Genel seçimlerin ardından başlayan koalisyon görüşmeleri henüz bir sonuca bağlanmadı. Görüşmelerin içeriği, partilerin bu süreçte takındıkları tutum Türkiye kamuoyunun gündemini oluşturuyor. Koalisyon tartışmaları bu şekilde sürerken toplumsal muhalefetin bu dönemde atacağı adımlar sokağın gündemini oluşturacağa benziyor. Birleşik Haziran Hareketi’nin seçimlerin ardından ‘Görülmemiş Hesap Kalmayacak’ sloganıyla başlattığı çağrı ise birçok kentte gerçekleştirilen eylemle sürüyor. Haziran Hareketi Yürütücüsü Mehmet Yeşiltepe ile yeni çıkan kitabı “Direniş ve Umut Odağı Haziran”ı ve Haziran Hareketi’nin önümüzdeki süreçlerde atması gereken adımları konuştuk.
>>Seçimlerin ardından Haziran Hareketi’nin çağrısı oldu. Nasıl yorumluyorsunuz bu çağrıyı?
Doğru anlaşıldığında ve toplumsal dinamiklerce uygun bir karşılık bulduğunda, tek başına bir cümlelik çağrı bile çok şey anlatır ve çok işlevli olur; ama tersine bazen en mükemmel metinler bile beklenen düzeyde sonuçlar üretmez. Bu anlamda ben Haziran Hareketi’ni tüm eksiklerine rağmen nasıl bir “Direniş ve Umut Odağı” olarak değerlendiriyorsam; devrim ufkunda bir ciddiyetin, samimiyet ve ısrarın somutlanması olarak görüyorsam, seçimlerin ardından yaptığı çağrıyı da bu bağlam içinde ele alıyorum.
Belki çağrı mükemmel değildir, eksikleri de vardır; ancak bence doğru anlaşılıp gereği yerine getirildiğinde “Gezi milyonlarının ‘Artık Yeter!’ sesi, bir hesap sorma çağrısıdır” cümlesi veya “AKP, hiçbir koşulda koalisyon ortağı yapılıp iktidara taşınmamalıdır.” uyarısı, çok şey anlatmaktadır; sistem içi bakışa, sistemi onarma ufkuyla sınırlı duruşa oranla bir nitelik farkı taşımaktadır. Düşünün ki ülkenin hükümetsiz bırakılmamasından söz edildiği, tekelci sermayenin istikrar ve normalleşme beklentilerine soldan desteğin büyütüldüğü bir tarihsel anda Haziran Hareketi, kirli-karanlık ve halkı nefessiz bırakan bu düzeni yıkma ve gün ışığının, ekmeğin, yaşamın ve özgürlüğün ülkesini, Haziran Türkiyesi’ni kurma amacını öne çıkarmaktadır.
>>Koalisyon tartışmalarına nasıl bakıyorsunuz?
Aslında koalisyon tartışmaları, seçimi önceleyen tartışmalardan veya seçim çalışmalarından öz itibariyle farklı değil. Seçim öncesindeki duruş ve tercihleri nasıl büyük oranda pragmatizm ve burjuva siyasal öznelere öykünme biçimindeki tarz belirlediyse; uzun yıllara dayalı deneyimler sonucu oluşmuş genel doğrular bir anda kenara konulup, yok sayılıp “oy artırmak için her yol mubahtır” denilebilecek türde bir çalışma yürütüldüyse, bu anlayış, koalisyon tartışmalarında da gözleniyor.
Parlamentarizm yakıştırması yapıp geçmek istemiyorum ama bu süreçte kullanılan normalleşme, istikrarın devamı, ülkeyi hükümetsiz bırakmama gibi vurgular, solun önemli bir kesiminin ufkunun sistemin ötesine uzanamadığının göstergesidir. Eğer burjuva partileri tekelci sermayenin temsilcileri ise, aralarındaki fark abartılmamalı, kendi içlerinde bir uzlaşma sağlayabilecekleri ve bunun koalisyon olarak Meclis’e yansıyacağı unutulmamalıdır.
Seçimin öneminin abartılması gibi örneğin 4 bakanın yargılanması meselesi de abartılıyor. Dikkat edilirse konu bir türlü sermayenin krizini ve muhtemel programını tartışma noktasına gelmiyor. Örneğin talan, yağma ve rant projeleri durdurulacak mı, güvencesizlik-geleceksizlik konusunda bir değişim yaşanacak mı, bunu mevcut Meclis bileşenleriyle sağlamak mümkün mü diye kimse sormuyor. Sanki sol, stratejik iddialarını yitirmiş durumda; temel teorik tezlerle bağ kurulamıyor, tarihsel birikimin gereği yerine getirilemiyor.
>>Haziran Hareketi’nin önümüzdeki süreçte yoğunlaşacağı dinamikler neler olabilir?
Gezi süreci bize ezilenlerin milyonlar halinde bir arada sokağa çıkabildiğini, aradaki farkların ortak hareketin önünde bir engel oluşturmadığını, beraber dövüşüp beraber bedel ödenebildiğini gösterdi. Bu süreçte elbette kimi talepler ve dinamikler öne çıktı/çıkıyor. Ancak akla gelebilecek demokratik her hakkın gasp edildiği, demokrasi mücadelesinin bir avuç egemen dışında toplumun hemen bütün kesimlerini direkt veya dolaylı biçimde ilgilendirdiği koşullarda, ezilen tüm kesimlerin taleplerini dolaysıyla da mücadele imkânlarını ortaklaştıran acil ve uygulanabilir bir programa ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Bir başka ifadeyle söylersek Gezi, Che’nin “Peşinden gidecek cesaretin varsa, bütün hayaller gerçek olabilir!” sözünü doğrularcasına, milyonların sokağa hayallerini gerçekleştirmek üzere dökülmesidir. Hareketin eylem ufku, “basın açıklamaları”nı aşmalı, gerek direniş gerekse alternatif oluşturma bağlamında söylenenin fiili bir karşılığı olmalıdır.
>>Meclisler Haziran’ın yoğunlaşacağı dinamiklerin neresinde duruyor?
Meclis fikri de cismi de solda yeni bir olgu değildir. Ancak Haziran Hareketi, bu konuda mevcut birikimle yetinmemekte, temsili sistemden kalma tüm alışkanlıkları aşma ve bütünüyle alternatif bir dünya oluşturma iddiasındadır. Bu boyutuyla yenidir; arayışı da içeren canlı bir süreçtir. Doğrudan demokrasi atfında bulunulsa da meclislerin, temsil ettiği toplum kesimleri açısından belirli bir sınırlılıkta kalabileceği, anlayış olarak doğrudan katılımı artırmayı amaçlasa da bunun zaman alacağı, sistemden devralınan alışkanlıkların bir anda aşılamayacağı akıllarda tutulmalıdır.
Unutmamak gerekir ki alternatif ufuk ve duruş eksiği, sisteme öykünmeyi beraberinde getirir; çatışma, yerini uzlaşmaya bırakır; kanaatkârlık, devrimci iddianın yerini alır.
Bu röportaj 13.07.2015 tarihinde BirGün Gazetesine yayımlanmıştır.