Uluslararası sermayenin dünya ölçeğinde emeğe ve onun uzun süreli birikimine karşı saldırıya geçtiği, hemen her kazanımı geri almanın planlarını yaptığı günümüz koşullarında, dikkat çeken niteliklerden biri, işçi sınıfı örgütlülüklerinin, sahip olunan mevzileri direnmeden kaybeden bir çizgiye çekilmiş olmasıdır. Bu durum sadece mevzi kaybını değil, aynı zamanda bir direnme, hak alma veya hakta ısrar etme geleneğinin de kaybını beraberinde getirmekte; dünden bugüne uzanan direnme zincirini koparmaktadır. Bu, adeta sonraki rauntları da ipotek altına alanbir yenilgi halidir.
Bugün, konjonktürün verdiği avantajları da arkasına alarak saldırıya geçen sermaye güçleri karşısında kararlı bir duruş sergilenmesi halinde de belki kayıplar olacaktır; ama, o süreçte ortaya konan kavga ve dayanışma çizgisi, örnek olacak, hem karşı devrim güçlerini frenleyecek hem de benzer saldırılarla muhatap alma olasılığı olan kesimleri cesaretlendirecektir. Bugün işçi sendikalarında, bir oranda da kamu çalışanlarında sergilenen egemen duruş ise, sözünü ettiğimizin tersine, çatışmayı göze almayan, çalışanların kararlılığını ve başarıya olan inancını etkisiz eylemlerle ve zaman içinde aşındıran uzlaşma yoğunluklu bir çizgidir. Dikkat edilirse alana da çıkılsa, grev kararı da alınsa, sonuçta çalışanlar geri adım atmaya razı edilmekte ve sermayenin makro düzeydeki programı adım adım hayata geçmektedir. Bunda çeşitli faktörlerin payı var ise de en büyük/etkili rolü sendika yönetimlerinin oynadığını söyleyebiliriz. Örneğin Köy Hizmetleri’nin tasfiyesi ve SSK hastanelerinin devri sırasında, Tayyip Erdoğan ve işadamları kafilesi ile beraber Rusya’ya uçan Salih Kılıç’ın, SEKA’nın belediyeye devri sırasında, sahnede görünüp yine hamasi nutukları elden bırakmayan bir görüntü çizmesi, sendikalarda kronikleşmiş bir durumun tekrarıydı.
Mevcut sendikal anlayışta yönetim, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığını, pazarlıklarda arkasına alması gereken bir güç olarak değil, etkisizleştirilerek hizaya getirilmesi gereken bir güç olarak görmektedir. Bu da tekelci sermayenin ihtiyaç duyduğu sendika normuna denk düşmektedir. Gerçekte tekelci sermaye, bütünüyle sendikasızlığı değil, ehlileşmiş bir sendikal örgütlenmeyi tercih eder.
Bugün SEKA’da, PAŞABAHÇE’de veya geçmişte ZONGULDAK YÜRÜYÜŞÜ’nde yaşanan sorunlar, problemi aşacak çözümler üretmek yerine, kendiliğindenci gelişmeleri kutsamakla yetinildiğini gösteriyor. En yakın örnek olarak SEKA, gündeme geldiğinde, hemen tüm sol dergilerde, genel grev çağrıları başlamış ve sanki emekçilerin makus talihinin değişmekte olduğu izlenimi verilmişti.
Buradaki en önemli problem, geçmişte de rastladığımız türde, kitlenin yaptığı her şey doğrudur ön kabulü ile hareket etmek, başarı için devrimci önderliği şart görmemek ve sonuçta kendiliğindenliğe eklemlenerek onu kutsamaktır.
Bir kitle hareketinde (bu sendika veya farklı bir alan da olabilir), onu doğru hedeflere yönlendirecek devrimci bir önderliğin olup olmaması, sonuç üzerinde doğrudan etkili olur. Devrimci bir örgütlenmenin (öz örgütlenme) ideolojik önderliğinin yanında, söz konusu birime özgü bir örgütlenme de şarttır.
Bugün sendikalarda yaşanan örgütsüzlük/kimliksizlik 20 yıl öncesine dek uzanır. 12 Eylül faşist darbesi sonrasında solun aldığı örgütsel yaralar ve oluşan dağınıklık hızla sendikalara da yansımış, varlıkları devam etse de büyük oranda ideolojik kimliklerini yitirmişlerdir. 85’lere gelindiğinde hemen bütün sendikalar, eski CHP’lilere kaldı. DİSK, vb. sendikaların açılışının gündeme gelmesi sonrasında ise, eski yöneticilerin, mahkeme kararıyla, kapalı oldukları dönemde biriken maaşlarını yasal faizleriyle birlikte almaları, ortaya aristokrat bir kesim çıkardı. Buna siyasal konjonktürün dezavantajları da eklenince, sendikal hareket hızla gericileşti. Mevcut yapılar ve yapılan seçimler, belirli kişileri yönetime taşımanın bir aracı haline getirildi.
İşte bu koşullarda gündeme gelen SEKA’dan başarı çıkmayacağını bilmek için kahin olmaya gerek yoktu. İşini kaybetme dışında bir kaygısı olmayan, sınıf bilincinden yoksun bir kitle ile daha ileri hedefi olmayan bir sendikanın bir araya geldiği zeminden devrimci bir mücadelenin çıkma şansı yoktu. Ama, Türkiye’de her kitle hareketini kutsamayı görev edinmiş kesimler, bu zemine dair uç beklentiler içine girdi. Hatırlanacak olursa; Zonguldak yürüyüşü döneminde de, eğer Mengen köprüsü geçilirse Türkiye’de devrim olacakmış izlenimi verilmişti. Gerçekte ise o yürüyüşün de Ankara’ya ulaşmadan bitirileceği pek çok nedenle belliydi. O hareketi Ankara’ya taşıyacak ne örgütlülük ne de siyasi bir önderlik vardı.
Bu arada belirtmekte yarar görüyoruz ki, işçinin-emekçinin her koşuldaki haklılığı farklı bir konudur. Bizler haklılığı değil, haklılığın başarı için yetmediğini , örgütlülüğün ve doğru önderliğin şart olduğunu tartışma ihtiyacı duyuyoruz. Bu; Zonguldak, Paşabahçe, SEKA örnekleri için de bundan sonraki pratikler için de geçerlidir. Aksi taktirde yenilgiler, başarısızlıklar ya tekrar edecek ya da tersine, bu kez de partiden (öz örgütlenmeden)bütünüyle bağımsız sendikal örgütlenme modelleri önerilecek; ki bu da farklı bir probleme ve başarısızlığa işaret olacaktır.
ADANA EĞİTİM-SEN’DE NELER OLUYOR?
2003 Mayıs ayında yapılan iş yeri örgütlenme gezisi çalışmaları sırasında, içinde şube mali sekreterinin de bulunduğu üç kişilik gruptan iki üye yaptıkları gezi çalışması sırasında, mali sekreterin harcanan yakıt bedelinin üzerinde fatura aldığını iddia ederek, sözlü ve yazılı olarak şube yönetimine başvurdular. Şube yönetimi önce kayıtsız davranışlar sergiledi. Aradan 20-25 gün geçmesi üzerine aynı durumu yazılı olarak genel merkez kurullarına iletirler. Tam bu günlerde 16/06/2003 günü yönetim kurulu söz konusu güzergahta Keşif yapma kararı verir. 16/06/2003 günü içinde şube mali, hukuk ve örgütlenme sekreterleri ile olayı ortaya çıkaran üyelerin girişiminde bulunan komisyon aynı araç ile aynı bölgeyi tekrar gezerek olması gereken harcamayı 80.950.000 TL. olarak tespit eder ve tutanak tutar. Oysa; mali sekreter daha önce bu geziyi 180.000.000 TL. olarak faturalandırmıştır.
Bunun üzerine sendikadaki duyarlı grup ve bireyler yönetime, mali sekreterin ve yönetimin istifası için baskıyı arttırırken, yönetim kurulu derin bir sessizliğe bürünüyordu. Yönetim Eğirim–Sen’li Eğitim Emekçileri, Yurtsever Eğitim Emekçileri ve Adana’ya özgü Demokratik Sendikal Mücadele Platformu’ndan oluşmaktaydı. Temmuz 2003’ün ortalarına doğru Şube Mali Sekreteri istifa etmek zorunda kalıyor, şube yönetimi de kendisine yazılı olarak, gösterdiği başarılı çalışmaları ve örnek davranışı nedeni ile teşekkür ediyordu. Bu yazı Eylül 2003 sonuna kadar sendika panosunda sergileniyordu.
Eylül 2003’te yönetim dışındaki grup ve bireyler yaşananlar üzerine bir araya geliyor, OLAĞAN ÜSTÜ KONGRE istemiyle bir imza kampanyası başlatıyorlardı. Bu arada söz edilen Mali Sekreterin bir kırtasiyeciden sendika için yaptığı alımlar, karşısında fatura almadığı ve bu alımların başka yerlerden faturalandığını bir üye belgeliyor ve yönetime dilekçe ile soruyordu. Bu alımların faturası nereden ve nasıl alınmıştır? sessizlik sürüyor. İmza kampanyası 180’nin üzerinde bir delegenin imzası ile bitiriliyor ve yönetime, Genel Merkez’e teslim ediliyor. Tüzüğümüz gereğince 650 delegenin ½20’si olan 130 imza olağanüstü Kongre için yeterlidir. Şube yönetimi hemen harekete geçiyor ve imza veren delegelere tehditten şantaja varan yöntemlerle imza çektirme yolunu tercih ediyordu. Bunda yer yer başarılı da oluyordu. Ancak burjuva hukuğuna göre bile süreç imzaların teslim edilmesiyle başlar, geri dönüşü/ döndürülüşü olanaksızdır. Buna rağmen Can hiraş tabir edilen halk deyişiyle bu yönteme sarılınılmıştı. Genel Merkez Yönetim Kurulu da tüzüğümüzün falan maddesine göre talebimiz uygun görülmemiştir diyemiyor, sürecin ağır olması, birlik ve beraberlik gerekliliği gibi duygusal ve hukuk dışı bir yolla yanıt vermeyi tercih ederek keyfi bir durumu/tutumu seçiyordu.
Aralık 2003’te Şube Yönetimi yeni bir saldırıya geçiyor ve sendikada çalışan ki, biri sigortasız, iki çalışanı güncel yaşamda sıkça duyduğumuz işveren vari bir yöntemle yarın gelmiyorsunuz diyerek işten attı. Bunun üzerine çalışanlardan biri sendikada olayı protesto eden bir basın açıklaması yaptı. Duyarlı devrimci–demokrat üyeler bu hukuksuzluk nedeniyle bu basın açıklamasına destek verdi ve katıldı. Yöneltilen suçlama ve nedenler hiçbir hukuki norm ve kritere uymuyordu. Bunun üzerine yönetim de boş durmadı. Basın açıklamasına katılan devrimci-demokrat belirli üyelere soruşturma açtı. Suç basın açıklamasına katılmak! 325 imza toplanarak çalışanların hukuksallık dışında işten atıldığı ve geri işlerine döndürülmeleri gerektiğini belirten dilekçe yönetime iletildi. Çalışanlardan biri dava açarak mahkeme kararıyla işe iade edildi. Ancak bu kez tazminatı ödenerek işine son verildi.
08.01.2005 tarihinde toplanan Gn. Mrk. Disiplin Kurulu 10.01.2005 tarih ve 2005/900/4 sayılı: ikisi şubemizde yolsuzluğu ortaya çıkaran üyeler olmak üzere 6 üyeye asılsız ve gerçek dışı ithamlarla Şube ve merkez kurallarımızı meşgul ettikleri, Şube organlarında görev almış yöneticileri zan altında bırakan ve kişilik haklarına yönelen saldırılarda bulunarak sendikaya maddi manevi zarara uğrattıkları, örgütlenme çalışmalarını aksattıkları, üyeler arasında güvensizlik yaratmak suretiyle istifalara sebebiyet verdikleri KANAATİNE varılarak diye devam eden kararla 1 ile 4 ay arasında değişen ÜYELİĞİN ASKIYA ALINMASI cezası verildi. Ancak bu cezalar üyelere 20-23 Mart 2005 tarihleri arasında tebliğ ediliyordu. Tüzüğe göre Gn. Mrk. Disiplin Kurulu’nda itiraz edebiliyordu. Ceza alan üyeler, 24. Mart.2005 günü sendika binasında tüm engelleme çabalarına karşın bir basın açıklaması yaptılar. Şube Yönetimi de boş durmadı. Bu üyeler hakkında basın açıklaması yapmak suçlamasıyla yeni bir soruşturma açtı. Öyle aceleleri vardı ki soruşturma açıp savunma istedikleri üyelerin üyelik haklarını askıya alındığını ya unutmuşlar ya da hukuksuz uygulama yapma dosyalarına yeni bir sayfa eklemek istemişlerdi.
Ceza alan üyeler tüzük gereği itirazda bulunmak üzere Gn. Mrk. Kongresinin ikinci günü olan 26.Mart2005 tarihinde Ankara’ya gittiler. Durumlarını ve itirazlarını belirten bir dilekçeyi Divan’a sunmak istediler. Divan tüzük ve disiplin yönetmeliğine rağmen delege olmadıkları gerekçesiyle dilekçeyi kabul etmedi. Bunun üzerine duyarlı devrimci–demokrat delegelerin imzalarıyla dilekçe divana sunuldu. Alışılmış kongre geleneklerinin dışında bir yöntem uygulaması nedense– yapıldı. Bir bütün olarak okunup ibra edilmesi gereken, Gn. Mrk. Organları Faaliyet Raporlarından verdiği karar nedeniyle itirazlara neden olan Disiplin Kurulu Faaliyet Raporu diğerlerinden ayrılmış, araya 123 konuşmacı alınarak en sona bırakılmıştı. Konuşmacılardan sonra akşam saat 21.00-21.30 civarında Disiplin Kurulu Faaliyet Raporu okunmaya başlandı. Konu ilgili ceza bölümüne geldiğinde, ceza verilen üyeler, söylenenlerin gerçeği ifade etmediğini madde üzerinde kongreye bilgi ve belge sunmak istediklerini yüksek sesle ifade ettiler. Bu istemleri kabul edilmedi. Bunun üzerine durum fiili olarak salona anlatılmaya ve belge– bilgiden oluşan dosya salona dağıtılmaya başlandı.
Salona Hukuksuz bir biçimde verilen cezaya karşı savunma haklarının ellerinden alınarak yargısız infaz yapılmaya çalışıldığını haykırdılar. Bunun üzerine söz alan bazı delegeler de destek konuşması yaptılar. Bu tartışmalar yaklaşık iki–iki buçuk saat sürdü. Bunun üzerine genel başkan kongreden sonra Adana’ya gelme ve konuyu yeniden inceletme sözü verdi. Bu koşullarda cezalar kongrenin oyuna sunularak onaylatıldı. Parmak demokrasisine gerçek demokrasi anlayışı bir kez daha yeğ tutulmuştu.
Nisan 2005 başlarında genel başkan dediğini tuttu ve Adana’ya geldi üyelerle yapacağı toplantı öncesi ceza alan üyelerle bir toplantı yaptı. Bu toplantıda ceza alan üyelerden,tartışılan konuları toplantı salonuna taşımamalarını, yürütülen aynı suçları biz de işliyor aynı cezaları biz de istiyoruz içerikli imza kampanyasının sonlandırılmasını talep ederek konuyu yeniden inceleteceğini
yineliyordu. Buna karşın ceza alan üyeler bağımsız bir komisyon kurulmasını ve olayın bu komisyon tarafından araştırılarak gerçek suçluların cezalandırılmasını talep ettiler. Uzlaşma sağlanamadı, bunun üzerine o güne kadar değişik nedenlerle–kaygılarla dar bir kitle içinde yürüyen tartışmalar salona taşındı. Söz alan sözde cezalı üyeler cezalandırılma gerekçesi olarak belirtilen iddiaların Şube Yönetimince kanıtlamasını istemelerine rağmen tüm ısrarlarına karşın yanıt alamıyorlardı. Dikkat çekici soruları şöyleydi:
Üye istifasına neden olduğumuzu iddia ediyorsunuz. Hangimizin iş yerinde bugüne kadar bir tek istifa olmuştur ? Yanıt: YOK
Yolsuzluğun tespit edildiği tutanağın altındaki imzalar, Şube Sekreterlerine mi aittir ? Yanıt :YOK Şube başkanına darp ettiğimiz iddia ediliyor, tanığı ya da raporu var mıdır? Yanıt : YOK
Şube ve Genel Merkez Kurullarının çalışmasını,araştırma yapmasını istemek ne zamandan beri suçtur? Yanıt : YOK
O zaman bu cezaların dayanağı nedir ? Yanıt : YOK
Tüm bunlara karşın söz alan bazı muhataplar da ya duygusal ya da provokatif savunmalar yapmaya çalıştılarsa da etkili olamadılar. Salonu gerip, olayı kapatmaya çalıştılar. O da tutmadı. Sonuç olarak demokrasi mücadelesinin bir bileşeni olan örgütümüzün kendi içindeki demokrasi işleyişi ve hukuk uygulamaları traji-komik bir seyir izlemekte.
Önemli birkaç ayrıntıyı da şöyle sıralayabiliriz:
Bundan önceki dönem Genel Merkez Disiplin Kurulu’nun üç üyesinden biri Eğitim–Senle Eğitim– Emekçileri grubundan, biri Sendikal-Birlik grubundan, biri de Yurtsever-Eğitim Emekçileri grubundan oluşuyordu.
Genel Merkez Disiplin Kurulunun bir üyesi,Eğitim Senli, Eğitim Emekçilerinden olan üye Adana’dan seçilen üye olup yolsuzluk yapan Mali Sekreterin yakın arkadaşıdır.
Buradaki yolsuzluk olayının bir benzeri hemen hemen aynı dönemlerde Samsun Şubede de yaşanmış, orada da yolsuzluğu yapan Sendikal–Birlikli, olayı ortaya çıkaranlar D.S.D grubundan olan üyelerdir.
Bu olayda da ne gariptirki,yolsuzluğu ortaya çıkaran D.S.D’li üyeler aynı disiplin kurulu tarafından cezalandırılmıştır.
Geçen dönem Adana’da üç yıllık sürecin 18 ayının sonunda yolsuzluk yapan Mali Sekreter istifa ederken kasayı yeni Mali Sekretere yaklaşık 1.000.000.000 TL. ile devrederken devralan yeni Mali Sekreter yine 18 ayın sonunda kongrede kazanan şu anki Mali Sekretere kasayı yaklaşık 32.000.000.000 TL. ile devretmiştir. Aradaki fark bize bir şeyleri düşündürüyor, herkese de düşündürmelidir.
Biz yukarıdaki verilerden sonra Sendikal–Birlik ve Eğitim-Sen’li Eğitim Emekçileri’nin taşlarını bir yerlere oturtabiliyoruz. Yurtsever-Eğitim Emekçilerinin taşını şimdilik düşünüyoruz, sadece…
Eğitim–Sen Genel Merkezi olanları seyrediyor/seyretmeyi tercih ediyor. Acaba NEDEN ? bize bir şeyleri çağrıştırıyor, ya size...
ÜRETEN BİZİZ,YÖNETENDE BİZ OLACAĞIZ!!! SÖZ,YETKİ,KARAR,İKTİDAR HALKA!!!
ADANA EĞİTİM-SEN DEVRİMCİ ÖĞRETMEN
Sayı 17 (Mayıs – Temmuz 2005)