Fransızca populisme kelimesinden türetilmiş olan popülizm; siyasal durumu dramatize ederek halkın desteğini sağlamak amacıyla başvurulan bir yöntem olarak tanımlanır. Burjuva siyasetçilerin halkı kandırmak için sıkça başvurdukları bu yöntem, bir süreliğine işe yarasa da yaşanan gerçeklik karşısında kısa sürede boşa düşmektedir.
Burjuvazi için sistem partilerinin inandırıcılığının bir önemi olmadığından dolayı teşhir olan partiler yıllar içinde yerini başkalarıyla değiştirmektedir. Burjuva siyaseti, gerçekleri çarpıtmak için sıkça popülizme başvurur. Düzen partileri rakipleri karşısında avantaj elde etmek için popülist söylemlere sarılırlar. Seçim dönemlerinde sıkça karşımıza çıkan bu durum halkın duygularını ve değerlerini istismar etmeye kadar varır. Kömür, gıda, altın, para dağıtmaktan cennetten tapu tahsis etmeye kadar varan bir oy avcılığı karşımıza çıkar. Çılgın “proje”lerden çeşitli “açılım”lara kadar, kendi duruşlarıyla, varlık sebepleriyle çelişen; gerçekleştirmeyecekleri vaatler vermekten sakınmazlar.
Bir kavramı aşırı derecede basitleştirmek anlam kaymasına yol açar. Örneğin kapitalizmi sermayecilik biçiminde basitleştirmek kapitalizmin anlaşılmasını kolaylaştırmaz aksine zorlaştırır. Popülizmi yalnızca halkçılık biçiminde çevirmek çeşitli anlam kaymalarına yol açar.
Popülizme düşmemek için halka uzak durmak düşülebilecek yanlışlardan biridir. İşçi sınıfı içinde çalışma yapılınca sanki popülizme karşı efsunlanacağını düşünmek de bir o kadar yanlıştır. Sol da görülen popülizmin kaynağında halkı aldatmaktan ziyade kolay yollardan başarı elde etme arzusu yatmaktadır. Amacın bulanıklaştığı yerde ona ulaşacak araçlar da işlevsizleşir. Her bilim dalının kendine özgü disiplini, ilkeleri vardır. Sosyal devrimler son derece kompleks bir yapıya sahip olduğu için disiplin ve ilkelere bağlılık çok daha fazla önem arz etmektedir. Devrim, sadece iktidar değişimi olarak görülmemelidir. Devrim, bir toplumun en küçük hücresine kadar dönüşümünü hedefler. Sınıflı toplumlarla birlikte atılan bireycilik, bencillik tohumlarını kurutmaya “ herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre ” ilkesini gerçekleştirmeye çalışır. Böylesine kapsamlı bir projenin kendi zararına da olsa halka yalnızca gerçeği söylemesi bir tercih değil, zorunluluktur. Devrim süreçlerinde kolay başarıya yer yoktur.
Bazen bir dizi yenilgi kolay başarılardan çok daha ilerletici olabilir.
Kazanmak için kolaya kaçıldığı durumlarda ilkelerin ve ölçeklerin aşındığı görülür. Böylesi durumlarda popülizm kolayca gelişir.
Marx, Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’i kitabında “Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel büyük olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi , ikincisinde komedi olarak.” demiştir. Marx’ın çok güzel ifade ettiği bu gerçeklik her şeyi siyah-beyaz, doğru-yanlış biçiminde değerlendiren idealist mantığın düştüğü yanılgıyı gözler önüne sermektedir. Bir tarihsel kesitte ve mekanda başarı kazanmış bir eylem biçimini olduğu gibi almak, uygulamaya çalışmak idealizme düşmek olur. Doğru yerde ve zamanda kullanılmayan hiçbir aracın başarı şansı yoktur.
Sınıflar mücadelesinin ivmesinin düşük seyrettiği ya da bir önderlik krizinin yaşandığı günümüz siyasetinde, devrimci yapıların handikaplarından birisi de tekrara düşmektir. Geçmişte karşılaşılan bir sorunda başarı kazanmış bir araç her kilidi açan anahtar gibi görülerek adeta araç fetişizmi yaşanmaktadır.
KESK’in kuruluşu, emekçilerin mücadelesinde bir dönemeçti. Tehlikenin farkına varan devlet, memurları sindirmek için sıkça sürgün, baskı, tehdit ve şiddete başvurdu. KESK’in eylemlerinin zirvede olduğu dönemlerde tüm üyelerini çağırdığı Ankara merkezli mitingler hem kitleselliği hem de siyasal kazanımlarıyla başarı hanesine yazılmıştı. İlerleyen yıllarda merkezi eylemler, mitingler solda yaygınlık kazandı. İyi örgütlenmeyen, taban çalışması yeterince yapılmayan ve neredeyse her sorunda sıkça başvurulan bu tarz gücünü yitirmeye başladı. Artık yüz binlerin katılımı yerini on binlere hatta binlere bıraktı. Katılımın sürekli düşmesi kitlelerde bir yandan moral bozukluğuna diğer yandan bu tip eylemlere duyulan inançsızlığa yol açtı.
Merkezi eylemler örgütlülüğün zayıf olduğu değil; güçlü olduğu dönemlerde etkili olur. Bazı sol yapılar var olan gerçeklik üzerinden değil de kimi zorlama yöntemlerle varsaydığı doğrular üzerinden çeşitli çağrılar ve eylem biçimleri öne sürmekle kalmıyor; taleplerini karşılamayan, yanlış bulan duruşları da peşinen pasifist, sağcı ilan edebiliyor. Emek hareketinin örgütlülüğünün dibe vurduğu bir ortamda kolayca Genel Grev çağrısı yapabiliyor. Bilinir ki Genel Grev fabrikadan tarlaya; okuldan yaşamın diğer tüm alanlarına kadar ülke çapında hayatın durduğu, adeta yaprak kıpırdamadığı siyasal eylemlerdir. Türkiye’de hem nicelik hem nitelik anlamında böylesine örgütlü ne sendikalar ne de siyasal özneler var. Karşılaşılan her zorlukta tekerleme gibi sürekli Genel Grev çağrısı yapmak yaşanan gerçeklikle örtüşmediği gibi ilgili yapıların kendi tabanına mesaj vermek, moral grafiğini yükseltmek yani kendi ihtiyacını karşılamaktan başka bir işe yaramamaktadır. Genel Grev iddiasıyla gerçekleştirilen 5-10 bin kişilik mitinglerin de gösterdiği gibi bu eylemlerin hayatı durdurmak şöyle dursun protesto niteliğini aşmadığı görülmüştür. Sürekli Genel Grev çağrısı ilgili yapıların çalışma yaptıkları alanlarda işçi ve emekçilere ulaşmak, onları örgütlemek için sıkça başvurdukları bir yöntem haline gelmiştir. Ancak bilinmelidir ki örgütlenmek için gittiğimiz insanlara gerçekleri olduğu gibi anlatmazsak kitlelerle aramızda bir güven bunalımı doğacaktır. Somut durumu ifade etmeyen hiçbir sloganının etki gücü yoktur.
Günümüzde sol, merkezi eylemlere sıkça başvuruyor. 1 Mayıs dönemlerinde pek çok yapının ülke çapında tüm kitlesini Taksim’e toplama yönündeki tercihi kortej oluştururken belki görsel bir doyum yaratıyor ancak katılım sağlayamadığı illerdeki ilişkilerinde atıl kalmasına yol açıyor.
Dergi kapaklarını Taksim görüntüleriyle süslemek tabanda belki geçici bir iyimserlik havası estirebilir ancak kaybedilen şeyin büyüklüğünün zaman içinde anlaşılması telafisi zor yaralar oluşturacaktır. Güven vermek adına yalnızca Taksim’de görkemli kortej oluşturma çabası kitlelere bardağın yalnızca dolu tarafını göstermek olduğu için popülizmdir.
Kitleler pratiktir, yaşayarak öğrenir. Kitleler 2 Mayıs’tan itibaren günlük yaşamında aynı görkemi görmeyeceği için yapılan işin moral etkisi çok uzun sürmez. Aksine kitlelerle araya mesafe girmesine, güven bunalımına yol açar. 1 Mayıs’ın Taksim’e endekslenmesi diğer illerdeki çalışmaların zaafa uğramasına yol açacaktır. Devrimci yapıların böyle bir tercihte bulunması tabii ki onların tasarrufunda ve biz buna saygı duyarız ancak, yerellerdeki çalışmaların geri plana itildiği görüntüsü, coşku ve motivasyona da olumsuz etkiler yapacaktır. 1 Mayıs sürecinde sürdürülen faaliyetler, devrimcileri kitlelerle buluşturur. Yerellerde kitleleri katılamayacakları yerlere (Taksim) davet etmek hem inandırıcılık hem de ilişkilenme için sorun teşkil eder.
Taksim’in tek mekan olarak tercih edilmesi zaman içinde yerellerdeki çalışmaların öneminin zaafa uğramasına, tali kalmasına yol açacaktır.
Son yıllarda merkezi eylem tarzının sirayet ettiği gündemlerden birisi de 2 Temmuz’dur. 1993 yılından beri Sivas Katliamı ülkenin her yanında çeşitli miting ve gösterilerle protesto edilirken son yıllarda organizasyonun Alevi Dernekleri’ne havale edilmesi çeşitli handikapları da beraberinde getirmiştir. Sivas bir Alevi katliamı değil; devrimci, demokrat tüm kesimleri hedef alan faşizmin bir vahşetiydi. Tıpkı Maraş, Çorum vb. gibi. Bu katliamların amacını anlamamak, görevlerinden birisi de halkı bilinçlendirmek olan devrimcilerin başarısızlığını gösterir. Son yıllarda her 2 Temmuz’da toplantı çağrısından organizasyona; miting başvurusundan kürsüden okunacak metinlere kadar tüm sürecin Alevi derneklerine havale edilmesi, bugün geldiğimiz noktanın tesadüf olmadığının göstergesidir. Sivas davasının düştüğü, faillerin adeta ödüllendirdiği bir dönemde, her ilde yaygın miting, gösteri çağrılarımız, önerilerimiz pek çok yapı tarafından çeşitli gerekçelerle kabul görmedi. 1 Mayıs’ta olduğu gibi tüm güçler bu yıl da Sivas’a çağrıldı. Böylece yerellerde çok cılız birkaç basın açıklaması dışında adeta hiçbir şey yapılmamış oldu. İstanbul, Ankara, İzmir gibi milyonların yaşadığı yerler o gün tepkisiz, atıl kalmış oldu.
Popüler hale gelen eylem biçimlerinden bir diğeri ise basın açıklamalarıdır. Son yıllarda hemen her kesimin sıkça başvurduğu basın açıklamalarının ne getirip ne götürdüğü tartışma konusudur. Karşılaşılan sorunun siyasal mı, ekonomik mi ya da sosyal mi olduğuna bakmaksızın sürekli basın açıklaması yapmak o aracı da zaman içinde işlevsiz kılmıştır. İmzacı sayısından daha az katılım sayısı kadar katılımın 5-10 kişiye kadar düştüğü basın açıklamalarına tanık olmaktayız. Kimi zaman yüzlerle ifade edilen basın açıklamalarına başarı gözüyle bakılır hale gelindi.
Öğrenim gençliği içinde popüler olan yumurta atma, ayakkabı fırlatma, saç kesme gibi aktiviteler kimi sol kesimlerin nerdeyse tek eylem biçimi haline geldi. Dünya’da sivil toplum kuruluşlarının başvurduğu bu tip eylemler kimi sol kesimlerce çoğu zaman radikal eylem biçimleri olarak kabul görmektedir. Sivil toplumcu yapılar bile sembolik bir anlam yükledikleri bu tür aktiviteleri Başbakan, Bakan gibi üst düzey devlet görevlileriyle sınırlı tutarken ülkemizde çevik kuvvete bile yumurtayla karşı koyacağını (püskürteceğini) düşünen çevrelerin olması traji-komiktir.
12 Eylül referandumu ardından hükümet çevrelerince faşist darbenin ve darbecilerin yargılanacağı propagandası gündemi uzun süre işgal etti. Faşizmin darbeyi yargılamaktan ziyade aklamaya dönük manevraları karşısında yapıların adeta basireti bağlandı. Niyetten bağımsız olarak hiç aklımıza gelmeyen kişi ve çevreleri dahi etkisi altına alan bir girdaba dönüştü. Hükümetin devletin tüm olanaklarını seferber etmesi yanında burjuva meydanın da desteğiyle bir çadır tiyatrosu kuruldu. Adeta akıl tutulmasının yaşandığı bu dönemde Marksizm’in ABC’si diye bilinen tanımlar dahi unutuldu; devlet, faşizm, emperyalizm gibi temel kavramlar bir kenara atıldı. Sanıksız mahkeme itibara bindi. Bu hengâme içinde kimi devrim şehitlerinin yakınlarını bile mahkeme salonlarına taşıma gayreti bize idamlardan, kurşunlardan ve işkencelerden daha ağırdı. Günü kurtarmak adına mahkeme önüne adeta çadır kuranlar geleceklerini kaybettiklerinin farkında değildi.
12 Eylül bir tesadüf ya da solun önemli bir kesiminin düştüğü talihsiz bir yol kazası değildir. Bunun böyle olmadığını Ergenekon duruşmaları için Silivri yollarına düşen kimi sol yapılar daha önce göstermişti. Umudu sürekli faşizmin mahkeme kapılarında tüketenler gün gelir kendisi tükenir. Madımak, Hrant Dink, 1 Mayıs 1977 vb. daha nice olayda tanık olduğumuz bu popülist tutum yaşananların tesadüf olmadığının birer kanıtıdır. William Shakespeare’in dediği gibi: “Her parlayan şey altın değildir.”
Slogan, ele alınan sorunun nasıl çözüleceğini kitlelere en basit, en anlaşılır yoldan anlatılmasıdır. Sovyetler Birliği’nin faşizme karşı savaşta ‘Her şey zafer için!’ sloganı kitleleri seferber etmeye yetmişti. İspanya İç Savaşı’nda ‘
Faşizme geçit yok! sloganı da son derece yalın ve etkiliydi. Türkiye’de Hrant Dink cinayeti ardından çok da doğru seçilmemiş ‘Hepimiz Ermeniyiz! sloganının kimi sol yapılarca türevlerinin geliştirilmesi uzun sürmedi. 8 Martlarda ‘
Hepimiz Kadınız! ’, Newroz’da ‘ Hepimiz Kürdüz! ’, 2 Temmuz’da ‘ Hepimiz Aleviyiz! vb. Hızını alamayan kimi sol çevreler ise işi daha ileri götürdü. İzmir’de eşcinsellere yönelik saldırıları protesto etmek için bir araya gelen kimi sol yapılar ‘Hepimiz eşcinseliz! sloganını keşfetti! Taksim’de hayvan haklarını savunmak için bir araya gelenlerin ‘Hepimiz Pitbulluz!’ sloganı atarak yürümeleri gelinen noktanın vahametini bir kez daha göstermiş oluyordu.
DEVRİMCİLİK İHTİYACA GÖRE ARAÇ GELİŞTİREBİLME BECERİSİDİR
Devrimcilik hayatı durağan olarak görenlerin değil; yaşam içindeki çelişmeleri ve gelişmeleri doğru analiz edip ihtiyaca göre araç geliştirebilenlerin işidir. Marksizm doğmalar bütünü değil, bir eylem kılavuzudur. Gıdasını Marksizm’den alanların üretim kısırlığı yaşaması bir şeylerin yanlış yapılğını gösterir. Devrimcilerin en büyük silahı söz ve eylem birliğidir. Kitleler ancak bu yolla örgütlenir. İddialı, cüretli olmak önemlidir, ancak kitlelerden kopuk hiçbir sözün ve pratiğin sonuç alma şansı yoktur.
Popüler eylem biçimlerini ya da sloganları seçerek halka ulaşacağını, örgütlenebileceğini düşünen yapıların iyi niyet taşıdıklarını, belki de çaresizlikten bu tür yollara başvurduklarını düşünüyoruz. Ancak bilinmelidir ki, geleceği ana kurban edenlerin başarılı olma şansı yoktur. Türkiye’de doğru veya yanlış her pratik faaliyetin bir miktar taraftar toplaması mümkündür.
Ancak önüne devrim gibi son derece zor ve kapsamlı bir hedefi koyanların işin kolayına kaçma şansı yoktur. Devrimci yaşam bir tohumdur. Hızlı büyümesi için tohumun genetiğini değiştirmeye çalışmak son derece yanlıştır. Belki ortaya bir çiçek çıkacaktır ancak bu çiçeğin sağlıksız ve dayanıksız olması tüm çabanın boşa gitmesine yol açacaktır. Tohumun çiçek açması için gerekli ortam yoksa bugün devrimcilere düşen görev onu korumak, sağlıklı kalmasını sağlamak olmalıdır. Hastalıklı bir çiçek büyütmektense sağlıklı bir tohumu korumak önemlidir. Toprak arındığında, güneş açtığında, su köküne yürüdüğünde sağlıklı tohum eşsiz güzellikte tomurcuklar açacaktır.
Sayı 37 (Ağustos – Ekim 2012)