Siyaset kirli(mi)dir?
Kahvehane köşelerinde yapılan futbol tartışmaları/sohbetleri ayarında seçim çalışmalarına tanık oluyoruz. Felsefe için Lefebvre, “parçalı düşünceleri ve ayrışmış bilgileri birbirine bağlayan şeydir.” tanımlamasını yapar. Bu zeminde felsefesini yitirmiş, kendi inanmadığı şeyleri savunan (psikolojideki karşılığı kişilik parçalanmasıdır) kişi, parti ve yapılarla karşı karşıyayız. Bu durum özetle, burjuva siyaset tarzının hemen herkesi etkisi altına aldığının veya hemen herkesin bu tarzı tercih ettiğinin ifadesidir.
Halka siyasi gerçekleri açıklaması ve en gerçekçi olması gerekenler, birbirini yalancılıkla suçluyor. Yalan, temelsiz iddia ve vaatler zaten burjuva siyasetin, çalışma tarzının başat olgularıdır. Onlar yani burjuva düzenin devamını sağlamakla yükümlü kadrolar, her türlü kötülüğün kaynağı bu sistemi savundukları için siyasetleri yalan, şişirilmiş vaat, kandırma vb. üzerine bina edilir; dolayısıyla da siyasetleri kirlidir. Hatta bu kirliliği kimileri, kelime kökünün seyislikten yani gütmekten geldiği tezine de dayandırır; yalan, dolan, kandırmaca vb.ni “normal”leştirirler. Bu, sınıf nitelikleri gereği anlaşılır bir durumdur. Onlar için, halk siyaset yapmaz; halk sadece oy verir ve seçilen uzmanlarca yönetilir. Bu nedenle de burjuva bir partinin kendi programını halkın programıymış gibi göstermesi, “köprüyü geçene kadar” halka şirin görünmesi, sınıf kimliği bağlamında anlaşılır bir durumdur.
Her şey politiktir, siyaset halkın işidir, önemli olan parlamento değil halkın meclisleridir vb. düşüncelere sahip olan, bu içerikteki değer dizilimine bağlı kalmak üzere sol, sosyalist, devrimci vb. tanımlarla hareket eden yapılara gelince; büyük çoğunluğu, yukarıda verdiğimiz futbol örneğine benzer şekilde, “seçim piyasasının metalaştırdığı alan içinde prim yapan, para eden ne varsa ben de onu sahaya sürer, çalışmamı bu perspektifle bunun üzerinden yaparım” dercesine hareket etmektedir. Bunu, gösterilen adayların niteliğinden verilen vaatlere, kullanılan üsluptan vekilliğe yüklenen anlama kadar pek çok veriyle izlemek mümkün.
Gerçekte ise birincisi toplumsal kurtuluş ve özgürlük için yola çıkanların ne tarzı ne argümanları ne de yolu kirli olamaz. Onlar, sınıflı toplumun tüm evrelerinde değerleri, mücadeleleri ve ütopyalarıyla egemen sınıfların tanımlarının dışında ve karşısında olmuştur. Gerçekte bu, Mazdeklerin, Karmatilerin bıraktığı komünal mirası hafıza edinerek Paris Komünü idealleriyle yürümektir; zorbaya ve temsilcilerine benzeyerek değil tam karşısında durarak YOL almaktır.
İkincisi, değerleri bulanmamış, pusulasını yitirmemiş her devrimcinin göreceği gibi dünya ölçeğinde sınıflar mücadelesinin bugün geldiği boyut, sınıf karşıtlarına öykünmeyi değil doğru araçlarla teçhizatlanarak ve bilinçle donanarak örgütlü bir karşı duruş geliştirmeyi, temsil edilen değerlerde ısrarcı olmayı gerektiriyor.
Ne oluyor, neden?
Burjuva siyaset ile sol öznelerin yürüttüğü siyaset arasındaki fark çizgisinin bu denli incelip şeffaflaştığı bir seçim bugüne dek olmadı. Peki bunun nedeni nedir? 14 Mayıs seçimlerine verilen ve büyük ölçüde kabul gören önem, bu tür bir çalışmaya sebep sayılabilir mi? Bu soruya olumlu yanıt vermek zor. Hatta tersine, bir taraftan bu seçime “tarihin en önemli seçimi” denildikten sonra aynı önemin Meclis’teki gereği olarak oy kullanılması gerekirken, kendi adayını gösteren, kendini saydırmaya önem atfeden duruşlar/yapılar gördük.
O halde sorun nedir? Açık ve tabii dostça söylemek gerekirse uzun süredir sandık dışında kalan alanda nasıl siyaset yapılacağını ya unutmuş/bilmeyen ya da bu alandaki çalışmanın önemine/gerekliliğine inancını yitirmiş, reel politiğe teslim olmuş bir devrimcilik anlayışı ile karşı karşıyayız. Eğer dünya ölçeğinde yaşanan değişime bağlı olarak sosyal demokratların burjuva siyasal yelpazede terk ettiği yere aday olunuyorsa bilinmek durumundadır ki bunun söz konusu burjuva taklitçisi öznelerin ne kendine ne de halka yararı olacaktır.
Bizler, “tarihin en önemli seçimi” tanımına katılmasak da 14 Mayıs seçimlerinin öneminin bilincindeyiz. Ancak bu önemin ve yaşanabilecek nöbet/rol değişikliğinin, çeşitli değerlendirmelerimizde söylediğimiz gibi sınırlarının bilinmesi, dolayısıyla da abartılmaması, 15 Mayıs’tan itibaren sürecin devrimcileri sahaya neden ve nasıl çağıracağının bilincinde olunması, yanlış yerde saf tutmayı da donanım ve teçhizat sorunu yaşamayı da önleyecektir.
Gramsci’nin deyişi ile ‘eskinin ölmekte olduğu ama yeninin henüz doğmadığı’, bir süreçten bahsedeceksek; uzun süredir böyle bir durumun olduğunu söylemek mümkün. Ancak bunun kendiliğinden sonuç vermesini veya sermayenin insafa gelmişçesine kemer gevşetmesini, halkçı/kamucu politikalar izlemesini beklemek saflık olur.
Mücadele diyalektiği, gereklilikler ve sorunlar
Seçimlere sınırlı bir zaman kaldı. Ancak keskinleşen sınıflar mücadelesi sebebiyle, her günün hatta her saatin önemi var. Mesele tek başına seçim değil. Seçimi önceleyen süreçte yaşayacağımız 1 Mayıs, halkların örgütlü gücü açısından büyük önem taşıyor.
Erdoğan’la ifadesini bulan iktidarın henüz tükenmeyen plan ve imkanları var. Olası planların hepsi başarısız olur ve Erdoğan iktidarı devretmek zorunda kalırsa; mevcut dünya konjonktüründe, sermaye çatışması zemininde ve sermaye güçlerine sözler vererek, kendini kabul ettirerek bu aşamaya gelmiş çok partili bir burjuva koalisyon koşullarında değişim, restorasyon ne denli halktan/emekçilerden/ezilenlerden yana olur? Bunu, moral bozmak veya seçimi önemsizleştirmek için değil; aksine süreci ne kadar donanımlı ve bilinçli karşılamak gerektiğine dikkat çekmek için soruyoruz.
Bugün artık insan kendi yanılgısını, kendi tembelliğini, kendi umutsuzluğunu ve mutsuzluğunu üretiyor. Burjuva tadilat değil devrim bile hafife alındığı için, değişim emeksiz-zahmetsiz beklendiği veya devrimsel değişimlere bir oyla varılacağı varsayıldığı için, umuda hayal kırıklığı potansiyelinin eşlik ettiğini söylemek abartılı olmayacaktır. İşin üzücü ve düşündürücü tarafı, sol dahil toplumun tüm kesimlerinde bir kolaycılık, bir hafife alma ve daha da önemlisi iktidara veya burjuva partilerine öykünme var.
Anımsanacak olursa, önce seçimlere en az 2 yıl varken, ülke seçim sürecine girmiş gibi davranıldı. Sonra da dünyada olup bitenlerden habersizmiş veya bunun önemi yokmuş gibi sadece ülkeden; mücadele zemini olarak sadece sandıktan ve oydan söz edilir oldu. Anketlerle yatıp anketlerle kalkıldı. Dilimize, yöntem ve ufkumuza “simülasyon” diye bir kavram girdi. En az 150-200 yıllık birikim ve geleneklere sırt çevrilerek, günü kurtarma adına burjuva siyaset tarzının hemen tüm araç ve yöntemleri, onlarla yarışırcasına kullanılır oldu. Düne kadar “faşizm bir devrim sorunudur” diyenler, faşizmin gitmesinden, gönderilmesinden bahseder oldu. Yani devlet biçimi olan ve 70 küsür yıldır kurumsallaşmış olan faşizm bir anda AKP ile özdeşleştirildi ve onun gitmesinin faşizmin gitmesi anlamına geleceği tespiti yapıldı.
İlk kez devrimcilik iddialı yapılar sandıkta burjuva partilere bu denli yaklaştı ve solu sol yapan değerlerden bu denli uzaklaştı. Dolayısıyla, tarihsel birikim ve değerleriyle bağları kopmuş, varoluşsal boşlukları büyümüş sol görünümlü yapılarla karşı karşıyayız. “Ben, halkın en geri yanlarına sesleneceğim. Amacım bilinç ve dönüşüm oluşturmak değil, dikkat çekmek ve oy artırmak” biçiminde özetlenebilecek, “biz”i yok sayma pahasına tercih edilen bu “ben” yoğunlaşması, devrimci siyasal çalışmanın ancak karikatürü olabilecek yöntemlerle yol alınmaya çalışılması, bugün politik değil psikolojik kazanımlar sağlıyor olabilir; ama üzülerek söylüyoruz ki sonucun psikolojiyi de bozan etkiler yaratması bizleri şaşırtmayacaktır.
Siyasetsizlik mi burjuva siyaset mi?
Kısaca aktardığımız gibi seçim siyaseti zemininde yaşanan çok özneli, çok bileşenli tablo kafaları karıştırmış durumda. Tabii bunda, solun önemli bir kesiminin her şeye burjuva siyaset zemininden bakar hale gelmiş olmasının da rolü var. Mevcut durum, kimilerine “siyasetsizlik” tanımı yaptırsa da ve hatta bazı yapılar için, özellikle solda duran kimi yapılar için, siyasetsizlikten söz edilebilse de bunu örneğin CHP ve Kılıçdaroğlu için söylemek büyük bir yanılgı olur.
Kılıçdaroğlu, kendisini IMF’yle pazarlıklar yürütmekle suçlayan Erdoğan’a, “IMF’yle görüşmüyoruz. İktidarımızda IMF’ye de tefecilere de başvurma niyetimiz yok. Türkiye’yi dilenciye çeviren Erdoğan. Bütün bunları düzelteceğiz” yanıtını verdi. Kılıçdaroğlu’nun sözünü ettiği ve “temiz para” olarak yansıttığı 300 milyar dolar, emperyalizm tarafından kendisine hibe edilmeyecekse ki bunun ancak şakası olur; ortada IMF’siz IMF biçiminde bir ilişki olduğu; IMF programlarının yani faiz artışları, kemer sıkma politikaları ve benzerinin kaçınılmaz olduğu görülüyor. Dolayısıyla planlanmış, uluslararası boyutları olan, hatta ABD, AB, İngiltere ve TÜSİAD’dan icazet almış bir siyasetten söz edebiliriz.
Kılıçdaroğlu’nun halkta rıza oluşturmak üzere birtakım beklentileri okşamasını bir kenara bırakacak olursak, planlanmış bilinçli bir siyaset yapıldığını gerek kendisinin gerekse arkasına aldığı güçlerin bu bilinçle hareket ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ayrıca bir başka yazıda değerlendirmek üzere, Kılıçdaroğlu’nun vaatlerinin neden sistem gerçekliğini ve devrim bilincini gölgeleyen bir rol oynadığını, üretim üssü vaadinin ne anlama geldiğini değerlendirmeyi önemsediğimizi -şimdilik- altını çizmekle yetineceğiz.
Aslında dünya konjonktürü bizim bu yazıda kısaca yansıttığımızdan daha da karmaşık. Ve belki de bu konjonktürün en fazla etki edeceği, dünyadaki dengeler açısından en “oynayacak ülke” Türkiye’dir. Hatta diyebiliriz ki sermaye en büyük kozunu bugün Kılıçdaroğlu ile oynamaya hazırlanıyor. Bu bağlamda evet büyük olasılıkla finansal destek vb. verilecek ama bunun, öncelikle Rusya ile ilişkilerin yeniden düzenlenmesi dahil önemli bedelleri olacaktır.
Kısacası eğer siyasetsizlikten söz edilecekse, ne yazık ki bu, sol adına hareket ettiğini söyleyen ama sınıf karşıtlarının taklidinden öte gitmeyen yapılar için söylenebilir. Bu bağlamda tüm dostlarımızı, reel politiğin tuzağından kendilerini kurtarıp, bir an önce 14 Mayıs sonrası sürecin zorluklarına ve sınıflar mücadelesinin gereklerine göre hazırlık yapmaya, “ben” yalnızlaşmasından “biz” çoğalmasına doğru adım atmaya çağırıyoruz.
Devrimci Hareket
28 Nisan 2023