Bahadır Deniz
Hareketimiz, temsil ettiği değerler sebebiyle geniş, kapsayıcı ve hoşgörülü olmak durumundadır. Yarının insan ilişkilerini bugünden birebir somutlamak mümkün değilse de, yoldaşlıkla tanımlanan çerçeve, bizi ve dolayısıyla işaret ettiğimiz yarını tanımlayacak ve insanlar bizim aynamızda yansıyan görüntüleri ölçü alacaktır.
Bu nedenle biz, insanlarda rastladığımız zaaf ve eksikliklere, bunların gerçek sorumlusunun sistem ve onun sahipleri olduğunu bilen bir olgunluk ve hoşgörü ile yaklaşırken, bir ilkesizlik görüntüsünün oluşmasına ve ilişkilerin sulanmasına izin vermeyecek; devrimciliğin gerektirdiği ciddiyeti her ortamda hissettireceğiz.
Hareket noktası insanları sevmek olan bir yapılanmanın insanlara sıcak, sevecen ve hoşgörülü davranması; alabildiğine kapsayıcı olması, niteliğinin bir gereğidir. Bu niteliğin, ne istismarcılar tarafından ne de onu yanlış anlayan uygulayıcılar tarafından bozulmasına izin verilmemelidir. Bizler, birileri istismar edebilir diye, hoşgörü çapımızı küçültemeyiz. Bu durum, yoldaşlarımız tarafından çok iyi kavranmak durumundadır. O üzerinde titrediğimiz bahçemize, zararlı otlar dolacak diye kaygılanıyorsak; bunun önlemi, bahçeyi otlara kapatmak değil, zararlı otların barınamayacağı bir seviye oluşturmaktır. Bugüne kadarki pratiğimiz, bu işin sanıldığı denli zor olmadığını, kalıcılaşan normlar karşısında tutunamayanların, kendiliğinden bahçeyi terkettiğini gösterdi.
Sistemin toprağı zehirleyerek, en uygun tohumların bile, çimlenmekte güçlük çekeceği bir hastalıklı ortam yaratmış olması, işimizi insan kalitesi bağlamında oldukça zorlaştırıyor. Ne var ki devrimcilikte bir yöntemi, “zor” diye uygulamamak, taşınan kimliğin özüne terstir.
Bizler, bir taraftan okuma ve hatta düşünme özürlü bir kesim tarafından “eskiyi tekrar etmekle” itham edilirken; diğer taraftan basireti bağlanmışçasına suskunlaşan solun kaderini değiştirme iddiasıyla yeni bir hareket yapılandırıyoruz. Bu, öylesine titiz ve uzun vadeli bir çalışmadır ki; süreç, yapıcıların kendisini de yapılandırarak ilerlemek zorundadır. Bu nedenle de “peki siz ne yaptınız; 1 Mayıs’ta kaç kişiydiniz; ölüm orucunda şehidiniz var mı?” biçimindeki, süreci anlamamanın ürünü olan soruların duygusal ağırlığını üzerimizde hissetmeden yolumuzun tuğlalarını döşemeye devam etmek zorundayız.
Bizler, hoşgörü çapını geniş tutarken, bu yanımızı türlü hilelerle istismar etmek isteyenler olacak; zamanımızı çalacak, yorgunluk ve acı sebebi oluşturabilecektir. Buna rağmen duruşunda ısrar, değerlere bağlılığın da testi anlamına gelecektir.
Kendine güvenin, samimiyetin, tutarlılık ve istikrarın aşındırıldığı; hiçbir değere saygısı olmayan, bencil ve alabildiğine zayıf kişiliklerin sayısında tüm zamanlardan daha hızlı bir artışın yaşandığı günümüzde; seviye düşürücü hamleleri muhatap almadan ve potaya girmeden yol almak durumundayız. Değiştirme-dönüştürme etkinliğinde de belirli bir seçicilik dahilinde hareket edilmeli; kendisine bile yararı kalmamış, bırakalım devrimciliği normal bir insanda bulunması gereken asgari nitelikleri bile taşımayan unsurlarla zaman kaybedilmemelidir .
Düzenin bozucu etkisine maruz kalmış olan insanları cezalandırmayı değil -mümkünse eğer- kazanmayı ölçü alan yoldaşlarımız; her kişiyi kendi özgül durumu içinde değerlendirebilen bir ustalığa sahip olmalı; günü kurtaran basit kazanımlarla değil, devrimciliği gözeten tutarlı adımlarla yol alınmalıdır.
Düzenin tüm bozucu faktörlerine direnebilen devrimci zeminlerin, bozulmuş kişilikler üzerinde etkili olabilen en elverişli alanlar olduğunu çeşitli zaman ve biçimlerde ifade ettik. Ne var ki, devrimcilerin bu iyileştirici yanı bazen yanlış anlaşılmakta ve kişiliğindeki hemen tüm taşların yanlış dizildiği hastalıklı “tip”lerin bile hemen iyileştirilebileceği bir ortam olarak görülmektedir. Bu durum, duruşları artık bir “suç”u tanımlar hale gelen kişilere bile “kazanılabilecekleri” düşüncesi ile tavizkar yaklaşmayı beraberinde getirebilmektedir.
Öncelikle bilinmesi gereken şey, hareketin bir doktor, devrimci zeminin de bir hastane olmadığıdır. Hareket ile kişiler arasında, her kişiye özgü bir ilişkilenme oluşur. Bu, olumlu ve olumsuz tüm yanları ile bir özgünlük içerir. Bu özgünlük, hemen hiçbir insanın kişiliğinin bir diğeri ile aynı olamayacağı gerçeğine dayanır. Kötüler de birbiri ile aynı değildir; iyiler de … Hatta, kötü diye bilinen bir öznenin “A” niteliğinin, iyi diye bilinen bir öznenin “A” niteliğinden daha iyi/gelişkin olabildiği de bilinmektedir. Yani salt iyi veya salt kötü yoktur.
Saflarına katılan her kişiye bu perspektifle yaklaşan ve kaybetmeyi değil kazanmayı gözeten hareketimizin bu niteliği, bir peygamberler topluluğu olduğumuz biçiminde bir yanılgıyı beslememelidir.
Sol görünümlü kimi mekanlarda lümpen oranının devrimci oranını geçmiş olması ve solda pek çok konuda olduğu gibi örgüt-birey ilişkisinde de bir ölçü bulanıklılığının bulunması sebebiyle; yoldaşlarımız hareketimizin bu konudaki yaklaşımını özümsemeli, buna uygun hareket etmeli ve ortaya atanların kendi ihtiyacı olan dedikodu ağırlıklı haberlere itibar etmemelidir.
Geri kültürün, eğitimsizlik ve cehaletin ağırlıkta olduğu; asalaklığın, mafyavari ilişkilerin dar mahalle ortamlarında oluşturduğu kültürün gençliği teslim aldığı ve devrimci yaşam ağırlığının hissettirilmediği hallerde, devrimciliği istismar eden çarpık ilişkilerin de geliştiği bilinmektedir. Belirli bir program dahilinde, öncelikleri gözeterek süreci karşılayan hareketimiz bu sorunlara duygusal reflekslerle değil, bütünün bir parçası olarak yaklaştığı için, yaşama öznelliğin darlaştırıcı penceresinden bakanlarca anlaşılamamaktadır. Bunlar, diğer başka sorunlar gibi, devrimci bir alternatifin, taklitlerine fırsat bırakmayan bir güçle yaşamdaki yerini almasıyla beraber, sorun olmaktan çıkacaktır.
Sayı 6 (Ağustos- Eylül 2002)