Sol içi bir mesele tartışılırken, muhatabına söylemediği şeyleri söyletmek, düşünmediği içerikler atfetmek veya duruşuna/tercihine dair hak etmediği nitelemelerde bulunmak, kolaya kaçan sorunlu (ama ne yazık ki yaygın olan) bir tarzdır. Buna, çeşitli alanlarda ama özellikle seçim tartışmalarında sıkça rastlanıyor. Örneğin seçim tartışmalarının bir tarafı, kimi arkadaşlarımızın iddia ettiği gibi “sürekli olarak sadece seçimlerle hiç bir sorunun gerçek anlamıyla çözülemeyeceğini söylüyor ve esas olarak başka bir şey söylemiyor” mu? Bu soruya, benzer bir yakıştırmaya, duruş ve mantığa tekabül ettiği için, “AKP’nin bu seçimlerde meclis çoğunluğunu elde etmesiyle etmemesi arasında hiçbir fark yok mu?” sorusunu da ekleyerek yanıt verelim.
Öncelikle belirtelim ki seçimlerin, sistemin niteliği, sınıf ilişki ve çelişmeleri açısından mevcut tabloda/dengelerde bir şeyi değiştirmeyeceğini, bu nedenle temel alınmaması gerektiğini söylemekle, yukarıdaki sorunun öz itibarıyla hiçbir alakası yok. Bu, niyetten bağımsız olarak, muhatabının fikrini tartışmadan hatta anlamaya çalışmadan ve içeriğe dokunmadan, söyleneni karikatürize ederek kendi fikrini/duruşunu haklı göstermektir.
7 Haziran, 6 Haziran’dan farklıdır; 1 Kasım da 7 Haziran’dan farklı olacaktır. Devrimciler, mücadele araç ve yöntemlerinin hiçbirini peşinen reddetmez. Seçim de bu araçlardan biridir, koşullara göre önemi artıp azalabilir. Seçimlerde devrimcilerin tavrı, bir ucunda katlımın diğer ucunda boykotun olduğu bir yelpazede çeşitli biçimler alır. Örneğin bir partiyi işaret ederek oy istemek dışındaki her tavrı boykot olarak değerlendirmek yanlıştır; en azından boykotun ne olup olmadığına dair bir bilgi eksikliğidir. Bu yaklaşımın bir diğer yanıltıcı etkisi, seçim aldatmacasını eksen alarak sistemin tepeden tırnağa teşhirini yapıp alternatif ilişkilere işaret etme biçimindeki, çok kapsamlı olarak yürütülme şansı olan bir mücadeleyi boykotla eşitleyip peşinen reddetmek, dikkate almamaktır.
Devrimcilerin geçmişi incelendiğinde, seçimlere katılıp oy isteme dışındaki alanı çok çeşitli ve verimli biçimde kullandığı görülür. Bugün eğer bu yapılamıyor veya eksik kalınıyorsa, yapılması gereken, bu tarzın reddedilmesi ve yerine, koşulsuz (“ama”sız “fakat”sız) biçimde bir yerlere yedeklenmek anlamına gelen seçim çalışmasını koymak mı olmalı, yoksa o tarzın başarılmasında ısrar mı edilmeli? Daha açık sormak gerekirse, zor ama doğru olanı mı yoksa kolay ama yanlış (veya ehveni-şer) olanı mı tercih edeceğiz; konjonktürel bir güce/duruşa yedeklenip +1 mi olacağız, yoksa bağımsız bir özne olup sınıfsal perspektif üzerine bina edilmiş siyasal hattımızın ve ilkelerimizin gereklerine göre mi davranacağız?
Solda özgüven problemi ve çaresizlik hali
Dikkat edilirse bugün solun büyük çoğunluğu, ellerinde seçimden başka hiçbir araç yokmuş gibi davranmakta, faşizme karşı mücadeleyi AKP’nin sandıkta bir nebze de olsa geriletilmesine indirgemektedir. Gerçekte bu, bir yanıyla yanlış ölçüm ve tahlillere, diğer yanıyla da solda bir özgüven problemine ve çaresizlik haline işarettir.
Soru yanlış veya eksik sorulunca cevabı da yanlış veya eksik oluyor. Yukarıdaki “fark yok mu” sorusu eksiktir. Bu soruya, “söz konusu fark, ilkesiz ittifakları, dayatmaları kabul etmeyi gerektirecek kadar önemli midir?” sorusu da eklenmelidir. Aslında yapılan tüm bu tartışmalar, solun temel önemde kimi niteliklerini reel siyaset adına, günü kurtarma hesaplarıyla terk ettiğini veya ilkesizliğe varan boyutta esnettiğini gösteriyor.
Bugün ittifak denince akla öncelikle gelen, CHP ve HDP ile seçim eksenli güç birlikleridir. CHP, tam da bu tartışmaların hızlandığı bir anda Suriye tezkeresine “evet” diyeceğini açıkladı. HDP’ye gelince, çok şey söylenebilir ama en azından adaylarını da programını da hiçbir biçimde tartıştırmayan bir duruş sergilediği ve beklentisinin, ilkeli ittifak ilişkisi değil yedeklenme olduğu biliniyor. Haziran’a dayatılan ittifak anlayışının veya Haziran’ın kendi içinden yükseltilen yukarıdaki yanlış soruların vardığı nokta, gerek HDP’ye gerekse CHP’ye dair işret ettiğimiz bu gerçekliklerin görmezden gelinmesidir.
Gelişmeler, büyük resim içerisinde (Suruç-İncirlik-Suriye zincirinde) değerlendirildiğinde, iktidarın saldırılarının seçim odaklı, dolayısıyla da geçici olmadığı görülecektir. Tam da bu bağlamda genelde solun, özelde Kürt Hareketi’nin rejimin gerçekliğiyle yüzleşmekte olduğunu; uzlaşma eksenli paradigmanın, bakış açısında bir daralmayı ve dar pratikçi bir tekrarı beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz.
Devrimcilerin aklı hafife alınmamalıdır
Dostluk ilişkileriyle, yoldaşlık ilişkilerinin iç içe geçtiği bu koşullarda, Haziran’ın içinde veya dışında kimsenin aklı hafife alınmamalıdır. Seçimlerde farklı duruş ve tercihler de gelişebilir. Önemli olan, hangi sebeple olursa olsun, gündeme gelen farkları ayrıştırıcı-dağıtıcı noktaya taşımadan, seçimlere “ya hep ya hiç” boyutunda tayin edicilik atfetmeden; mücadeleye, sürece ve ilişkilere bütünlük içinde bakabilmektir.
Haziran Hareketi’ne yönelik olarak içeriden gelen eleştirilerden biri de 7 Haziran seçimleri öncesinde yeterince net bir tavır sergileyememesi ve bunun, anlaşılabilir nedenleri bulunsa bile, Hareket’i yıpratmış olmasıdır. Buradaki netlikten kasıt nedir? Eğer oy için bir parti işaret etmekse, Haziran bunu birden çok nedenle yapamaz, yapmamalıdır. Bu kıstas dışında, Haziran yeterince net bir duruş ortaya koydu. Bu bağlamda yıpranma sebebinin, net bir tavır sergileyememekten mi yoksa kimi bileşenlerin bütünlüğü gözetmeyen öznel tavırlarından mı kaynaklandığı üzerinde durulmalıdır.
Haziran bileşenleri içinden bir arkadaşımız, “Dikkat ederseniz, tartışmanın bir tarafı sürekli olarak sadece seçimlerle hiç bir sorunun gerçek anlamıyla çözülemeyeceğini söylüyor ve esas olarak başka bir şey söylemiyor” diyor ve “Yıllardır seçimlerin gerçek çözümler getireceğini söyleyen tek bir devrimci ile karşılaşmadığımız halde tartışmaların hep bu eksene sıkışmasına ‘insan bazen gerçekten hayret ediyor,” diye ekliyor. Gerçekten öyle mi? Etrafımıza dikkatli baktığımızda solun başka hiçbir tarihsel anda rastlanmamış boyutta seçimlere önem atfettiğini görürüz. Evet, arkadaşımız görmek istemeyip hayret etse de, “seçimlerin gerçek çözümler getireceğini” söyleyenler var; üstelik sayıları, kapsam ve etkileri hiç de az değil.
Görmek istememenin veya her şeye rağmen görememenin nedenleri üzerine tahlil yapacak değiliz. Ama “7 Haziran devrimi” dendiği, sandıktan devrimsel kokular ve tadlar alındığı, 7 Haziran sabahında yeni bir dünyaya uyanacağımız yönlendirmelerinin yapıldığı bilinmiyor olmayacağına göre, biz de, neden “hayret edildiğine” hayret ediyoruz. Ve asıl hayret verici olanı, tartışmanın bir tarafının, seçimlerle hiç bir sorunun gerçek anlamıyla çözülemeyeceği dışında “esas olarak başka bir şey söylemiyor” olduğunu iddia edebilmektir.
Mücadele, sabır ve ilkelerde ısrar gerektirir
Biz, devrimciliğin gerektirdiği sabırla bir daha söylüyoruz. Seçimler ne denli önemli olsa da temel alınmaz. Çünkü faşizm, AKP’den ibaret olmadığı gibi iktidar da parlamentoda değildir. Konjonktüre, koşullara göre seçime girilse de girilmese de faşizme karşı mücadele bir devrim sorunudur, uzun erimlidir. “Seçimde bir partiyi geriletmek” bu mücadelenin içinde güncel/sınırlı bir yer alabilir. Ancak bununla yetinilemez, bunun için pragmatizmi ve uzlaşmayı solun duruşunda temel eksen haline getirecek ilkesiz ilişkilere girilemez. Bu türden ilişkilerin “zorunluluk” tanımlanması, bir yanılsamadır; kısa erimli bakış açısının yanılgısıdır.
Bizimki gibi ülkelerde, hükümetler gidici faşizm kalıcıdır. Bu nedenle tehdit doğru tanımlanmalı, ona göre bir duruş ve teçhizatlanmaya gidilmelidir. Yani biz, seçimlerle hiçbir sorunun gerçek anlamda çözülemeyeceğini söylemekle yetinmiyor, başka çok şey söylüyor; mücadele alanlarının ve biçimlerinin çeşitliliğine dikkat çekiyoruz. Bu bağlamda Haziran, sistemin her noktasında itiraz ve alternatif geliştirmektir. Seçimden önce de seçimden sonra da bunu yapmaktır. Örneğin çeşitli nedenlerle içeriden ele geçirilmesi olanaksız olan, kazara ele geçirilse de işletilemeyecek olan parlamentonun dışarıdan kuşatılmasıdır. Hayatın her noktasında sitemin karşısına dikilebilmektir. Bu konuda eksik kalmak, yeterli olamamak farklı bir tartışma konusudur. Ama “bir şey söylenmiyor” anlamına gelmemektedir.
“Komünistlerin bütün olanaklarını zorlayarak, belirli ilkeler çerçevesinde ve Türkiye’de sosyalist hattı büyütmek üzere cesur bir adım atması gerekiyor” (abç) deniyor. Bu gerekliliğin tanımında bir sorun yok. Önemli olan, bunun nasıl sağlanacağıdır. Eğer kastedilen bağımsız adaylık ise, bunun söz konusu iddiayı karşılamaktan uzak bir araç olduğunu söylemeliyiz. Seçim bağlamında öne çıkmış öznelerin duruşundaki ilke-menzil ve perspektif problemine ise bugüne dek yeterince değinildiğini düşünüyoruz. Ancak, bir alternatif olarak söylemek gerekirse, Haziran’ın, gerek teşhir gerekse yolgöstericilik bağlamında yapacağı çalışmalar, bu kapsamda değerlendirilebildiğinde, bunun tam da o “cesur adım”a tekabül ettiği görülecektir.