Bu kez 1 Mayıs’a, İşçi Sınıfının Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü’ne pandemi koşullarında giriyoruz.
Her yıl dünya ölçeğinde başta işçi sınıfı olmak üzere tüm ezilenlerin yaşam alanlarından çalışma/üretme alanlarına kadar hayatın her kesitinde sesini yükselttiği, ortak değerler ve ortak talepler etrafında enternasyonalizmin önemine dikkat çektiği böyle bir güne, sadece izolasyon altında değil aynı zamanda en temel hak ve özgürlüklerin gasp edilmesi ihtimalinin giderek büyüdüğü koşullarda giriliyor.
Evet bu kez emeği temsil eden milyonlar, meydanlarda kitlesel halde olmayacak; ama nasıl ki salgın, üretimin durmasına engel olmadıysa, sistemin çarkı salgına rağmen, insanların hayatı pahasına döndürüldüyse; Bunun karşısında mevcut koşullar, 1 Mayıs’ı kutlamaya, anlam ve önemini hafızalara bir kez daha kazımaya ve 4 Mayıs’a Fikri’nin Fatsa rehberliğiyle, 6 Mayıs’a Denizlerin coşkusuyla, 18 Mayıs’a İbrahimce ve 31 Mayıs’a Nurhak bilinci ve mirasıyla girmeye engel değildir.
Salgın kapitalizmle yüzleştiriyor
Salgının dahi sermaye güçleri ve iktidarları tarafından fırsata çevrildiği bu süreçte belki bir süre kimi araçlar muhalif kesimler tarafından eskisi gibi kullanılamayacak. Ama sermayeye hizmette ve kötülükte adeta yarışa girmiş Trump, Johnson, Bolsonaro, Orban, Modi, Erdoğan gibi diktatörler karşısında bütün ayların Mayıs’a çevrilmesi, mücadelenin yaratıcı yöntemlerle geliştirilmesi mümkün.
Salgının da savaşlar gibi hastalıkların da müsebbipleri, güçlü halk direnişleriyle karşılaşmadıkları sürece bu düzenin devamında ısrar edeceklerdir. Dünyada 3 milyar insanın elini yıkayacak lavabosunun dahi olmadığı, salgın karşısında da bedel ödeyenlerin yoksullar/ezilenler olduğunun görüldüğü koşullarda, insanların başındaki en büyük felaket olan kapitalizmle ve temsilcileriyle sınıfsal yüzleşme yaşanıyor.
ABD bu kötülüğün aynasıdır; insanlık adına nelerin tüketildiğinin ve yerine nelerin tercih edildiğinin daha net biçimde görüldüğü bir örnektir. Orada da tercihler, dün olduğu gibi bugün de sömürüden, yağmadan beslenen ve büyüdükçe daha çok vahşileşen tekellerden yana yapılıyor. Yüz binlerce uçak üreten sistemin, halka maske, solunum cihazı vb. vermek gerekince zorlanıyor. Çünkü sistemin eksenine insan sağlığı, insanca yaşam vb. değil, azami kâr konulmuştur. Dünya ölçeğinde ısrarla izolasyon, hijyen vb. denilirken Türkiye’de milyonlarca emekçinin işe gönderilmesi, çarkların dönmesinin insan hayatının önüne konulması, bunun en yakından gözlenen somut biçimidir. Bu, halkların ya açlık ya ölüm ikilemiyle karşı karşıya bırakılmasıdır.
Hayatı yaratanlar yarını kazanacak güçtedir
Gelişmeler, emekçileri/ezilenleri çaresizliğe sürüklüyor gibi görünse de gerçekte sistemin çok daha net biçimde teşhir olduğu, halkların gerçeklikle yüzleştiği bir süreçten geçiliyor. Ve bazı araçları kullanmak şimdilik ertelense de sistemin teşhiri, yaşanan yüzleşme vb. oranında çok daha büyük bir niceliğin çok daha büyük adımlar atmak üzere organize olacağını söylemek mümkün.
Grevlerin yasaklanması, sendikal faaliyetlerin durdurulması, sermayenin çıkarlarının gözetilmesinde ısrar yanıltmamalıdır. Bu, güçlülüğün değil, derinleşen ve daha çok keskinleşecek olan çelişmeler karşısında egemen sınıfların önlem arayışıdır. Siyasal mekanizmadaki tekelleşmeye dair sürekli olarak bir tahkimat içinde olunması da bunun ifadesidir.
Bunun karşısında giderek nicel ve nitel olarak büyüyen muhalif kesimlerin sahip olduğu potansiyel güç ve imkanlar, yasayı da yasa koyucuyu da aşacak niteliktedir. Pandemi koşullarının zorunlu gerekleri, bugün kimi araçların kullanılamıyor olması veya sürecin araç dahil çeşitli açılardan bir güncelleme gerektirmesi çaresizlik olarak okunmamalıdır. Bugünün muhalif potansiyeli, aynı zamanda araç geliştirme, üretme ve yaratma potansiyelidir. Bugüne dek hayatı yaratanlar; dil farkı, din farkı bilmeyenler; bütün insanlığı kardeşleştirme ufkuyla hareket edenler, yarını kazanacak birikime de güç ve donanıma da sahiptir.
30 Nisan 2020
Devrimci Hareket