KRİZ, NATO VE NORVEÇ SALDIRISI
22 Temmuz 2011 tarihinde Norveç’te başbakanlık ve hükümet binalarına yönelik gerçekleşen bombalı saldırının ardından İşçi partisinin gençlik kampına düzenlenen silahlı saldırılar sonucu toplam 76 kişi hayatını kaybetti. Norveç, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en kanlı günlerini yaşadı. Başlangıçta burjuva medyanın El-Kaide’nin üzerine atarak karartmaya çalıştığı eylemlerin faşist niteliği kısa süre içinde ortaya çıktı.
Zaman geçtikçe saldırganın faşist kişiliğinden eylemi nasıl gerçekleştirdiğine kadar çeşitli detaylar basında yer almaya başladı. Burjuva medya Oslo’da yaşananların kriminal boyutuna aşırı vurgu yaparak birçok durumda olduğu gibi algıları yönlendirip kafaları karıştırmayı başardı. İnsanların olayın kendisine değil de gösterilene bakmasının sağlanması istenilen yöne kanalize edilmelerini sağlar. Pek çok olayın hazırlayıcısı, organizatörü olanlar kendi rolünü unutturmakla kalmaz çıkarları için kullanmaya da çalışır. Bu olayda da görüldüğü gibi yaşanan katliamın arkasındaki asıl failler karartılmakla kalmaz, eylem tek bir kişinin münferit fiili gibi sunulup kapatılmaya çalışılır. Norveç saldırısında da benzer bir yol izlenerek Anders Behring Breivik adında aşırı sağcı bir delinin her iki olayı da tek başına planladığı, organize ettiği ve gerçekleştirdiği resmi makamlarca ilan ediliyor.
Yapılan sorgulamadan basına yansıyan detaylarda saldırganın Kaydet Avrupa çapında örgütlü Tapınak Şövalyeleri denilen bir örgütlenmenin üyesi olduğunu söylediği ifade edildi. Tapınak Şövalyeleri’nin kuruluşu Haçlı seferlerine kadar dayanır. Naziler tarafından SS ve Gestapo gibi katil şebekelerinin kuruluşunda Tapınak Şövalyeleri örnek alındı. Günümüzde bu tür faşist örgütlenmelerin dünya çapında bir organizasyona dönüştüğü bilinmektedir. İdealist düşüncenin tersine tarihte hiçbir olay aynı biçimde tekrarlanmaz. Avrupa’daki faşist örgütlenmelerin geçmişe göre benzer yanları olduğu gibi emperyalizmin güne dair ihtiyaçları çerçevesinde farklılıklar gösteren yanları da mevcuttur. Geçmişte komünistlerin yanında Çingene, Yahudi gibi topluluklar hedef alınırken bugün Müslümanlar, Siyahlar, Türkler vb. hedefe konulmuş durumda. Katilin günlüklerinde Siyonistlere kardeşlerim demesi ve düşmanlara karşı ortak hareket etmeleri gerektiğini söylemesi böyle bir değişikliğin göstergesidir.
Saldırıların kriminal yönüne bakıldığında ise, bombaları imal etmek için gerekli malzemelerin temininden, hazırlanmasına; bir araca yerleştirilmesinden eylem yerinin keşfine; zaman ayarlı ya da uzaktan patlatılmasından üniformalarla gençlik kampına elini kolunu sallayarak girilip önüne gelenin rahatlıkla kurşunlanmasına kadar çeşitli çelişkilerle karşılaşılmaktadır. Ayrıca katilin minibüsü nasıl kiraladığı, 500 kiloluk patlayıcıları nasıl imal ettiği, o kadar silah ve polis kıyafetini nasıl bulduğu, bir saat boyunca silah sesi geldiği halde nasıl müdahale edilemediği, katliamdan sonra emniyeti arayıp görev tamamlandı demesine kadar pek çok soru işareti bulunmaktadır. Norveç emniyetinin yapılan katliamı bir tek psikopatın işi olarak göstermesi olayı kapatmak amacı taşımaktadır.
KRİZ, KAPİTALİST SİSTEMİN MAKYAJININ AKMASINA YOL AÇIYOR
Kriz, kapitalist sistem içerisinde tüm taşları yerinden oynattı. Her ülkenin geleceği karanlık gözüküyor. Emperyalizmin jandarması ABD ve AB’de işler iyi gitmiyor. BRIC ülkelerinin yükselişi emperyalistler arası mücadelenin daha da sertleşmesine yol açıyor. Kriz bitiyor; ‘tünelin ucundaki ışık göründü’ biçimindeki gerçekdışı değerlendirmeler artık itibar görmezken; krizin uzun yıllara yayılacağı ve kapitalist sistemin büyük sancılara gebe olduğu görünüyor.
ABD’de son bir aydır borçlar yüzünden kılıçlar çekilmiş görünüyor. Obama’nın 14,3 trilyon dolarlık mevcut borcun daha fazla arttırılması için meclisten onay almak için sürdürdüğü çaba dirençle karşılaştı. Cumhuriyetçiler tasarruf önlemlerinin alınmasını talep ederken; Obama ise sosyal harcamaları kısmak istemiyor. Seçimlere bir yıl kalmışken kısıntıya gitmek Obama’nın yeniden seçilmesini tehlikeye sokar. Ayrıca trilyonlarca dolarlık tasarruf paketinin Amerikan ekonomisini resesyona (durgunluk) sürükleme ihtimali de var. Kredi derecelendirme kuruluşlarının not kırmakla tehdit etmesi üzerine iki partinin kısmen anlaşmaya vardığı ve borçlanma tavanının 2012 sonuna kadar 2,4 trilyon dolar daha arttırılmasını öngördüğü söyleniyor.
Dünya ekonomisi o kadar kırılgan ki işlerin kötü gittiği dönemde bile dolar düşeceği yerde başta euro olmak üzere pek çok para birimi karşısında yükselişini sürdürüyor. Bunun tek bir açıklaması var: dünya ekonomisi hızla irtifa kaybediyor.
Borçlarla başı dertte olan bir başka ekonomi AB’dir. Yunanistan, İzlanda, İrlanda derken potaya İspanya, Portekiz ve son olarak Avrupa’nın en büyük üçüncü ekonomisi İtalya da girdi. Borç sarmalı o kadar büyüdü ki AB iflasları önlemek için acil 750 milyar euroluk fon oluşturdu. Hatta Avrupa ekonomilerinde yaşanan son çalkantılardan sonra, bu fonun iki katına çıkarılması tartışılıyor.
Uzun yıllardır resesyon ve iç borçlanma ile ayakta durmaya çalışan Japon ekonomisi ise son yaşanan deprem, tsunami ve nükleer felaketle birlikte iyice sallanmaya başladı.
Kapitalizmin küreselleşmesi (sermayenin serbest dolaşımı) ülke ekonomilerinin adeta birbirine entegre olmasına yol açtı. Herhangi bir ülkede çıkacak bir kıvılcımın her tarafı tutuşturmaya hazır olduğu görülüyor.
NATO’NUN KRİZ SÜRECİNDE İŞLEVİ
Reel sosyalizmin yenilgisinin ardından dağıtılması tartışılan NATO bugün yeni görev tanımıyla emperyalist işgal ve sömürünün koordinasyon merkezi haline getirilmiştir. 2010 Kasım ayında toplanan son Lizbon toplantısında tehdit algısı siber saldırıya kadar genişletilmişti. Artık NATO fiili bir tehditten öte sanal ‘saldırı’ları da gerekçe göstererek operasyon yapabilecekti. Yeni dönemde devlet çapında örgütlenmelerden bireylere kadar muazzam bir aralıkta her yapı, oluşum, kişi hedef haline gelebilecekti.
Lizbon toplantısının ardından kararların süratle hayata geçirildiği görülüyor. Arap baharı denilen süreçte bir yandan Libya halkının başına bombalar yağarken diğer yandan Tunus, Mısır, Yemen, Bahreyn, Suriye gibi ülkelerde adli vakalar bile manipüle edilerek sonuç almaya çalışılmaktadır. NATO’yu sadece silahlı bir güç olarak görmek yanlıştır. NATO, askeri operasyonlardan, istihbarat çalışmalarına, (casus uçak, radar vb.) kontra faaliyetlere kadar geniş bir alanda faaliyet göstermektedir. NATO, amacına ulaşabilmek için Libya’da görüldüğü gibi halkı adeta açık hedef haline getirmektedir. NATO, emperyalizmin halkları teslim almak için oluşturduğu savaş aygıtıdır.
FAŞİST ÖRGÜTLENMELER
EMPERYALİZMİN İHTİYAÇLARINDAN BAĞIMSIZ DÜŞÜNÜLEMEZ
Krizin başında yaptığımız değerlendirmelerde emperyalizmin militarist yöntemlere daha sık başvuracağını söylemiştik. “Ekonomik krizin ayak seslerine siyasal krizin de ayak sesleri eşlik ediyor. Süreci 1929’a benzetirsek; o zaman ekonomik krize nasıl faşizm eşlik etmişse, bugün de bir anlamda faşizmin sertleşmesi eşlik edecek.”(Devrimci Hareket sayı:26 – 8 Nisan 2008)
Krizin yaygınlaşarak işçi ve emekçilerin milyonlar halinde sokağa atıldığı koşullarda egemenler halkın biriken öfkesini militarizm, yabancı düşmanlığı vb. üzerinden boşaltarak kendisini korumaya çalışmaktadır. Avrupa’da krizden bu yana faşist partilerin yükselişi yanında sağ ve hatta sosyal-demokrat partilerin de aracılığıyla faşizm adeta teşvik edilmiştir. Fransa, İtalya, Hollanda, Avusturya, Norveç vb. ülkelerde olduğu gibi artık faşizm istisnasız Avrupa’nın her yanında yükselirken halkın doğru temelde örgütlenmesinin önüne geçmek ve sokağa taşan öfkesinin bastırılması için çeşitli baskı yasaları hızla çıkarılmakta ya da buna uygun zemin yaratılmaktadır.
Faşizm, tekellerin kar hırsının uçlaşmış ifadesidir. Faşizmin Avrupa’daki gelişimi incelendiğinde ABD, İngiltere ve Fransa tarafından her aşamada özel gayretlerle beslenip, büyütüldüğü ve halkların üstüne saldırtıldığı görülür. Bugüne kadar hangi adla anılırsa anılsın hiçbir faşist parti, örgüt ya da kişinin, emperyalizmin ihtiyaçlarının dışında, ondan bağımsız ve ona rağmen hareket ettiğini düşünmek mümkün değildir. Emperyalizmin bilgisi ve onayı dışında hiçbir faşist örgütlenmenin nefes bile alamayacağı bilinen bir gerçektir. Özellikle NATO’nun kurulmasının ardından emperyalizm, dünyanın her yanında çeşitli faşist kişi ve yapıları çeşitli kurslardan, eğitimlerden geçirerek gelişmesinin önünü açmıştır.
NEDEN NORVEÇ
Norveç, Avrupa’da polisin silah bile taşımadığı üç ülkeden biri olmasının yanında bireysel hak ve özgürlüklerin gelişkinliğiyle anılır. Peki o zaman neden Norveç?
Başbakanlık ve bakanlıkların bombalanmasının ardından gençlik kampında rastgele ateş açılması ve zayiatın en üst düzeye çıkması için özel gayret gösterilmesi çok sert bir mesaj verilmek istendiğini gösteriyor. Adeta ibret için katliamların yapıldığı izlenimi oluşuyor. Seçilen hedeflerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda katliamların asıl amacının hükümet olduğunu anlamak kolaylaşır. Hükümetin hedef seçilmesinin amacı nedir?
2009 yılında yapılan seçimlerden zaferle çıkan sosyal demokratlar, sosyalist sol ve yeşil-çiftçi partisiyle koalisyon hükümeti kurmuştu. Norveç’te koalisyon hükümeti özelleştirmelerin durdurulması, yoksullukla mücadele, göçmen hakları ve kadın sorununa öncelik verdi. Uygulanan bu politikalar son seçimde yaklaşık %25 oy alan faşist partinin tabanında ve tekellerde rahatsızlık yaratmıştır.
Koalisyon hükümetinin emperyalizmin en çok tepkisini çeken kararları iç politikadan ziyade dış politika da olmuştur. Hükümet, Filistin konusunda radikal sayılacak adımlar attı. İsrail’in tüm karşı çıkışlarına rağmen Filistin’e Avrupa’dan maddi yardım (20 milyon dolar) yapan tek ülke olması ardından saldırıdan üç gün önce de Filistin’i tanıyan ilk Avrupa ülkesi olacağını deklare etmesi bardağı taşıran son damla oldu. Utoeya adasındaki gençlik kampının ‘Irkçılığa Boykot – Özgür Filistin’ adı altında düzenlenmesi ve kampta konuşma yapan Dışişleri Bakanı Store’nin “Filistinliler kendi devletine sahip olmalıdır, işgal derhal sona ermelidir ve İsrail’in inşa ettiği ırkçı duvar hemen yıkılmalıdır” demesi hükümetin bu konuda adım atmakta kararlı olduğunun göstergesidir. Filistin konusunda Norveç’in çıkışları Siyonist İsrail kadar ABD’yi de endişelendirmiştir. Filistin’in dünyada herhangi bir ülke tarafından tanınması pek çok ülkenin benzer adımlar atmasına yol açabilir. Norveç gibi Avrupalı bir ülke tarafından bu sürecin başlatılması ise Filistin meselesinin emperyalizmin kontrolü dışına çıkma tehlikesini barındırmaktadır. En küçük hücresine kadar tamamen teslim alınmamış bir Filistin devleti ileride büyük baş ağrısı yaratabilir. Norveç hükümetinin Filistin devletinin tanınması konusundaki çıkışı hedef haline gelmesinde önemli gerekçelerden birini oluşturmaktadır.
Norveç NATO’nun kurucu üyelerindendir. Irak işgalinde yer almasına rağmen ilk çekilen ülkelerdendir. Ayrıca Afganistan ve Libya saldırılarında yer almıştır. Norveç’in Afganistan’da 400 kadar askeri bulunmaktadır. Emperyalizmin beş aydır süren Libya saldırısı tam bir kaosa dönüşmüş durumda. Hava operasyonlarının başlaması ardından Kaddafi’nin kısa sürede teslim olacağı beklentisi artık yerini emperyalistlerin birbirlerini suçlamasına, günah çıkarmaya çalışmasına ve Kaddafi’ye yaltaklanmasına dönüşüyor. Basında çıkan haberlerde İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi’nin, “…o dönemde ABD’nin baskısı, Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano’nun aldığı pozisyon ve parlamentonun aldığı kararın tek başına karar vermesinin önüne geçtiğini belirterek, ‘Ben ne yapabilirdim ki’, ‘Bu coğrafyadaki en iyi arkadaşımız düşmanımız oldu. Bu, İtalya için bir zarar’ ifadesini kullandı…” (Zaman Gazetesi, 30.07.2011) Gerçekten de saldırıdan önce İtalya Libya ile iyi bir ticaret ilişkisine sahipti. Hatta ENİ enerji tekelinin çeşitli yatırımları ve anlaşmaları vardı. İtalyan tekelleri saldırılar ile yara almış oldu.
Emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkilerin tırmanmasının arka planında isyancı adı altında örgütlenen halk düşmanı unsurların çelişmelerinin iç çatışmalara ve infazlara dönüşmüş olması yatmaktadır. Libya devriminde Kaddafi’nin en yakınında yer alan İçişleri Bakanı Abdülfettah Yunus kaçarak isyancıların tarafına geçmiş, ardından ‘isyancı’ Ordu’nun başına getirilmişti. Yunus komuta kademesiyle birlikte 30 Temmuz’da yine ‘isyancılar’ tarafından infaz edildi.
Emperyalist saldırganların temsilcilerinin birbirini suçladığı, isyancıların birbirleriyle çatıştığı bir ortamda Norveç Savunma Bakanı Grete Faremo 10 Haziran’da yaptığı açıklamada “ülkesinin Libya’ya düzenlenen hava operasyonlarından 1 Ağustos itibariyle tamamen çekileceğini söyledi.” Norveç’in saldırılarda aktif rol alıp almamasından bağımsız olarak adeta zorla bir arada tutulan işgal güçlerinin cephesinde açılacak bir gedik NATO operasyonlarının başarısızlığının ve meşruiyetinin açıktan tartışılmasına yol açacaktır. İşgalin tartışıldığı bir dönemde NATO’da ortaya çıkacak çatlak belki de ‘Arap baharı’ yalanlarının tarihin çöp sepetine atılmasına bile yol açabilir. Ortadoğu’nun kaygan zemininde bir hata pek çok dinamiği tetikleyebilir. Norveç’in adeta sırat köprüsünden geçilen bir süreçte NATO’yu yüzüstü bırakması hedef haline gelmesine yol açan etkenlerin başında sayılabilir.
EMPERYALİZMİN NORVEÇ SALDIRISINDAN BEKLENTİLERİ
Norveç saldırıları, bir yanıyla hükümetin iç ve dış politikada farklı bir üslup takınmasına bir cevap olsa da diğer yanıyla kriz sürecinde egemenlerin alacağı sert tedbirlere zemin hazırlama çabası olarak değerlendirilmelidir. AB üyesi ülkelerin ekonomisinin battığı ya da batma sınırında dolaştığı bir süreçte sınıflar mücadelesinin sertleştiği görülüyor. Avrupa’nın çeşitli kentlerinde işçi ve emekçiler grevlerden, işgallere, sokak çatışmalarına kadar çeşitli eylem biçimlerini hayata geçiriyor. Sendikal ya da diğer örgütlenme biçimleri hızla artıyor. Egemenlerden, böyle bir dönemde mevcut yasa ve uygulamalarla ileride daha zorlu mücadelelerde sıkıntıya düşmemek için her türlü baskı aygıtını devreye sokması beklenmelidir.
Avrupa’da burjuva basının öncülüğünde katilin 20 yıl gibi kısa bir ceza alacağından tutun da kaldığı cezaevinin tatil köyünü andırdığına kadar çeşitli spekülasyonlar yapıldı. Kendi yarattıkları cani üzerinden tüm halkın yaşam koşullarını daha fazla ağırlaştırmak için yoğun bir faaliyet gösterdiler. Norveç’teki saldırıların ardından, ABD’den AB’ye ve NATO’ya kadar pek çok devlet ve kurum ‘terör’ü lanetleme yarışına girdi. Belki de bu işte en büyük sorumluluğu olanlar en keskin çıkışları yaptı. Bir olayı neden- sonuç ilişkisinden koparıp yalnızca kör terör demagojisine hapsetmek yalnızca asıl faillerin aklanmasına yol açmakla kalmaz; halkları daha fazla baskı altına almak için tüm imkânların yolunu açmak anlamına gelir. Norveç saldırılarından dört gün sonra AB Konseyi bünyesindeki Terörizm Komitesi (COTER) ve Terörizm Çalışma Grubu (TWG) toplandı. AB İçişleri Komiseri Malmström saldırıları bir fırsata çevirircesine geçen yıl teklif ettikleri “radikalleşmeyle mücadele ağını” 9 Eylül’de faaliyete geçireceklerini belirtti. “…dini, siyasi ve ideolojik her türlü radikalleşmeyi hedef alacak ağın siyasetçiler, güvenlik makamları, savcılar, yerel yönetimler, akademisyenler, uzmanlar ve kurbanlar dahil sivil toplum örgütlerinin katılımıyla radikalleşme konusunda toplum bilincinin artırılması ve terör propagandasıyla mücadelede kullanılacağını dile getirdi.” Ayrıca ‘terör’ konusunda alınacak tedbirlerin 22-23 Eylül’de Brüksel’de toplanacak AB Adalet ve İçişleri Bakanları’nın onayına sunulacağını söyledi.
Avrupa’da saldırıların fırsata çevrilerek halklara yönelik baskının artırılacağına dair bir başka örnek Hıristiyan birlik partilerinin Federal Meclis’teki iç politika sözcüsü Hans-Peter Uhl, “Almanya’da telefon ve internet gibi haberleşme verilerinin depolanmasının öngören yasa tasarısının yeniden değerlendirilmesini istedi. İnternetteki özgürlüğün sınırsız olduğu, sanal ortamda her şeyi yapmanın mümkün olduğuna dair kanaat bulunduğunu anlatan Uhl, ‘Halkı kışkırtmaya yönelik sloganları internette yayan kişilerin devlet tarafından cezalandırılmasına …” Dikkat edilirse daha önce reddedilen baskı yasalarının fırsattan istifade derhal uygulanacağı gözüküyor.
Norveç hükümetinin saldırılar sonucu geri adım atacağına dair ipuçları ortaya çıkmaya başladı. Adeta saldırıların sonuçlarını görmek ve beklentileri iletmek üzere Norveç’e giden Davutoğlu’nun mevkidaşıyla görüşmesinden basına yansıyan ilginç diyaloglar var. Davutoğlu saldırıda ölen Türkiye kökenli bir çocuğun cenazesi için gittiği Norveç’te “Norveçli bakanla Ortadoğu, Afganistan ve Libya gibi bazı bölgesel konuları ele aldıklarını” söylüyor. Cenaze bahanesiyle Davutoğlu’nun kimin sesi olarak ve nasıl bir görevle oraya gittiği ortaya çıkıyor. Nasıl bir sonuç aldığıyla ilgili cevabı bir basın mensubunun PKK konusundaki sorusu açıklığa kavuşturuyor. Norveç Dışişleri Bakanı Store “22 Temmuzdan sonra ne bir Norveçli bakan ne de herhangi bir Norveçli aynı insan olacaktır.” sözleriyle saldırılardan gerekli mesajı aldıklarını göstermiş oluyor.
4 AĞUSTOS 2011
DEVRİMCİ HAREKET