkarlarını azami boyutta gözetecek şekilde araç ve yöntem geliştiriyorsa; ezilenler adına hareket eden örgütlü yapılar da tarihte hiçbir tecrübeyi, öğretici hiçbir üretim ve pratiği yok saymayan bir birikim ve güncelleme diyalektiği içinde araç ve yöntem geliştirmeli, ezberi değil yaratıcılığı ölçü almalıdır.
Marksizmin kendinden önceki tüm üretimleri bilimsel bir disipline kavuşturmuş olması, bir çeşit milad sayılsa da bunun donmuş/tamamlanmış değil yaşayan bir öğreti olması; öğrenme, ders çıkarma ve yeniden üretme diyalektiğinin sürekliliğini gerektirmiştir. Lenin’in emperyalist dönem marksizmine dair geliştirdiği Leninist devrim anlayışı ve buna bağlı olarak örgüt anlayışı, programatik olarak önemini ve yol gösterici niteliğini bugün de koruyor. Önemli olan, parti, sovyet vb. araçların sahada ihtiyaca göre yeniden üretilerek işlevlendirilebilmesidir.
Birleşik mücadelenin yürütülmesi açısından gerekli araçlar için de stratejik hedefe varmanın basamakları gereği de meclis, konsey vb. halk örgütlülükleri olmazsa olmaz önemdedir. Buna çeşitli ülke pratiklerinde yer verildiği, teorik olarak da önemine dikkat çekildiği bilinir. Örneğin fabrika konseyleri örgütlenmesinin önemine işaret eden, “iktidar probleminin şartlarını üretici organizma içinde kavramak zorundayız” diyen Gramsci, “öncü parti ile kitlelerin kendiliğinden hareketleri arasındaki diyalektik ilişki” üzerinde önemle durur.
Ülkemize özgü daha programatik bağlar kuracak olursak, demokratik halk devriminin gerektirdiği mücadele, ittifak ve cephe anlayışının (Lenin’in de vurguladığı gibi) yalnızca öncüyle/partiyle karşılanamayacağını, halkın alana ve ihtiyaca göre geliştirilmiş örgütlülüklerinin tamamlayıcı rolünün zorunlu olduğunu söyleyebiliriz.
Devrim ufuklu yani stratejik hedefli bağımsız siyasal örgütlenmelerin aralarındaki fark, aynı yapılar arasında geniş tabanlı, kısa erimli ve somut hedefli ortaklaşmalar oluşturmanın önünde bir engel değildir. Tersine bu türden ortaklaşmalar, o stratejik hedeflere ulaşmanın; zemin hazırlama, güç biriktirme, halkın katılımını sağlama vb. anlamda zorunlu koşuludur. Bunlar, ihtiyaca göre biçimlenip işlev yüklenen halk örgütlülükleridir. Siyasal örgütlerin alternatifi değil tamamlayıcısıdır.
Lenin’in “Parti ve Sovyet”, Mahir’in “Parti ve Cephe” dediği; Çin, Vietnam devrimlerinde farklı biçimlerine rastladığımız veya canlı bir örnek olarak Küba’nın bugün yaratmış olduğu örgütlü toplumun ifadesi olan ve 133 bin hücreden oluşan Devrimi Savunma Komiteleri, benzer şekilde Devrimci Yol’un “Tek Yol Devrim+Direniş Komiteleri” olarak formüle edilebilecek duruşta Direniş Komitelerine yüklediği canlı ve değişken anlam, nasıl bir tanım yapmaya çalıştığımızın somut ifadeleridir.
1970’li yıllarda, gerek geçmişten alınan dersler ışığında gerekse devrimini yapmış ülkelerde gözlenen “bürokratikleşme” nedeniyle halk örgütlülüğünün sahaya ve ihtiyaca bağlı olarak bugün için de geçerli olan öğretici pratikleri ortaya konulmuştur. Bunların her biri ve bir arada hepsi, derslerle doludur. Biri diğerinin alternatifi değildir. Anımsanacak olursa geçmiş değerlendirmesi yaparken Devrimci Yol’un “Silahlı mücadele alanları ile barışçıl mücadele alanları arasındaki volan kayışının kopukluğundan” söz etmesi ve devamında bu ihtiyacın/eksikliğin giderilmesi yönünde Direniş Komiteleri önermesinin geliştirilmesi, dünü-günü ve geleceği kavrayan stratejik ufuklu bakışın gereğidir.
Gelecek toplum ufuklu alternatif deneyimlerden biri olarak Fatsa’da Fikri Sönmez’in “Halkın onayı alınıp, onun düşüncesi ve desteği sağlanan işler mutlak başarıya ulaşmıştır. Halk, kendi kararına sahip çıkmış ve onun bir an önce yerine getirilmesi için çaba harcamıştır. Ve başarmıştır…Halkın haberdar olmadığı işlerden kendine faydası dahi olsa, o işten haberdar edilmediği için ve düşüncesi sorulmadığından dolayı yardımcı olma ihtiyacını duymamıştır ve de olmamıştır.” biçimindeki sözleri, bugün için de öğreticiliğini koruyor. Buradaki “halk” ifadesinin yerine okulda “öğrenci”, fabrikada “işçi” vb. ifadeleri kullanabiliriz. Halkın doğrudan katılımı ve daha da ötesi “halkın kendi iktidarı” elbette kolay oluşmaz. Ancak, bugünden tohumları atılmayan; nüveleri, örnek modelleri, örgütsel alt biçimleri oluşturulmayan bir gelecek, hep “gelecekte” belirsiz bir uzaklıkta kalır.
Son söz yerine
Küresel boyutta taşların yerinden oynadığı, hegemonya ve paylaşım savaşının farklı enstrümanlarla da olsa giderek sertleşip kapsam büyüttüğü, yeni bir saflaşmanın habercisi sayılabilecek anlaşma ve ortaklaşmaların yaşandığı bu dünya konjonktüründe, genelde dünya özelde Türkiye soluna büyük sorumluluklar düşüyor. Örneğin Akbelen sadece bir ipucudur. Körfez ülkeleriyle buna benzer çok daha kapsamlı anlaşmaların yapıldığına dair değerlendirmeler yapılıyor. Kaldı ki sadece Türkiye oligarşisi değil uluslararası sermaye artık kural/sınır tanımaz boyutlara gelmiş durumda. Bu, aynı zamanda bir an önce seçim ve sonuçlarının darlaştırıcı ufkundan çıkıp, daha büyük ve daha kolektif düşünmeyi gerektiriyor.
Bu bağlamda, giderek ağırlaşan sorunların ve yanıtsız bırakılan soruların ağırlığının bilinciyle; bu yazı kapsamında yaptığımız değerlendirmeler, daha geniş zeminde dostlarımızla yapacağımız tartışmaların, paylaşımın ve kolektif üretimlerin ipuçları olarak görülmelidir.
Devrimci Hareket
4 Ağustos 2023