Felaketle özdeş bir geleceğin fragmanı
Seçimlerin 24 Haziran’da yapılacağının kararlaştırılmasıyla beraber, gerek olup biteni anlama gerekse “ne yapmalı” sorusuna yanıt arama bağlamında tartışma ve arayışlar hızlandı. Hatta süre sınırlılığı itibariyle alternatif üretip hayata müdahale etmesi gereken kesimlerde dahi yetememe/yetişememe bağlamında bir kaygı oluştu.
Sürecin zorlukları, organize olma, üretme ve uygulama bağlamında yüklediği sorumluluklar, oluşan kaygıyı anlaşılır kılıyor. Ancak bugün önemli olan, ayak bağı olabilecek tüm engelleyici/oyalayıcı faktörleri aşıp, sürece hızla müdahale etmektir. Bu konudaki başarının öncelikli koşulu, gelişmelerin sınıfsal bakış açısıyla değerlendirilmesi ve makro olanından mikro olanına kadar olup biteni bir bütün içinde görmeye imkân tanıyan bir perspektifle harekete geçmektir.
Bir süredir fiilen yaşanmakta olan başkanlık dönemi, adım adım kurgulanmış, toplumsal felaketle özdeş bir geleceğin fragmanı niteliğindedir. Siyasetin bunca daralıp tekelleştiği bu tarihsel kesitte süreç, aynı zamanda ezilenin ezenle, diğer bir ifadeyle yüzde 99’un yüzde 1’le imtihanı niteliği taşıyor.
Bugün artık egemenlerin yönetemez hale geldiğini gösteren ekonomik, sosyal, siyasal sorunlar yapısaldır. Bu yapısal sorunlar, konjonktürel ataklarla geçiştirilmeye/ertelenmeye çalışılıyor. Hatta “ittifak yasası” dahil, atılan adımların, yapılan düzenlemelerin 16 Nisan referandumunda yapılanları aştığını ve sonucu peşinen tayin etme girişimi olduğunu söylemek mümkün.
Sanıldığı denli güçlü değiller
Nükleer tercihinden ekonominin askerileştirilmesine ve bölge politikalarına kadar egemen sınıfların tercihlerinin, siyasetin tekelleştirilmesi bağlamında başkanlığı ihtiyaç haline getirdiği biliniyor. Ancak, burjuva siyaset tarzının bir döneminin kapanmakta olduğunun da habercisi olan, kuvvetler ayrılığına, parlamentoya vb. yer vermeyen bu yönelimin, halkların direnciyle karşılaşmayacağını düşünmek; “onlar istediği sonucu hileyle, zorbalıkla alır” biçiminde bir edilgenliğin içinde olmak, ezilenler açısından bir çeşit tuzaktır.
İşimiz elbette kolay değil, meselenin sandıktan ibaret olmadığının, küresel boyutta yaşanan hegemonya ve paylaşım savaşlarının tek tek ülkelere yansıyan boyutlarının olduğunun bilincindeyiz. Ancak, bizler açısından çeşitli zorluklar taşıyan sürecin egemen sınıflar açısından da kolay olduğu söylenemez.
Saray ve müttefikinin bunca kararlılık beyanlarının ardında gerçekte özgüven problemi ve güçsüzlük yatmaktadır. 1,5 yıl bu şekilde beraber yürüme şansından emin olmayan, yerel seçim sonuçlarına dair kaygılar taşıyan, bu nedenle de genel seçimleri yerel seçimlerin sonuna bırakmak istemeyen bu antidemokratik gaspçı ittifak; ekonominin gidişatına dair zorlayıcı verilerin de etkisiyle, mecburen 24 Haziran kararını almıştır.
“Hayır” çalışmasının devamı
Gezi’den bugüne yaşanan pratikler gösterdi ki muhalif kesimlerin niceliği de üretkenliği de hafife alınamayacak bir birikime ulaşmış durumdadır. Muhalif kesimlerin birliği ve ittifaklar bağlamında bugüne dek uzun erimli kalıcı adımlar atılamamış olsa da “Hayır” çalışmasında olduğu gibi fiili olarak üretilebilmiş yaratıcı ve öğretici pratikler ortaya konulabildiği biliniyor.
Öncelikle yapılması gereken, meselenin basitçe bir “seçim” olmadığı, tayin edici sonuçları olacağı bilinciyle hareket etmektir. Bu süreç, bir anlamda 16 Nisan’ın devamı niteliğindedir; “Hayır” çalışmasının bir başka bağlamda yeniden üretilmesidir. Verili durumda boykot koşulunun olmaması sebebiyle eşitsizlik, adaletsizlik, hile gibi olgular, oyun dışı kalmaya değil buna rağmen mücadele yöntemleri geliştirmeye sebep olmalıdır. Örneğin salt sandık/oy güvenliği bağlamında yapılacak çalışmaların bile ortaya güçlü bir direnç, bir hareket çıkarma olasılığı zayıf değildir.
Bu süreçte, ayağımıza dolanma ve bizi zayıf düşürme ihtimali olan ezberleri bir tarafa bırakıp, içine 1 Mayıs’ı da alan bir planlamayla, milyonların birbirini hissettiği, birbirine değdiği, atılan her adımın harekete geçen her parçanın bir başka adım ve parçayla bir toplam oluşturduğu bir ufukla hareket etmek durumundayız.
Sokakta, ayakta ve direniş halinde
Mayıs’ın Haziran’a evrileceği bu süreci sokakta, ayakta ve direniş halinde karşılayabilirsek, iktidarın tüm hazırlıklarına, tuzaklarına ve avantajlarına rağmen, oyununu bozmak mümkün olacaktır.
Doğrudur, onlar kazanmak için her şeyi yapacak, sandıkta kaybetse de gitmek istemeyecektir. İşte tam da bu nedenle, örgütlü ve hazırlıklı olmak, 25’inden sonra bizleri bekleyen kavganın gerekleri ile donamak anlamına da gelecektir.
Birleşik Haziran Hareketi’nin yaptığı “emekten, eşitlikten, adaletten, bağımsızlıktan, özgürlükten, birlikte yaşamdan yana tüm ilerici güçlerin ortak bir aday etrafında bir araya gelmesi” çağrısı yukarıda yaptığımız değerlendirmelerle bütünlük içinde ele alınmalıdır. Mesele basitçe bir “adaylık yarışı” değil; sokağa çıkma, sorunları görünür kılma bağlamında bir teşhir çalışması yapmak, kendi program ve alternatifini de ortaya koyarak gerek Haziran’ın 24’ü, gerekse 25’i için güç ve enerji biriktirmektir.
25 Nisan 2018
Devrimci Hareket