Ulaş Bardakçı, 46 yıl önce 19 Şubat 1972’de ölümsüzleşti.
O, “71 devrimciliğinin” içerdiği devrimci kopuşun önderlerinden biridir. Yoldaşları Mahir ve Cevahir’le sloganlaşan adı, aynı zamanda THKP-C’nin ideolojik politik varlığıyla anılır.
Bir devrimciyi anlatmak, zor olmaktan öte, bir sorumluluk ve yöntemsel bir tutarlılık gerektirir. Çünkü devrimcilerin övülmesi de eleştirilmesi de anılması da politik olmak zorundadır. Onları devrimci kılan, kimliklerine içerilmiş değerler ise, onları anlatırken öncelikle o değerlerden başlamak gerekiyor. İkincisi, onlar hangi tarihsel kesitte bu kimliği edinmiş ve mücadele etmişse o tarihsel bağlam içinde değerlendirilmelidir.
1965-71 süreci ve Ulaş Bardakçı
Ulaş’ı anlamak, aynı zamanda 65-71 Türkiye’sini, o günün koşullarında olup biteni, sınıf ilişki ve çelişmelerinin niteliğini anlamayı gerektirir.
Eğer tarihi kitleler yapıyorsa ve tarihin motoru sınıflar mücadelesi ise, geçmişe dönük bir olguyu, içinde yaşandığı tarihsel kesitten yani sınıf ilişki ve çelişmelerinden kopararak ele alamayız.
12 Mart darbesi, tekelci sermayenin hâkimiyetini artırma, hatta tescil etme yönünde atılmış önemli bir adımdır. Bu, aynı zamanda emperyalizmle bağın giderek güçlendiği bir süreçtir. 12 Mart döneminin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç’ın kullanıdığı, “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı” ifadesi de sürecin niteliğine dair bir veri olarak görülebilir.
1965’in bir özelliği de Bir Amerikan şirketinin başındaki Demirel’in (Morrison Süleyman) Amerika’nın Johnson mektubu vb. hamleler eşliğinde İnönü’ye karşı tavrı sonrasında iktidara taşınmasıdır. Demirel Hükümetleri dönemi, 12 Mart’a kadar sürer. Tarımda makineleşme, işgücü fazlası, kırdan kente göç, şehirlerde işsizliğin artması ve gecekondulaşma bu sürecin niteliklerindendir.
Yukarıdan aşağıya egemen sınıfların müdahalesiyle, ABD’ye bağımlılık artırılırken, diğer taraftan gelişen antiemperyalist sol eğilimleri de bastırmak için Komünizmle Mücadele Dernekleri, komando kampları vb. kuruldu. Ve hak arayan köylülerin de antiemperyalist gösteri yapan gençlerin de üzerine saldırtıldı.
12 Mart’ı önceleyen yıllarda özellikle 1969’da tekel dışı kesimler ile tekeller arası çelişmeler keskinleşir. Bu kesimlerin temsilcileri AP’den ayrılır MNP ve DP’ye geçer. Bu ittifakın bozulması, tekellerin müdahale eğilimini koşullamış, bu eğilim emperyalizmin eğilimi ile bütünleşmiştir. Bu süreçte ABD’nin beklentileri yönündeki, haşhaş ekiminin yasaklanması gibi adımlar halktaki direnç nedeniyle atılamaz. İşte 12 Mart, bu adımların atıldığı, tekellerin önündeki engellerin kaldırıldığı, gerekli yasal düzenlemelerin yapıldığı bir süreçtir.
Fikri netleşme, önderlik ve Ulaş
65-71 süreci aynı zamanda solda TİP tekelinin kırılması, Dev-Genç’in o yapı içinde eritilmeye itirazı ve daha da önemlisi, Marksizmi Türkiye koşullarına uyarlama çıkışıdır. Örneğin bu süreçte Mahir Çayan, Mihri Belli’nin başını çektiği ASD ile tüm bağlarını koparmış, kendi yolunu netleştirmiştir. Bu anlamda “ASD’ye Açık Mektup”, MDD içindeki sıradan bir ayrışmayı değil, Mahir’leri THKP-C’ye sıçratan devrimci bir kopuşu ifade eder. Solun tarihsel gelişimi açısından miladi nitelik taşıyan bu kopuş, kavrayış ve fedayı bir arada içerir.
Bu süreçte gençlik, ilk kez kendi dinamikleri ile yürüme şansı bulur. İkincisi TİP’ten ve YÖN hareketinden farklı olarak Marksizm’i Türkiye koşullarına uyarlamaya çalışmış, salt işçi sınıfı veya salt ordu içinde değil, gençlikten köylüye tüm toplum kesimleri içinde çalışma yapmış, demokratik devrim eksenli bir programla hareket etmiştir. Gerçekte bu, THKP-C’ye devrimci ruh ve içerik kazandıran Leninizm’dir. İşte Ulaş, bu sürecin fikri ve fiili önderlerindendir.
Ulaş, THKP-C’dir
Eğer katledilişinin üzerinde 46 yıl geçtiği halde bugün hala önemsenerek, saygıyla ve değerleri sahiplenilerek anılıyorsa, bu onun başarısıdır; bıraktığı mirası zamanlar üstü geçerliliğinin ifadesidir.
Ulaş’ın, kişi olarak çok özel yetenekleri vardı. Bir şeye ihtiyaç olduğunda gözler Ulaş’a dönerdi. Bu anlamda “Ulaş THKP-C’siz veya THKP-C Ulaş’sız düşünülemez” demek abartılı olmaz. Birbirine çok yakıştıkları da doğrudur. Ulaş’la Mahir de birbirine çok yakıştılar. Hepimizin bildiği o duruşma salonundaki kucaklaşma, iki yoldaş arasındaki ilişki için çok şey anlatır.
Belki Ulaş’ı anlatan tarihsel kesitler çok uzun bir zamana yayılmıyor. Örneğin hapishaneden yoldaşlarıyla beraber tünel kazarak özgürlüğe yol alışı ile katledilişi arasında 3 aydan az bir süre var. Ama o sürece ve öncesine sığdırılan mücadele mirası çok büyük ve hâlâ aşılamamış durumdadır.
Che gibi, Ulaş gibi vurularak ölenlerin bir özgünlüğü vardır. Onlar, yaşam doludur. Ama erken ölürler. Çünkü yaşamı uğrunda ölecek kadar seviyorlardır. Diğer bir ifadeyle onlar, yaşamı mücadeleden mücadeleyi yaşamdan ayırmazlar.
Ulaş Bardakçı, bir yaşam biçimidir. Bir kadro ve örgütlenme anlayışıdır. Hem parti hem cephe anlayışının devrimcisidir. Ulaşın devrimciliği, bireysel değil örgütseldir, toplumsaldır. O, üzerine düşenin azamisini yapar ama tüm emeklerin birleşeceği perspektifiyle hareket ederdi. Leninist kesintisiz devrim anlayışına göre örgütlendi, ona göre mücadele etti; bu ideolojik-politik bütünlüğü ifade eden değerler adına da ölümü göze aldı. Değerleri değerlerimiz, mücadele deneyimi ve birikimi pusulamızdır.