Ülkemizde okul öncesi eğitim kurumlarından liselere kadar yaklaşık 820 bin öğretmen görev yapıyor. Yine yaklaşık 300 bin, yeterli mesleki formasyona sahip olduklarının tescili olan diplomalarıyla öğretmen olmaya hak kazandıkları halde 2000’li yıllarla beraber KPSS engeliyle önleri kesilmiş, ataması yapılmayarak sözleşmeli/ücretli gibi tanımlara maruz bırakılmış (Bakanlığın deyimiyle öylece durup yem bekleyen güvercinler) öğretmen mevcut.
Bugün ülkemiz egemenleri tarafından eğitimde nitelik sorunun temel sorumlusu olarak görülen öğretmenler, öğretmenlik mesleğine karşı giderek yaygınlaştırılan bir itibarsızlaştırma politikasıyla karşı karşıya. Eğitim emekçileri, büyük oranda sınav, seminer, kurul vb ile geçirdikleri 3 aylık yaz tatili döneminden dolayı tembelllikle suçlanıyor, az çalışıp çok maaş aldıkları iddia ediliyor. Oysa OECD verilerine göre öğretmenlerin en çok çalıştığı ve en az kazandığı ülkelerin arasında yer alıyor Türkiye.
Her vatandaşı birer muhbire çevirerek sorunun asıl kaynağını gizleme, hedef şaşırtma amacına hizmet eden alo ihbar hatları, mesleklere göre tasnif edilmiş durumda. Ciddi bir aşağılama aracına dönüşen bu ihbar hatları dolayısıyla, kamu çalışanları sıkıntılı süreçlerle karşı karşıya kalıyor. Örneğin Acil tıp asistanı Dr. Melike Erdem 30 Kasım 2012 tarihinde, Sağlık Bakanlığı’nın“Alo 184-SABİM hattına yapılan bir şikâyetle ilgili savunmasını verdikten sonra, elinde tuttuğu savunma evrakı ile çalıştığı hastanenin altıncı katından atlayarak yaşamına son vermişti. Eğitim emekçileri de bu ihbar hatlarından nasibini alıyor. MEB’in görev ve sorumluluklarıyla ilgili her türlü; talep, şikâyet, görüş-öneri, ihbar ve bilgi edinme sorularını etkin ve hızlı bir biçimde çözüme kavuşturabilmek iddiasıyla 1 Mart 2012’den beri hizmette olan Millî
Eğitim Bakanlığı İletişim Merkezi’nin (MEBİM) açtığı Alo 147 MEB hattı adeta muhalif okul yöneticisi ve öğretmenlerin ihbar edilerek fişlendiği bir jurnal hattına dönüşmüş durumda. Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Alo 147’’ şikâyet hattına gelen ihbarları değerlendirerek Türkiye genelinde 500 öğretmen ve okul yöneticisi hakkında soruşturma ve inceleme başlattığı biliniyor. “Alo 147’’ hattı üzerinden gelen şikâyetler sebebiyle başlatılan soruşturmalarda, Bakanlık müfettişleri tarafından, öğretmenlere ve okul yöneticilerine “Okullarda dini ibadetler özgürce yapılabiliyor mu”, “Örgüt üyesi misiniz”, ‘’Hükümet ve MEB’’ aleyhine propaganda yaptınız mı’’, ‘’4+4+4 sistemine karşı mısınız’’ gibi sorular yöneltiliyor. Bu ihbar hattıyla MEB de son yıllarda ülkemizde yaygınlaşan gizli tanık sistemine geçmiş bulunuyor. AKP’li bir il başkanının, bir okul yöneticisini telefonla arayarak “Bu okulda Kuran-ı kerim dersi neden bu kadar az talep edildi’ sorusunu soruyor. Telefon görüşmesinden kısa bir süre sonra yönetici hakkında inceleme başlatılıyor ve incelemenin gerekçesinin “Alo 147 şikâyet hattı üzerinden gelen bir ihbar”olduğu ifade ediliyor. Yine İstanbul Ataşehir Nuri Cıngıllıoğlu Lisesi’nde felsefe öğretmenliği yapan Adnan Marangoz hakkında “Çocuklarımıza tevhid inancımıza aykırı bilgiler vermek ve ateizm gibi konulardan bahsederek çocuklarımızın kafasını bulandırmak” “suçlamasıyla” soruşturma başlatılıyor. Adnan Marangoz, kendisinden kimin şikayetçi olduğunu bilmiyor. Yine; etek boyu, saç uzunluğu, küpe deliği, bıyık biçimi, makyaj ve benzeri nedenlerle Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenlere soruşturma açarken bu hattın nimetlerinden bolca yaralanıyor.
“Alo 147’’ şikâyet hattının son aylarda giderek daha da faaalleşttiğini görüyoruz. Öğretmenlere yönelik itibarsızlaştırma hareketine hız verilmesi gerekiyor çünkü 2013’te okullarda performans değerlendirme sisteminin yerleştirilmesi, öğretmenlere performans uygulaması getirilmesi hedefleniyor. Onlara göre eğitim sisteminin bugün bu halde olmasına sebep ‘’yetersiz performans değerlendirme’’. Performans değerlendirmeye göre başarılı olan öğretmenler desteklenecek, ücretlendirme performansa göre yapılacak. Öğretmenler performanslarına göre ödül ve cezalara tabi tutulacak. Buradan çıkacak rapora göre, öğretmenlerin ataması, yükselmesi, yer değiştirmesi yapılacak, yani öğretmenlerin hayatı bu rapora bağlı olacak. Bu performans raporunu ise öğrenci ve velilerin vereceği söyleniyor. ‘’Öğretmenlerin öğrenci ve velilerle ilişkisi bir denetim ilişkisine dönüşecek. Üstelik bu denetimin ölçüsünün ne olduğu bilinmiyor.
Eğitimde nitelik sorununun kaynağında; giderek azalan eğitim yatırımları, özelleştirmeler, eğitimin içeriğinin bilimsellikten uzaklaştırılması gibi nedenlerin yattığını hepimiz biliyoruz. 4+4+4 sistemi ile ağırlık kazanan din derslerine bazı yerlerde öğretmen yerine sakallı müftüler girmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilköğretim öğrencilerine “umre ziyareti” yapılması ile ilgili yazısı, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “acele ve günlü” olarak 81 ildeki bütün okullara gönderilmiştir. Ders kitaplarında Evrim Teorisi ile alay edilerek yaradılışçı görüşler benimsetilmeye çalışılmaktadır. Felsefe gurubu derslerine bir çok ilde din kültürü öğretmenleri
girmektedir. Eğitim müfredatının değiştirilmesinde önerilen “100 Temel Eser” içinde yer alan pek çok hikayede kısaltma ve düzeltmeler yapılarak bu kitaplar islami söylem eşliğinde yeniden düzenlenmiştir. Çevirileri islami söyleme uydurarak piyasaya süren yayın evlerinin kitapları okullarda tavsiye edilmektedir.
4+4+4 uygulamasıyla eğitim sistemine ciddi bir fırça darbesiyle daha katkıda bulunan egemenler yarattıkları muhteşem tabloyu kılık kıyafet serbestliği olarak lanse edilen uygulamayla biraz daha renklendirme peşinde. ‘’Bugün eğitimin parçalanarak imam hatiplerin orta kısımlarının açılmasının arkasında geliştirilmek istenen cemaat ilişkileri yatmaktadır.
Eğitimin içeriği de, kırıntı düzeyinde kalan bilimsel öğelerin törpülenerek yok edilmesi sonucu bütünüyle gericileşmiş ve bu da yetmezmiş gibi “peygamberin hayatı”, “kur’an öğreniyoruz”, “ahlak ve değer” gibi dersler müfredata girmiştir. Eğitim yılının açılışıyla birlikte 4+4+4 eğitim sisteminin yarattığı kaos ortamında, geçtiğimiz günlerde gündeme gelen okullarda kıyafet zorunluluğunun kaldırılması, eğitimi bütünüyle bir yıkıma doğru götürmektedir.
Bugün kılık kıyafet zorunluluğu kalktığında okulların tek tipleştirici torna etkisi kalkmış olmayacak, aksine yeni bir tek tipleşme sürecinin basamakları örüldükçe eskisini aratacaktır. “Sivil” kıyafetle cemaat vb kurumların giyim, kuşam ve yaşam tarzı okullara bütünüyle girecek. Kız öğrenciler başlarını bağlayacak ve bağlamayanlar üzerinde baskı oluşturulacaktır. Kıyafet serbestîsi geliyor söylemi bir aldatmacadır. Daha şimdiden kız öğrencilerin giyimlerine ilişkin kısıtlamalar dillendirilmeye başlanmıştır. Etek boyundan kol boyuna kadar kısıtlamalar gelmektedir. Böylelikle ya asimilasyon ya da ötekileştirme sonucu ortaya çıkacaktır. Asıl yapılmak istenen budur. Bunun yanında tabii ki “sivil” giyim geldiğinde sınıf farkı daha belirgin olacaktır. Bu durum çocukların pedagojik gelişimi için sakıncalıdır. AKP “tek tip kıyafet” jargonunu çarpıtma/propaganda amaçlı kullanmaktadır. Şuan her okul kendi üniformasını seçebilmektedir. Üniforma doğru kullanıldığında çocuğun okula aidiyet duygusunu da geliştirmektedir. Eğitimde en ileri noktada olan, dünya üzerinde fırsat eşitliğinin en gelişkin olduğu Küba’da bile çocukların okul üniformaları vardır. Ancak tüm bunlara rağmen sivil kıyafete itiraz noktası sadece, pedagojik gelişimi olumsuz etkilemesi noktasına daraltılmamalıdır. Zaten sınıf farkı sadece kıyafetle değil her yanıyla hissedilmektedir
.’’ Devrimci Hareket.
İtaatkâr öğrenci… İtaatkâr öğretmen… İtaatkâr toplum… Egemenlerin istediği bu. Onların yarattıkları sistemin bekası bu şekilde mümkün. Ya bizler, düşünü kurduğumuz güzel günlerin özlemini bir kenara bırakıp onların istediği uzaktan kumandalı öğretmenler, doktorlar, işçiler mi olacağız. Yoksa bizlere dayatılan açlığa yoksulluğa her türlü kimliksizleştirme politikalarına karşı tek yürek tek soluk olup bu karanlığı yerle bir mi edeceğiz…