Son günlerin en yaygın tartışma konularından biri de hiç kuşkusuz AKP’nin kesintili eğitim yasasıdır. Gündemin bu kadar sıcak sorunlarla yüklü olmasına rağmen bu sorunun yakıcılığını korumasının birçok sebebi var. Bu yasa, her şeyden önce yoksul halkın yaşamına bire bir müdahale olması nedeniyle gündemdeki yerini uzunca bir süre koruyacağa benziyor. Peki, yeni eğitim yasası ne gibi değişikliklere yol açacak? Bu soruya iki boyutuyla bakmakta yarar vardır. Birincisi uygulamanın yaratacağı aksaklıklar ve rahatsızlıklar ki bu bölüm yakın vadeli sıkıntıları içermektedir. İkincisi ise uzun vadeli olanı yani eğitim politikasıyla ilgili bölümdür.
Yürürlüğe konulan kesintili eğitim yasasının dikkat çeken ve en çok rahatsızlık yaratan uygulaması, çocukların 5,5 yaşında zorunlu eğitime başlatılmasıdır. Bedensel ve ruhsal gelişimini tamamlamamış çocukların okul ortamına sokulması, bu çocukların okulu sevmeyeceklerini ve hayatla sorunlu hale geleceklerini görmek için eğitimci olmaya dahi gerek yoktur. Henüz küçük kas gelişimini tamamlamamış ve kalem tutmakta başarısız olacak çocuklardan birkaç ayda okuma-yazma beklentisi de ayrıca işkencenin diğer adı olsa gerek. 6 yaş uygulamasının bile tartışma konusu olduğu ortamda 5,5 yaşı zorlamanın hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Bu grup çocukların öz bakım becerisinden yoksun oluşları da dikkate alındığında, altını ıslatma başta olmak üzere iz bırakacak sorunlar yaşamalarına yol açacaktır.
Okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak ve hatta zorunlu hale getirmek gerekirken, okul öncesi kurumların karşılaması gereken eğitim, ilkokula havale edilmektedir. Peki, bunca tepkiye rağmen okula başlama yaşının erkene alınmasının sebebi ne olabilir? Bizce iktidar her şeyden önce çocuk emeğini bir an evvel sermayenin hizmetine sunmak istemektedir. Tabi bunun yanında sosyal açıdan da sebepleri olsa gerek. Ergenlik çağına gelen kız çocuklarını bir an önce karma eğitimden koparmak istediği yönündeki görüşler de yabana atılır gibi değil doğrusu.
Mevcut yasa için hiçbir alt yapı hazırlığının yapılmadığı da anlaşılmaktadır. Kalabalık sınıflar ve ikili ( sabahçı-öğlenci) eğitim hala varlığını korurken yeni uygulamayla bu sorunlar en az iki kat artacaktır. Ders yükünün artması ve sabahçı- öğlenci uygulaması öğrencilerin sabah güneş doğmadan ders başı yapmasını, akşamları da karanlıkta okuldan ayrılmasını beraberinde getirecektir. Bunun yanında okulların ilkokul, ortaokul ve imam hatip ortaokulu olarak ayrılması binlerce öğrencinin uzak okullara gitmesini beraberinde getirecektir. Dolaysıyla bu durum, velilere servis ücreti ve güvenlik sorunu olarak da yansıyacaktır. Ülke genelinde sayısı şimdilik yüzlerle ifade edilen imam hatip ortaokullarında ise en az üç yıl boyunca eksik sınıflarla eğitim yapılacak. Yani imam hatip ortaokullarında 6,7 ve 8. Sınıflar olmayacak. Bir tarafta derslik ve öğretmen sorunu yaşanırken bu okullarda derslikler boş bekleyecek.
Kesintili eğitim yasası yalnızca öğrenci ve veliler açısından sorunlar yaratmıyor. Aynı zamanda öğretmenler açısından da sıkıntılı bir süreci işaret etmektedir. Beşinci sınıfların ortaokullara kaydırılması, ilkokul öğretmenlerinde fazlalığa, ortaokul öğretmenlerinde de eksikliğe yol açıyor. Norm fazlası durumuna düşecek yaklaşık 50 bin sınıf öğretmeninin yerleri değiştirilecek.
Dolaysıyla hem öğrenci hem de öğretmenleri fiili bir sürgün bekliyor. Başka bir ayrıntıdan daha söz edecek olursak, önceki uygulamada 4. Sınıflarda okutulan yetenek derslerine( beden eğitimi, görsel sanatlar ve müzik) ve İngilizce derslerine ilgili branş öğretmenleri girmekteydi. Okulların ayrılmasıyla birlikte bu alanlardaki öğretmenlerin de ders yükünde azalma ve norm fazlası duruma düşme durumu yaşanabilinecektir.
Velileri ilgilendiren bir diğer konu da parasız eğitim güvencesinin kaldırılmasıdır. Önceki uygulamada 1739 sayılı yasanın 22. Maddesinde ifadesini bulan “ilköğretim kız ve erkek bütün çocuklar için zorunludur ve devlet okullarında parasızdır” ibaresi kaldırılmıştır. Bu yasa hükmüne rağmen okullardaki ticarileşmenin geldiği boyut düşünülürse, bu hükmün kaldırıldığı ortamda piyasalaşma ve imkan eşitsizliği uç noktalara sıçrayacaktır. Yeri gelmişken bir kavram bulanıklığını da burada ortadan kaldırmak gerekiyor. Yasal düzenlemelerde fırsat eşitliği olarak dile getirilen konu, aynı sınava girme eşitliğini dile getirmektedir. Oysa aslolan imkan eşitliğini sağlamaktır.
Bugüne kadar AKP tarafından hazırlanan yıkım yasalarında göze çarpan bir hukuk tekniği kullanılmaktaydı. Yıkım yasalarına karşı oluşacak tepkileri azaltmak için kamuoyu önceden hazırlanırdı. Ama bundan daha önemli taktikleri ise ölümcül değişiklikleri gölgelemek için magazine olacak ve herkesin hoşuna gidecek bir yasa maddesi konulurdu. Örneğin torba yasaya vergi borcu affını yerleştirmek gibi. Oysa bu ataklarında buna da ihtiyaç duyulmamış, toplumun tüm kesimleri hiçe sayılarak adeta zorbalığını perçinlemiştir.
AKP’nin bu yasada bu kadar aceleci ve katı olmasının sebeplerini anlamak aslında uzun vadeli beklentilerine de açıklık getirecektir. Kuşku yok ki iktidarın bu eğitim sisteminden beklentileri halk açısından geleceğin karartılması anlamına geliyor.
Eğitimin içeriği egemen sınıfların ihtiyaçlarına göre şekillenir. Yeni eğitim sistemini anlamak için sermayenin ne istediğini anlamak gerekiyor.
Küresel çapta emperyalistler arası pazar savaşında öne geçmenin tek yolu emeği ucuza getirmekten geçiyor. BRIÇ olarak adlandırılan ülkelerdeki ucuz emek, pazar savaşında özellikle Çin ve Rusya’yı avantajlı hale getirmiştir. Başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler rekabet gücünü arttırabilmek için ucuz üretim üslerine ihtiyaç duymaktadır. Bu üslerden biri de Türkiye’dir. Ulusal İstihdam Paketi ve bölgesel asgari ücret uygulamalarıyla yeni eğitim sistemi yan yana düşünüldüğünde, birbirini tamamlayan unsurlar olduğu görülecektir. Ucuza üretilen malların dünya pazarına Türkiye gibi açık denizlere kıyısı bulunan bir yerden ihracı ise uluslar arası tekeller için ayrıca bir avantaj oluşturmaktadır.
Kesintili eğitim, okullaşma oranını düşürecek ve en ucuz olan çocuk emeğini piyasaya sürecektir. ( Bu arada yasanın ilk hazırlığında yer alan, ilkokuldan sonrası açık öğretimle tamamlanır hükmü şimdilik kaydıyla kaldırılmıştır. İlk fırsatta gerekçeleri yaratılarak birinci 4’ten sonrası açık öğretime havale edilecektir.) Bölgesel asgari ücret uygulamasında çocuk emeğinin ön sırada yer alacağından kimsenin kuşkusu olmasın. İktidarın hazırlıkları arasında yer alan meslek liselerini patronlara devretme gayretini de burada belirtmekte fayda var.
En sık rastladığımız yöntem hatalarından birisi de sosyal olguları ekonomik gidişattan bağımsız ele almaktır. Konumuz bağlamında en yaygın kanaat, AKP gericidir dolaysıyla dinci/gerici bir eğitim sistemi oluşturdu biçimindedir. Yeni sistemin dinci/gerici olduğu doğrudur ancak bu durum iktidardaki kişilerin tercihlerini aşan bir genişliğe sahiptir. Nasıl ki AKP’nin kendisi sistemin bir ihtiyacı ve sonucuysa, dinci/gerici eğitim modeli de sistemin bir ihtiyacı ve sonucudur. Ayrıca din ve gericilik sınıflı toplumlar tarihinde hep egemenlere hizmet etmiştir.
Günümüzde de İslami akımların sermaye ve emperyalistlerle kol kola oluşunu başka türlü açıklamak mümkün değildir.
Bilimin okullardan kovularak yerine dinsel eğitimin yerleştirilmesinin sermayeye ne gibi bir yararı vardır? Bu sorunun yanıtı biraz da sosyal psikolojinin alanına girmektedir. Kısaca açıklamak gerekirse; biat kültürüyle yetiştirilen kuşakların sorgulama yeteneklerinin olmayacağı açıktır. Dünyada yaşanan sıkıntıları kader olarak algılayan ve mutluluğu ahirete saklayan kuşakların, ne iş güvencesi talebi olacaktır ne de açlık ve işsizliğe isyanı söz konusu olacaktır.
Dolaysıyla sömürü ve baskılara itiraz etmeyen, düşünmeyen ve sorgulamayan bir kuşak en çok egemenlerin işine yarayacaktır. Var olan cemaat ilişkileri içinde yer alan insanlar, nasıl ki iradelerini okyanus ötesine teslim ediyorsa dinsel gericiliğin arttırıldığı bu eğitim sisteminden de bu sonuç beklenmektedir. Ancak iktidarın tüm hazırlıklarına karşın açlık ve yoksulluk kitlelerin memnuniyetsizliğini artıracaktır. Doğal olarak devrimcilerin de payına düşen dünyevi sorunlara çareler üretmektir.
Herkesçe bilinir ki kapitalist sistemde emekçiler her geçen gün geçmişini özler. Tam da burada devrimcilerin görevi, geçmişini özleyen kitlelere, geleceği elle tutulur somutlukta göstermekten geçiyor.
Halkın iktidarında eğitimin nasıl olacağını çerçevesiyle tarif etmek gelecek umudunu canlandırmak açısından önemli bir yere sahiptir. Geleceğin reçetesini yazmak ne denli yanlışsa, bugüne protestoculukla sınırlı muhalefet etme anlayışı da bir o kadar eksiktir. Buradan hareketle çocuğu eksen alarak eğitimin şemasını çıkartacak olursak şunları sıralamak ve tartışmak başlangıç olabilir kanaatindeyiz:
Her şeyden önce çocuk doğumundan itibaren iki yaşına kadar anneyle birlikte yaşamalıdır. Bu arada anne iki yıl boyunca ücretli izin kullanabilmelidir. Bu süreçten sonra yedi yaşına kadar kreş ve okul öncesi eğitim kurumlarından ücretsiz ve eşit imkanlarla hayatı tanımaları sağlanmalıdır.
Temel eğitim diye tanımlayacağımız sekiz yıllık eğitimin asıl amacı ise çocuğun ilgi ve yeteneklerini açığa çıkartarak gelişimine uygun ortam hazırlamak şeklinde tasarlanabilir. Bu süreçte çocuk; zihinsel, bedensel ve ruhsal açıdan bir bütün olarak ele alınmalı ve yarıştırmacı/elemeci mantıktan uzak tutulmalıdır. Daha ziyade hayatta herkes için gerekli olan bilgi ve beceriler kazandırılmalıdır( yüzme, trafik, doğa ve tarım faaliyetleri vb. uygulamalı olmalıdır). Nota dayalı olmayan ölçme teknikleri sonucu elde edilen verilere dayalı olarak lise eğitimine yönlendirme yapılmalı, burada çocuk ve velinin görüşü mutlaka alınmalıdır.
Eğitim, her aşamasında hayatla iç içe olmalıdır. Okulların fiziki yapısından programın içeriğine kadar her şey yaşamın ihtiyaçlarına göre şekillenmelidir. Eğitimin hiçbir aşamasında elemeci sınav olmamalı herkese üniversite eğitim olanağı sunulmalıdır. Belki burada direkt insana yönelik olan mesleklerde ( eğitim, sağlık) bir seçicilik gerekli olabilir.
Alternatif bir eğitim sistemini dile getirmenin ve giderek somutlamanın mücadeleye ivme kazandıracağını düşünüyoruz. Ancak mevcut gericiliğe karşı güç oluşturmak için yeterince neden olduğunu da unutmamak gerekir.
AKP tarafından aceleyle yasalaştırılan kesintili eğitim modeline karşı mücadele asıl şimdi başlıyor. İnsan karşıtı bu modelin tüm aksamalarına ve olumsuzluklarına karşı mücadele araç ve yöntemleri geliştirilmelidir. Tek tek mahallelerde ve okullarda yaşanan sorunlara karşı oluşan tepkiler merkezileşen mitinglere evirilebilir. Okulların açılacağı Eylül ayı bölgesel mitinglerle karşılanmalıdır. Bu kitlesel mitinglerde öğrenci, öğretmen ve veliler buluşarak, sermaye ile gericiliğin ortaklaşa oluşturdukları çarkın kırılacağını haykırmalıdır.
Sayı 37 (Ağustos – Ekim 2012)