Reyhanlı’da yaşanan ve 3 kişinin yaşamını yitirdiği patlama sonrasında Süleyman Soylu yaptığı açıklamada “Biz el yapımı patlayıcı olduğunu düşünüyoruz. Üçünün de kimliği belli. Geçici koruma kapsamında Türkiye’de yaşayan Suriyeli” dedi.
Patlama ve “Geçici koruma kapsamında Türkiye’de yaşayan Suriyeli” ifadesi bizi 11 Mayıs 2013 tarihinde Reyhanlı’da 53 kişinin yaşamını yitirdiği, 155 kişinin de yaralandığı katliama götürdü. Anımsanacak olursa Reyhanlı Katliamı, Erdoğan’ın Başbakan kimliğiyle ABD’ye yaptığı ziyaretten hemen önce gerçekleşmişti.
Katliamı “53 Sünni yurttaşımız şehit edildi” biçiminde yorumlayan ve ardından ABD’deyken Suriye’de “uçuşa yasak bölge” talep eden Erdoğan’ın ilerleyen süreçte Suriye’ye dair geliştirdiği politikalar ve üzerinden 6 yıl geçtikten sonra Suriye dahil bölgedeki bugünkü tablo, görmek/anlamak isteyenlere, iktidar eliyle yapılan tüm manipülasyonlara rağmen çok şey anlatıyor. İşte tam da bu bağlamda İdlib’e sınır olan ve iktidar eliyle adeta bir “Cihatçı kenti”ne dönüştürülmüş olan Reyhanlı’daki yeni patlamanın ardından bölgeye dair geliştirilecek sınıfsal bakışın önemi, olup biteni anlamak ve savaş dahil muhtemel gelişmelere bugünden hazırlıklı olmak açısından büyük önem taşıyor.
Paylaşım savaşı ve kullanışlı taşeronluk
Taşların yerinden oynadığı, hegemonyanın sarsıldığı, güç dengelerinin değiştiği bir süreçteyiz. Farklı araç ve yöntemlerle de olsa küresel boyutta bir hegemonya ve paylaşım savaşı yaşanıyor. Dünya ölçeğinde bir savaş ikliminde olunduğunu söylemek abartılı olmaz. Küresel güçlerden bölgesel güçlere kadar hemen her aktörün müdahil olduğu gerilimli ve sıcak noktalar, daha sıcak bir savaş olaslığını/tehdidini giderek artırıyor.
17 yıldır AKP eliyle uygulanan politikalar, taşeronluk ilişkisini derinleştirmiş ve Suriye’den Irak’a, Akdeniz’den Libya’ya kadar pek çok noktada savaş olasılığını artırmıştır.
Irak’taki “Pençe”, Suriye’deki işgal ve provokatif hamleler, Akdeniz’deki veya Libya’daki gerilim halkların yararına değildir.
G-20’de verilen fotoğraf ve dışavuran tablo, ABD’nin sorununun S-400’den çok, “kullanışlı taşeron” olarak bölgede rol alınması olduğunu ortaya koydu.
ABD artık sarsılan hegemonyasını, ekonomik alanda yaşadığı kayıpları askeri imkanlarıyla telafi etme yoluna gidiyor. Bu koşullarda İran’dan Irak ve Suriye’ye, Akdeniz’den Libya’ya kadar coğrafya daha da sıcak bir savaş ihtimalinin tehdidi altındadır.
Emperyalizmin ve sermayenin çıkarlarını korumaya adaylık
Yarışırcasına üretilen, geliştirilip pazara sürülen bunca silahın, silahlanmanın ve gerilimin yansımalarını küresel boyutta gözlemek mümkün; deyim yerindeyse dünya bir pasta halinde ve paylaşılmak üzere masaya konulmuş durumda. Bunun adı Filistin’de (İsrail’in işgalini meşrulaştıracak nitelikteki) “Yüzyılın Barış Anlaşması” olurken, Venezüella’da darbe girişimi ve kuşatma, Libya’da vekalet savaşı olarak gündeme geliyor. Ve faşizm, “Kapitalizmin çarkı, sayısı gittikçe artan çeşitli ülkelerde zorbalığa baş vurulmazsa dönmemektedir” diyen Brecht’i doğrularcasına, giderek kapsam büyütüyor.
Türkiye’de iktidar, bugün ABD’ye karşı duruyor gibi görünürken aynı zamanda “Bölgede Amerikan çıkarlarını en iyi biz koruruz” demeyi ihmal etmiyor. Aynı şey sermaye ile ilişkilerde de gündeme geliyor. Çelişiyor, kavga ediyor gibi görünse de sermayeye “çıkarlarınızı en iyi bilen ve en iyi gözeten benim” diyor.
ABD’nin Suriye’deki varlığının devam edecek olması ve bu bağlam içinde Türkiye’ye biçilen roller, Türkiye ile SDG arasındaki gerilimin çatışmaya dönüşmemesinin hatta giderek yumuşamanın güvencesi olarak görülüyor. Kimilerinde bunun bir “Kürt çözümü”nü de beraberinde getireceği beklentisini de (ne yazık ki) oluşturuyor.
Yaşanan gelişmelerin, katliam ve kayıpların iktidar üzerinde öğretici/yumuşatıcı etkisi olmasını beklemek, sınıflar mücadelesini, bu mücadelede egemenin kimliğini, rol ve niteliğini anlayamamaktır.
İktidardan Türkiye oligarşisine ve emperyalizme kadar uzanan ilişki, çeşitli biçimlerde halk desteği gerektirse de bunun halkların çıkarılarıyla hiçbir ilintisi yoktur. Tersine, faşizmin derinleştirilmesi ve halkların geleceğinin karartılmasından bölgedeki gerilim ve savaş potansiyeline kadar atılan hemen her adım sermayenin ihtiyacı gereğidir. Bir halk hareketi tarafından durdurulmadığı sürece de başka türlü davranmak, sermayeyi sermaye yapan niteliklere aykırıdır.
Bir ayna olarak Reyhanlı veya İdlib
Birçok açıdan sorgulanması gereken, sistemin de iktidarın de emperyalizmin de niteliğine dair önmeli ipuçları veren Suriye politikası konusunda Reyhanlı bir aynadır. Provokasyondan ölüme, yıkımdan işbirliğine kadar her nitelik, emperyalizm-taşeron ilişkisinin niteliğini dışavurur.
Bugün Türkiye’de bulunan milyonlarca Suriyeli, iktidar tarafından çeşitli biçimlerde kullanılıyor. Örneğin önemli bir kısmı ucuz işgücü olarak kullanılırken bunların ancak onda biri “kayıtlı” koşullarda çalışıyor. Daha da önemlisi askeri olarak eğitimli olanlarının veya eğitilenlerinin tekrar Suriye’de savaşmak üzere Türkiye tarafından bölgeye gönderildiği biliniyor. İdlib’in bugün “Cihatçı üssüne” dönüşmüş olmasının ardında doğrudan Türkiye desteğinin olduğunu söylemek mümkün. Türkiye’nin, Suriye’nin batısında oynadığı bu rol, aynı zamanda Suriye’de varlık meşruiyetini ancak Fırat’ın doğusunda SDG üzerinden sağlayabilen ABD için de stratejik önemdedir. İdlib’teki Cihatçı varlığına tahammülü olmayan Suriye ile onları eğiten, besleyen ve hamiliğini yapan Türkiye arasındaki gerilim şimdilik Rusya üzerinden sağlanan denge nedeniyle sıcak savaşa dönüşmüyor olabilir ama bu, böyle devam edileceği anlamına da gelmiyor.
Suriye’deki sorunlara ve gerilime, Akdeniz’deki enerji yataklarıyla ilgili paylaşım gerilimini, İran’a dair abluka ve ambargoyu, Libya’daki çatışma potansiyelini, Sudan’da girilmiş olan ilişkileri vb. eklersek Reyhalı’daki patlamanın neden bir tesadüf olmadığını ve işaret ettiği tehlikeyi daha büyük resim içinde görme şansımız olur.
İşte tüm bu nedenlerle, emperyalizm ve oligarşi ile bütünleşmiş gerici faşist blok tarafından “ABD karşıtlığı, millilik” vb. kamuflajlar altında bölgede geliştirilen saldırgan politikaların önüne geçebilmek, bu politikaların sürdürücüsü iktidarı teşhir ve mahkum etmek, ülkenin ve halkların geleceği açısından büyük önem taşıyor. Bu, aynı zamanda bölge halklarına karşı sorumluluğun da gereğidir.
Emperyalizm ve Diktatörlük Yenilecek Halklar Kazanacak
Yaşasın Hakların Kardeşliği ve Mücadele Birliği
7 Temmuz 2019
Devrimci Hareket