Cem SAVAŞ
“İnsanların çoğu bireysel sorumluluğunun farkında olmaksızın yaşarlar; bütün mutsuzluklarımızın asıl çekirdeği işte burada gibime geliyor.“ (Kafka)
92’lere gelindiğinde, uzun bir sürece yayılmış olan örgütsüz-belirsiz ilişkilerin doğurduğu cılızlık; kendileri de birer sağcılık mikrobu taşıyıcısı olanlar tarafından, son bir hamleyle tartışma süreci enjeksiyonuyla sağcılık mikrobuna tabi tutularak ölüme dönüştürülmek istendi.
Kimi iyi niyetli unsurların, aldığı bu son mikropla ölümün eşiğine getirilen bu bünye için, etraflarına doktor yok mu telaşı içinde baktıkları bir ân’da, yani yaşamak ile ölmek arasındaki o kritik süreçte hareket ortaya çıktı. Devrimci Hareket elde kalan son doktordu. Ve bu doktor, yetiştiği okula ihanet etmeden, bilincini ve emeğini büyük bir özveriyle kullandı, öldürülmek istenen bu bedeni devrimci değerlerden oluşturulmuş bir oksijen çadırına aldı.
Bugün devrimci olmayan alışkanlıklarını devam ettirenler, hareketin ihtiyaçları yerine kendi ihtiyaçlarını ikame edenler, devrimin güncel bir sorun, devrimciliğin her ân sorumluluk isteyen bir iş olduğunu göremeyenler, bu oksijen çadırını parçalayan bir öğe haline dönüştüklerinin farkına varmalıdırlar.
Elbette kimsenin “şu oksijen çadırını bir güzel parçalasam ne iyi olur” gibi saflaşmış, bir kötü düşüncesi yok. Ama mesele niyet tartışması değildir, davranışın nesnel anlamda neye tekabül ettiğidir. Yani doktorun emeğinin ve bilincinin hiçe sayıldığı, vurdumduymazlık ve bildiğini okumak -yoksa bilmediğini mi demeliydim- alışkanlığıdır. Devrimci Hareketin tecrübesi ve kararlılığı, kişisel zaafiyetler dolayısıyla hiçe sayılıyorsa. Devrimci kuralların hangi yaşamsal nedenlerden kaynaklandığı unutuluyorsa, ya da hiç öğrenilmiyorsa. Hangi kritik noktalardan bugünlere, hangi değerlerle gelindiği görülmüyorsa. Olumsuz davranışların altında, dünün örgütsüz ilişkileri tarafından biçimlendirilmiş alışkanlıkların olduğu görülmediği gibi, yanlış toprağın yanlış otları olanlar, kendi alışkanlık tohumlarını döküyorsa etrafa. Nesnelliğin adını koymakta fayda var. Devrimci Hareket’e karşı kişisel sorumluluk duygularıyla hareket edebilmek, devrimciliğimizin, yaşamın her kesitinde vücut bulmasını gerektirir. “Bir yanda ne Marx ne de Lenin, proleter devrimin güncelliğini ve onun nihai hedeflerini, herhangi bir ânda keyfi olarak gerçekleştirebilecekmiş gibi düşünüyordu. Öte yanda ise, her ikisi de, devrimin güncelliğiyle, bütün günlük sorunlarda karar verirken güvenilir bir mihenk taşı kazanmışlardı. Tek tek davranışları devrimci ya da karşı devrimci yapan şey , (…) Marksizm(‘in-bn.)(…) tek tek davranışların genel kaderle, tüm bir işçi sınıfının kaderiyle olan yakın, (…) görülür (…)ciddi bağlantısından ibarettir. Bu ise yalnızca, günlük her sorunun – günlük her sorun olarak bile aynı zamanda devrimin temel sorunu olduğu anlamına gelir .”( Georges Lucas, Lenin’in Düşüncesi, s:11, abç.) #9;
Devrimci kurallarla aramızdaki çelişik ilişkiyi devrimcilikten yana çözme iradesini bugünden gösteremezsek, yarın oluşturulacak, bir devrimci organın aktivisti olabilir miyiz? Ya da günlük yaşamı devrimci olmayan bir insanın, devrimle ânlık bağlantıları, onun devrimciliğini nereye kadar taşıyabilir, ve o kişi devrime ne taşıyabilir? Bu sorulara, devrimci teorinin ve deneyimin ışığında, olumlu yanıt vermek mümkün değildir; çünkü rüyasında devrim göremeyenler, devrime uyanamazlar!
Peki bir insan, rüyasında bile devrim görür hale nasıl gelir?
Bu ancak devrimin ihtiyaçlarına yanıt vererek, bu konuda kişisel sorumluluk duygusuyla hareket ederek olur.”Sosyalizmin kurulmasında eğitilmiş insanlara ihtiyaç vardır. Eğitilmiş insan ise çok okuyan değil, özellikle materyalist felsefe ile ilgilenen, bilimin zenginliklerini benimseyen, okudukları üzerinde düşünen ve devrimci kuramı devrimci pratikle birleştirmek gerektiğini anlayana denilir “(M.İ. Kalinin, Devrimci Eğitim Devrimci Ahlâk, s:97, abç.). Kalinin, sosyalizmin ihtiyacı olan eğitilmiş insanı tanımlarken, aslında bize bir devrimci insan tanımı veriyor. O bir devrimci kadronun, en özlü tanımını yapıyor, devrimci kuramla devrimci pratiği birleştiren insan. Siz devrimciliği bu şekilde algılayıp hayata geçirdiğinizde zaten, her ânınızın devrimci olmaması ve bu ân’ların doğal bir yansıması olabilecek devrim rüyaları görmemeniz imkansızdır. Bütün mesele doğru bilinen şeyi, yüksek bir iradeyle uygulama noktasına gelebilmektir.
Lenin “Herhangi bir örgütün niteliğini doğal ve kaçınılmaz olarak belirleyen şey, o örgütün eyleminin içeriğidir. “(Ne Yapmalı, s:109) diyor. Bu doğruyu kime söylersek söyleyelim hiç kimse itiraz etmeyecektir, ancak günlük yaşamda bu doğrunun aslında, sonuçta örgütü örgüt yapan insanlar toplamı için geçerli olacağının pek de farkına varılmadığına, şahit olabiliyoruz, bu en azından pratik olarak böyledir.
Örgütle, örgütlü insan arasındaki karşılıklı belirleme, nihayetinde bir insan ilişkisi olarak gerçekleşir, örgüt; soyut, bizim dışımızda bir durum değildir, tam da aksine örgütün somutluğu, onun bizi devrimle organikleştiren, bizi devrimin bir parçası haline getiren yanı, kendisini bir insan ilişkisi olarak gerçekleştirmesidir. Bu noktada sorun “elbette öyledir” demekle çözülebilecek gibi değildir. Sorun, doğru olanla pratiğimiz arasındaki, devrimci irade yoksunluğunun oluşturduğu geniş açıdır.
Devrimci irade yoksunluğu ise, kaynağını devrimci olmayan yaşam biçiminden, Devrimci Hareket’in siyasi-ideolojik hattıyla uyum sağlayamamaktan alır.
“Ufak tefek şeyleri yapmayan birisinin ciddi görevleri yerine getirmesi mümkün müdür. Mümkün olmasına mümkündür. Ama neyin ciddi olduğu ve neyin ciddi olmadığına kim karar verecek? Ne yerine getirilmeli ve ne yerine getirilmemeli? Herkes kendi kendinin yargıcı mı? Sen mi yargıçsın? Böyle olsa ne kurallara, ne de parti yönetimine gerek kalmazdı. Ama o zaman parti de olmazdı “(Yarın Bizimdir Yoldaşlar, s:151)
Örneğin peygamber edasında ortalıkta gezen ama iki cami arasında binamaz olan insanlar görürüz; ellerini hiçbir işe sürmeden, Godot’nun kendilerine “büyük” devrimci görevleri vermesini beklemektedirler. Devrimci görevlerin sanki büyüğü küçüğü olurmuş gibi… Oysa “küçük iş” dedikleri görevler karşısındaki tutumlarıyla işin hiç de küçük değil, tam aksine bu işleri devrimci bir yönteme göre sınıflandırma bilincinden yoksun olanların yönteminin ne kadar küçük olduğu gözükür. Bu karakterin en büyük özelliği, hiçbir işe enerjisi ve motivasyonu yoktur ama, “çok büyük bir iş” verilirse kendisine, size devrimciliğini ispatlayacaktır! Ama onlar, kendine ayırdığı “büyük iş”lerin kahramanı olma onurunun bir köşede bekleyenlere verilmeyeceğini/verilemeyeceğini tahmin edecek bir bilinçten yoksundurlar. Aslında onların kafası epey karışıktır. Hem bugüne kadar kendilerini tanıttıkları bir kimlik vardır, hem de bu kimliğin onlar için hiç de hoş olmayan zorlayıcılıkları vardır. Bu kimlikle “bedava Yol’culuk” etmek avantajı ile yaşamak onlar için çok hoş; çevreden bu Yol’culuğun bir üyesi gözükmek gerçekten de gurur okşayıcıdır, ama bu gurur onlar için sadece dışarıdan gözükmesi önemli olan bir şeydir; insanın içten içe duyumsadığı, devrim emekçiliğinin onlara vereceği gurur umurlarında değildir. Gösteriş için devrimcilik yapanların, ne olduğunun anlaşılması hiç de zor değildir : Lenin’in Ekim devrimi öncesinde sığınmak zorunda kaldığı kır kulübesine Lenin’le birlikte gelen Zinovyev ‘in, devrimin zorlu bir sürece girmesinin ortaya çıkardığı ideolojik gerilemeyle günlük yaşamındaki ruh hali bir paralellik izler. Zorlukları görünce, Lenin’i de devrimi de oracıkta terk edip gidecek olan Zinovyev, Lenin’in aksine, kulubede birlikte yaşadıkları ve kendilerine yardımcı olan aileye bir şeyden anlamayan-anlaması da gerekmeyen insanlar gibi davranıyordu; ama, bu bir şeyden anlamaz sandığı ailenin küçük çocuğu bile onun ruh halini anlıyordu : “(…) Kolya, Zinovyev’in hep ziyaretçiler geldiğinde canlandığını düşündü , şu günlerde genellikle, çok sessiz ve tembeldi. Kolya bunda yapay bir şeyler buluyordu. Zinovyev’in, insanların yanında Lenin gibi olduğunu, onun gibi düşündüğünü, onun kadar cesur, kendine güvenli ve dost canlısı olduğunu göstermeye çalıştığını düşünüyordu (…) Sergo orada olmasaydı, Zinovyev’in o buz gibi sabahta göle yıkanmaya girmeyeceğini ve kulubeden öyle havlusunu sallayıp yüksek sesle konuşarak ok gibi fırlamayacağını fark etmişti. “(Emmanuil Kazakeviç, Mavi Defter, s:92, abç.)
Bu tip küçük burjuva eğilimlilerin, ellerini en küçük bir işe bile vurmadıkları gibi, kendilerini de büyük ânların ihtiyaç duyulan adamı olarak gördüklerini farkederiz. Oysa devrim her ân, her gün kitleler içinde mayalandırılması gereken; siyasal-pratiktir, devrimciliğin kişilerin keyfiyetiyle, hiçbir ilgisi yoktur, devrimci görev kendi gerekliliğini, devrimin ihtiyacından alır. “Lenin’e göre, profesyonel devrimciler grubunun görevi, bir ân için olsun, ne devrim “yapmak”, ne de kendi bağımsız, yürekli eylemleriyle atıl kitleleri peşinden sürüklemek, onları devrimci bir fait accompli (oldu-bitti) ile karşı karşıya bırakmaktır.
Lenin’in örgüt düşüncesi, devrim olgusunu, devrimin güncelliğini şart koşar. “(Georges Lucas, Lenin’in Düşüncesi, s:27)
İşin temelinde kişisel sorumluluk duygusuyla hareket etmemek, bu kişisel sorumluluk duygusunu var edecek olan teorik donanımdan yoksunluk, bildiği teorik doğruları hayata geçirememe iradesizliği vardır.
Çevremizde Che‘nin “devrim için savaşmayana sosyalist denmez” sözünü bilmeyen bir tek insan yoktur, ama ne yazık ki, kimi pratik verilerden yola çıkarak doğruluğu-gerekliliği kanıtlanan ve bu anlamda teorik olarak savunulan bir şeyin günlük pratikte görmezden gelinmesi tutarsızlığı ile karşılaşıyoruz. Eşyanın adını koymak gerekir ki bu, günlük yaşamda oportünist olmaktır ve her anlamda oportünist olmak istiyorsanız bundan daha iyi bir yol bulamazsınız!… Devrim için savaşmayana oportünist deriz biz, unutan varsa hatırlatmakta fayda var. Bun böyle söyler bizim önderler!
Eşyanın adı konuyor diye, yakınacak kişiler de olacaktır. Bütün bir yaşamı hatalarla dolduranlar, bir gün gelip size itirazlarda bulunurlarsa; “ben mağdur” edildim diye, bilin ki onun mağduriyeti yalancı çobanın mağduriyetinden fazla değildir. Mağdur edildim diyen kişi, şimdiye kadar yaptığı hatalarla yaşamındaki herhangi doğru bir noktayı da çarpıtabilme yeteneğini göstermiş demektir. Yanılgıyla yaşanlar, çevrelerini de yanıltırlar…Devrimci olmayan yöntemlerle ilerlemeye çalışanlar, başlarını er geç devrimci yönteme çarpmak durumunda kalacaklardır.
Eğer yaşadığı şeyi bir sorun, ve de çözmek istediği bir sorun olarak görenler varsa; “(…)bir sorunu çözmenin yolu, sorunu ortadan kaldıracak tarzda yaşamaktır.”( Ludwig Wittgenstein , Kültür ve Devrim)
Kafka, mutsuzluğumuzun nedenini bireysel sorumsuzlukta buluyordu, bu noktada bireysel sorumluluğun ne olduğunu açmakta fayda var, Marx şöyle diyor: “Mükemmellik, insanın kendisini toplum için feda etmesidir .” Ya da bir başka ifadeyle söyleyecek olursak, mükemmel sorumluluk budur.