Bahadır DENİZ
İnsan vücudunda organlar arası uyum nasıl vücut kimyasına etki ediyorsa; örgüt kimyası için de benzer bir etkileşim söz konusudur. Uyumun ve sağlıklı bir duruşun örgüt kimyasındaki olumlu etkilerini çeşitli biçimlerde izlemek mümkündür.
Kapitalizm tarafından beslenen bencillik, bireycilik, vb. olgular insanlar arasında ortak ölçeklerin oluşmasını ve belirli normlar etrafında bir araya gelmeyi güçleştirir. Bu, örgütsüzlüğe, dayanışma ve kardeşleşmede zayıflığa da sebep olur. Toplumu atomlarına ayırırcasına çözen bu gelişmeler karşısında tutunmak ve alternatif bir yaşamın taşlarını ısrarın çimentosuyla döşeyebilmek devrimcilerin işidir. Devrimcileri bu konuda başarılı kılan ve başarılarını güvenceye alan en önemli etmenlerden biri, sahip oldukları “yaşam tüzüğü”dür. Üzerinde uyum sağlanan kurallar bütünü, gerek öz gerekse de biçim olarak, alternatif bir yaşamı tanımlar. Bu kuralların uygulanmasında çifte standarda düşmek, bütünüyle bozucu bir etki yapar. Bu kurallar, öyle bir olgunluk gerektirmektedir ki kişi, öznesini kendisinin oluşturduğu sorunlarda bile, aynı çözümde ısrarcı olabilmelidir. Kuralların oluşumu, nasıl bir devrimci süzgeçler zincirini gerektiriyorsa, uygulanması da bir devrimci olgunluk seviyesini gerektirir. Aksi takdirde ilkelilik ile ilkellik , birbirinden ayrılamayacak denli yakın tonlarda yansır.
Aynı örgütsel çatı altında, yoldaşlığın o müthiş kaynaştırıcılığına ve yürekte demlenmiş sıcaklığına giden yol, hafife alınamayacak denli ciddi ve zorlu basamaklardan tırmanmayı gerektirir. Böyle bir hedefi hafife almak ve böyle bir yolun kolaylıkla geçilebileceğine inanmak; hedefin kendisini küçümsemektir. Yoldaşlık, başlı başına bir kimliktir. Öyle ki, devrim amacına ulaşmaya ömrümüzün yetmeyeceğini varsaysak dahi, sırf devrimci bir yaşamın, yoldaşça kurulmuş ilişkiler bütününün, tadına varmak ve o renkler manzumesini soluyabilmek için bu kimlik edinilmeye değerdir; bir şanstır ve onurlucadır.
Burjuva sistemin, insanın ruhuna ve bedenine zerk ettiği bencillik zehriyle başetmek kolay değildir. Böyle bir zehirlenmenin etkileri; o ilişkiler ağının dışına çıkılmış dahi olsa, uzun süre devam eder. İnsanları, boğazına dek çıkar ilişkilerine, samimiyetsizlik ve içten hesap batağına sokan sistem; dayanışmaya, paylaşmaya ve insanlaşma eylemine giden tüm basamakları yok eder; tüm yolları tıkar. Devrimciler, bütün bu tahrip edilmişlik ve negatif veriler ortamında, kendi yöntem ve araçlarına güvenerek, karanlığı parçalamaya koyulurlar.
Bizler, kimsenin devrimcilik tarzını kendimize tartışma konusu yapacak değiliz; en azından kendi olumluluklarımızı, kimi dostlarımızın olumsuzluklarını sergileyerek açıklayacak değiliz. Ancak, bizimle hareket eden ve aynı pınarın suyunu kendine yakışık gören insanlarla; yoldaşlığın yürek ve beyin kardeşleşmesi demek olan karşılığını yaşayacak, bunun için emek harcamaktan kaçınmayacak ve gerekirse bedel de ödeyeceğiz.
Bilinmelidir ki, örgütlü zeminler; bencilliği, çıkara ve ihtirasa dayalı sınıflı toplum ilişkilerini ve bunun alışkanlıklarını bir çırpıda yok edemez. Bu ilişkiler içinde de çelişme, rekabet, dedikodu, kümeleşme, vb. sağlıksızlık bileşenleri yaşam şansı bulabilir. Bu şansı arttıracak veya azaltacak olan bizleriz. Hareketin hiç de karışık olmayan yöntemi benimsenir ve onda ısrarcı olunursa; sonuç almak uzun zaman almaz. Aksi takdirde, alışkanlıklar hareketin normlarına tercih edilirse, gelişmeye karşı direniliyor demektir ve böyle bir direnç, direncin sahibine de harekete de zarar verir.
“Bir şeyleri değiştirmek isteyen insan önce kendinden başlamalıdır” (Sokrates)
Değersizliğin, belirsizliğin, norm ve ölçü yitiminin hüküm sürdüğü; at izinin it izine karıştığı kapitalizm sokaklarında; yüreği halk için atan “insan bedenler”in düşebileceği pek çok tuzak vardır. Tüm bu tuzaklardan ve belirsizlik dumanından sıyrılıp kendine ait bir dünya oluşturmak, bu dünyanın savaşını vermek, zor olduğu kadar, güzeldir. Böyle bir savaşın öznesi olan devrimci savaşçıları, salt silah kullandılar diye karşıtlarına benzeten ve “silah kullanan, silahın esiri olur” veya “savaşan taraflar birbirine benzer” diye ortaya bilimsellikten uzak, muhakeme ve derinlik özürlü fikirler ortaya atanlar olacaktır. Ancak bizler bileceğiz ki bunlar, ruhuna kapitalizmin karası bulaştığı halde, devrimci zeminlerde “rol yaparak” kendine ortam veya ilgi arayan tiplerdir. Ve yine bileceğiz ki devrimciler, düşmanlarına zarar verecek dahi olsa, düşmanlarının yöntemlerini uygulamazlar. Örneğin “Biz, ajanlara ajanları bile jurnal etmeyiz.
Savaşımız mertçe olmalı, açık savaşmalıyız! ”(Themos Kornaros, Haydari Kampı, s:66)
Üzerine oturduğu hiçbir bacak sağlam olmadığı halde ve yalana, aldatmaya, baskı ve sömürüye dayanmasına rağmen kapitalizme halkın gönlünde yer açmaya çalışanlar karşısında, bizler gerçekte daha avantajlı ve daha güçlüyüz. Kapitalizmin bozucu etkisine maruz kalan ve ilk bakışta kazanılması olanaksızmış gibi görünen kişilerden bile umut kesilmemelidir. Madem ki kapitalizm adına, insandışılaşmanın önünü açmak için adım atanlar cesur davranabiliyor ve sonuç alabileceğini düşünüyor; o halde bizler çok daha cesur ve istekli olabilmeliyiz. Gerçekte, devrimciler için halkın bağrında yer edinerek kökleşmek ve ortak emeğe dayalı çiçeklenmeyi mümkün kılmak zor değildir; yeter ki mevcut birikim ve avantajlar gerektiği biçimde değerlendirilebilsin. Bu konuda hareketimizin içerdiği birikim ve deneyimi doğru bir yöntem dahilinde disipline eden ve kendi yaşamında uygulayabilen yoldaşlarımız için, kapitalizmin sokaklarından insanları tutup çekmek ve daha sonra alternatif bir yaşama doğru giden bir tırmanışın el ele gerçekleştirmelerini sağlamak zor olmayacaktır.
Ama bizler, eğer hareketimizin ortaya koyduğu tarzı içselleştirmek için hiçbir çaba harcamaz, yazılı yolgöstericilik sayılan ürünleri okumaz, alışkanlıklarla hareket eder ve aklı değil duyguları öne çıkarırsak; bilinmelidir ki, yararlı olduğumuz noktalar olsa dahi, bir taraftan da zarar veririz. Bırakalım yeni insan kazanıp yetiştirmeyi, kazanılmışların bile kaybedilmesine sebep oluruz.
Bizimle hareket eden ve bizim adımıza iş yapan her kişi, şu veya bu şekilde bizim adımıza görüntü yansıtan bir ayna sayılır. Bu nedenle, hiçbir yoldaşımızın keyfi davranma, sorunları kişiselleştirme, kuralları uygulamama lüksü yoktur/olmamalıdır.
Madem ki biz, sayımıza ve karşımızdaki gücün miktarına bakmaksızın ayağa kalkmış, başkaldırmış ve sınıf düşmanlarımıza “savaşınız kabulümüzdür” demişiz; o halde, içimizde bugüne dek yaşam bulabilmiş zayıflıkların tümünü yok edebilmeli ve düşmanın işini, bizimle karşılaştığı her basamakta güçleştirmeliyiz. Her kim ki, devrimci zeminde bulunduğu halde, kendisine gösterilen doğruyu değil, yanlış olduğunu bile bile bir başka tutumu tercih ediyorsa; o, ciğerlerine dolan kapitalizmin suyunu boşaltamamış ve solumaya başladığı özgürlük oksijenini ciğerlerine ulaştıramıyor demektir.