Emperyalist odaklar; yıllardır, kendilerine engel teşkil eden sınırları, ayak bağlarını ve itirazları aşmanın, mümkünse yoketmenin yollarını arar; bunun için, gizli veya açık, meşru veya gayrımeşru pek çok yol dener. İsimli-isimsiz, ünlü-ünsüz pek çok buluşma ve zirve de bu amaçla gündeme getirilir. Haziran ayı da, salt kamuoyuna yansıyan yanıyla bile, “zirveler ayı” olmuştur. Anımsayalım;
Türkiye’nin, NATO zirvesine ev sahipliği yapmaya hazırlandığı günlerde, ABD’nin dayatması sonucu, Mısır’da yapılması gereken İKÖ zirvesi de Türkiye’ye alındı ve Türkiye, örgütün genel sekreterliğine getirildi. Tayyip Erdoğan veya onun borazanlığını yapan burjuva medya; bunu, Türkiye’nin itibarıyla veya kıymete binmesiyle açıkladı. Irak halklarının işgalci güçler tarafından boğazlanmasına olur verirken, bunu nasıl bir başarı olarak lanse ettiyse; zirvelere evsahipliği yapmayı da marifet olarak sundu. Gerçekte ise, söz konusu gelişmeler olsa olsa Türkiye’nin itibarını ve başarısını aşağı çeken bir işlev görmüştür.
Mutlaka bir başarıdan bahsedilecekse; bu, Türkiye’nin BOP’ta bir ileri karakol olarak kullanılmasında egemenleri hizaya getiren ABD’nin başarısıdır.
Kral, soytarısını istediği kılığa sokabiliyor; veya efendi, uşağına kolay söz geçiriyor. Genelde ise durum, ne ABD açısından bir başarıya, ne de bölgede istikrara işaret ediyor. Hatta öz itibariyle yeni bir olgu da söz konusu değil.
Yayılma stratejisi izleyen ABD, karşısındaki zorlukları aşma çabasında gerek girdiği ittifaklarda gerekse başvurduğu yöntemlerde zorlanmakta ve özellikle halkların direncini giderek büyüyen oranda tetiklemektedir. Türkiye’nin “demokratik ortak” olarak çağrıldığı G-8 zirvesi, ABD ve Bush’un güç ve prestijinde oluşan çatlakları onarmaya yetmemiş, “bölge ülkelerinin demokratikleştirilmesi için artık ortak adım atmaya”
Putin ve Chirac rıza göstermemiştir. Kendi emperyalist çıkarları sebebiyle de olsa, Fransa’nın Irak’ta NATO şemsiyesine itiraz etmesi, benzer bir itirazın Rusya’dan gelmesi, ABD’nin söz konusu zirvede umduğunu bulamadan ayrılmasını beraberinde getirmiştir.
Bir diğer gelişme de ABD’nin, Irak’taki işbirlikçi rejim için BM Güvenlik Konseyi’nden karar çıkartmış olmasıdır. Belki bu, ABD’nin düştüğü bataklıktan kurtulmak için başvurduğu destek arayışında bir mesafe sayılabilir. Ancak, aynı ABD’nin daha önce BM kararlarına ve BM Güvenlik Konseyi’ne karşı sergilediği keyfi tutumdan taviz verdiği, bu konudaki kararlılığında bir aşınma olduğu görülüyor.
Peş peşe yapılan uluslar arası toplantılardan çıkan sonuçlar bile, sürecin bir istikrarın değil; rekabet, çatışma ve gerginliğin habercisi olduğunu gösteriyor. ABD, ortaklığı ne denli telaffuz etse de, uyguladığı plan, rakip konumdaki emperyalistlerin çıkarını zorlamakta ve daha önce de olduğu gibi Rusya, Almanya, Fransa, Çin gibi ülkelerin direnciyle karşılaşmaktadır.
EMPERYALİST PROJELERİ YIRTMAK İÇİN SEBEPLER DE İMKANLAR DA YETERLİDİR
Bir ay içerisine sığdırılan uluslar arası dört toplantıya; işbirlikçilik, rüşvet, kayırma vb. yöntemlere rağmen ABD, yoluna dikensiz, engelsiz ve hatta başarı umudu taşıyarak devam edebilme koşulu sağlayamamıştır. Vladimir Putin, NATO Zirvesi’ne katılmayı dahi reddetmiş, Mısır dahil çeşitli ülkeler, Siyonizm başlıklı füzelerle Filistin halkının katlini ABD’nin politikalarına direnç için önemli bir neden olarak gündeme getirmiş; G-8 zirvesinde Türkiye, İtalya, Yemen gibi ülkeler bölge halklarının geleceğini karartan projelerde rol almayı kabul etmiş olsa da bu durum, Suriye ve İran başta olmak üzere bölge ülkelerinin önemli bir kesiminin ne gönlünü ne de aklını çelmeye yetmemiştir. Ve sonuçta, özellikle bölge halklarınca bilindiği ve görüldüğü gibi istikrar değil istikrarsızlık, güven değil güvensizlik, yumuşama değil gerginlik tohumları atılmıştır.
Telaffuzu “tatlı” kavramlarla iş görmek, artık hiç kimseyi aldatmaya yetmiyor. Çünkü mızrak çuvala sığmıyor. G-8 zirvesine çağrılan “ortaklar” arasında Irak ve Afganistan’daki kukla başbakanların olması, niyeti bütünüyle ele veriyor ve edilen süslü lafların içini anında boşaltıyordu. Örneğin Allavi, daha önce Irak halkına karşı kontra faaliyetinde bulunmuş tescilli bir CIA ajanıdır. Irak halkı, emperyalizme direnilebileceğini, tüm yıkıntılara rağmen teslim alınamayacağını kanıtladığı bir dönemde böyle bir uşak tarafından yönetilmeye neden rıza göstersin ki?
Irak’taki direniş, sadece Irak halkını değil, tüm dünya halklarının umudunu büyütmüş, emperyalist haydutlarla baş edilebileceğini göstermiş ve işbirliğini, faturası ağır bir tercih haline getirmiştir. Irak direndikçe, benzer saldırılarla karşılaşma tehdidi altında bulunan ülkelere güven gelmekte; işgali karlı ve bedelsiz zanneden emperyalistleri ve onların işbirlikçilerini düşündürmekte, oluşturdukları bloklar çatlamaktadır. İspanya ve Honduras’ın asker çekmesi, Bush ve Blair’ın kendi ülkelerinde giderek yükselen bir ivmeyle destek yitirmeleri, Irak’ın dünya ölçeğinde halkların gönlünde tereddütsüz yer edinmesi, özellikle direniş sayesinde olmuştur. Tabii ki bu durum, ABD-İngiliz emperyalizminin işgal ve yayılma planlarını geri çekmelerine sebep olmayacak, daha da pervasızlaşmalarını beraberinde getirecektir. Bu bağlamda zirvelerden yayılan, bölge için “güvenlikli ve demokratik yeniden yapılanma” biçimindeki makyajlı ifadelerin gerçekle hiçbir ilintisi yoktur. Ve Irak’a girerken yapılan yalan bombardımanından farksızdır. Emperyalistler arası rekabet de, ABD’nin yayılma ve işgal hesapları karşısındaki dirençler de varlığını korumakta; koca koca isimlerle anılan projeler ölü doğmaktadır.
Atılan ideolojik havai fişekler söndü, NATO zirvesi sonuçlandı; herkes evine döndü; ama, yaşam da mücadele de sürüyor. Irak, halen aynı Irak; değişen bir şey yok. Direniş, değişimin dinamiği ve halkların umudu olmaya devam ediyor. NATO zirvesi manşetten düştü; ama direniş, manşetteki yerini koruyor.
15 Temmuz 2004