15 Temmuz darbe girişiminin “tanrının lütfu” olarak değerlendirip hemen 5 gün sonra 20 Temmuz 2016’da OHAL ilan edilmesinin üzerinden bir yıl geçti.
Türkiye’nin maruz kaldığı saldırının henüz aşılmadığı bahanesiyle geçtiğimiz günlerde 4. kez uzatılan OHAL sürecine sığdırılanlar, amacın bir dönem kol kola yürünen Cemaat örgütlenmesini kendileri için bir tehdit olmaktan çıkarmanın yanında temel olarak tüm itiraz potansiyelinin yok edilmesi olduğunu da net olarak açığa çıkardı . Rakamlar, OHAL’in askeri darbelerin bile boy ölçüşemeyeceği kapsam ve derinlikte azgın bir saldırganlığın aracı yapıldığını gösteriyor.
Meclis’in ve Yargı’nın devre dışı bırakıldığı veya tek elde toplanan iktidarın basit bir uzantısı haline getirildiği bu bir yıllık süreçte 25 adet KHK çıkarıldı. Aralarında İMC ve Hayat TV gibi sol/yurtsever tv kanalları da olmak üzere 28 TV kanalı, 36 radyo kanalı, 26 yayınevi, 5 haber ajansı, 66 gazete, 19 dergi kapatıldı. 200’ün üzerinde gazeteci gözaltına alındı, yüzlercesi tutuklandı, 2 binin üzerinde gazeteci işsiz kaldı.
İçinde “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza atan 400’e yakın akademisyen olmak üzere 5 binin üzerinde akademisyen üniversitelerden ihraç edildi. On binlerce insan hiçbir yargı kararı olmadan işten atıldı, bir daha kamu hizmetinde istihdam edilmelerinin, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilmelerinin de önü kapatıldı.
3 binin üzerinde KESK üyesi de dahil kamudan yaklaşık 100 bin kişi ihraç edildi. Yaklaşık 45 bin öğretmen meslekten çıkarıldı veya açığa alındı.
Aralarında eşbaşkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da olduğu 11 HDP’li milletvekili tutuklandı. Figen Yüksekdağ’ın milletvekilliği ve parti üyeliği düşürüldü. Yine HDP’nin 750 il/ilçe yöneticisi tutuklandı, DBP’ye ait aralarında Diyarbakır, Van, Mardin, Ağrı, Hakkari’nin de bulunduğu 103 belediyeden 82 tanesine kayyum atanarak gasp edildi.
Çağdaş Hukukçular Derneği, Gündem Çocuk Derneği gibi onlarca dernek, Dicle Haber Ajansı, Jin Haber Ajansı, Özgür Gündem, Azadiya Welat, Evrensel Kültür ve Özgürlük Dünyası’nın da aralarında olduğu yüzlerce dergi ve yayın kuruluşu kapatıldı.
Yapılanlardan sadece bir bölümünü aktardığımız bir yıllık OHAL dönemi uygulamaları toplumsal yaşamın sermayenin çıkarları temelinde nasıl bir tasfiye ve dizayna tabi tutulduğunu gösteriyor. Gösteri, yürüyüş, düşünce açıklama, örgütlenme, grev vb. gibi biçimsel de olsa yürürlükte olan temel hak ve özgürlükler tamamen devre dışı bırakılırken, tekelci sermayenin anlık olanları da dahil tüm ihtiyaçlarını karşılama hükümet etmenin esası haline getirildi.
Bu süreç Türkiye’nin kendi dinamikleriyle ilgili olduğu kadar, tüm dünyada ekonomik krizin derinleştiği, hegomonya mücadelesinin boyutlandığı ve bunlara bağlı olarak paylaşım kavgasının şiddetlendiği koşulların bağrında gelişen siyasal gericileşmenin Türkiye’ye dönük yansımaları olarak da görülmeli. Sermayenin varoluşuna içkin bu siyasal gericilik dönemsel koşulların etkisiyle alabildiğine yoğunlaştırılmış durumda. Çünkü kâra susamış sermaye için tüm imkanların yağması bu koşullarda mümkün olabilirdi.
Süreci bu temel parametreler ışığında değil de Erdoğan veya Trump gibi kişiliklerin otoriterliğe meyyal kişiliğiye açıklamaya çalışmak, bilinçli bir çarpıtmanın değilse siyasi körlüğün veya ağaca bakıp ormanı görememenin ürünü olabilir ancak.
OHAL sınıfsal bir saldırıdır. Sermaye için bir lütuftur, nimettir. AKP tarafından süreklileştirilmiş olan saldırının 15 Temmuz darbe girişimi istismar edilerek olağanüstü biçimde yoğunlaştırılmasıdır. Sermayenin rüyalarını süsleyen, normal koşullarda yapılması onlarca yıla sığdırılabilecek olanların artık bir çırpıda halledilebiliyor olmasıdır.
Erdoğan’ın daha geçenlerde grevi bir tehdit olarak niteleyip bundan OHAL’i gerekçe ederek kurtulduklarını ifade etmesi ya da geçmişte Kürt coğrafyasında OHAL’le sağladıkları rahatlığı “Grevdi, boykottur, ıvır, zıvır bir şey var mı? Yok.” diyerek açıklaması, sürecin sınıfsal mahiyetini ve hangi ihtiyacın ürünü olarak yürütüldüğünü bir kez daha gözler önüne serdi.
Bu yüzden, OHAL’in yakıcı bir ihtiyaç olduğu düşüncesini sürekli diri tutmak için, algı operasyonları yapılmaya devam edilecek. Muhalif olan her yaklaşım, dıştan ve içten büyük bir saldırı altında olunduğu bahanesi ile bu saldırının değirmenine su taşıdığı suçlamasına muhatap edilip ezilmeye çalışılacak. Bu açıdan, idam, tek tip elbise, muhalefet partisinin liderinin “sokağa çıkamayacak hale getirilmesi” vb. tehditler kuru gürültü değil açık faşist saldırganlığın nerelere varacağının birinci elden dillendirilmesi olarak anlaşılmalıdır.
Tüm bu gerçekler ışığında saldırının kapsam ve derinliğine koşut bir direniş hattının oluşturulması gerektiği açıktır. Süreç, bugün artık İtiraz potansiyeli taşıyan muhalif bütün güçleri hedefe koyan bu örgütlü zorbalığa karşı, muhalih tüm güçlerin mücadele birliğini hedefleyen bir bütünsellik ve genişlikle davranmayı gerekli kılmaktadır.
Çok özel bir süreçten geçmekteyiz. Faşizme karşı birleşemeyenlerin onun hapishanelerinde bir araya gelmekten kurtulamayacağı gerçeğini aklımızdan çıkarmayan bir sorumluluk ve bilinç ile tüm güç ve olanaklarımızı seferber etmeliyiz.
OHAL’le geçen bir yılın sonunda “bir taraftan var olanı sahiplenip güç katmak, diğer taraftan nitelik artırıcı müdahaleler eşliğinde, toplumsal nabız ve kazanabilmeye olan inanç zayıf düşürülmeden mücadelenin sürekliliğini sağlamak” için ileri doğru atılma zamanıdır.