Son günlerde toplumdan yükselen “geçinemiyoruz” muhtevasına sahip biçimdeki tepkiler ve dayatan değişim ihtiyacı karşısında, burjuva muhalefet partileri sokağı işaret etmekten ısrarla kaçınmakta, yaşanmakta olan ve acil çözüm gerektiren sorunlar karşısında muhtemel bir seçimi/sandığı bekleme dışında bir yöntem önermemektedir. Hatta sokağa çıkma olasılığına dair iktidardan gelen tehditler karşısında, sokak lafının telaffuz dahi edilmediği yönünde Millet İttifakı’nı oluşturan yapılar arasında adeta bir yarış başlamış durumda. İlkin Kemal Kılıçdaroğlu, partisine “sokağa çıkmayın” talimatı verdi. Peşinden benzer bir açıklamayı CHP’li Özkoç yaptı. Özkoç, “sivil toplum örgütleri”nden sokağa çıkmamalarını istedi. Aynı içerikteki açıklamalar, Akşener, Davutoğlu ve Babacan’dan geldi.
Eleştiri yaparken, bir taraftan “çocuklarımızın geleceği satılıyor” deniliyor, diğer taraftan kimsenin sokağa çıkmaması isteniyor. Bu nedir? Sokaktan ne anlaşılmalıdır; Erdoğan’ın sokak korkusu, muhalefetin uysallığı hangi sınıfsal nedenlere dayanıyor? Buradan çıkarılması gereken sonuçlar nedir; burjuva partiler halkın sorunlarına neden çözüm olamaz?
Stratejik hedef, araç-amaç ilişkisi
Öncelikle alanların veya araçların kendinden menkul bir değerinin olmadığı, yürütülen mücadelenin değerinin amaçlanan hedeflerle, çözülmek istenen sorunların niteliği ile ilişkili olduğu bilinmeli ve araç, amaçla ilişkisi üzerinden değerlendirilmelidir.
Bilinir ki “Bugüne kadarki tüm toplumların tarihi sınıf mücadelelerinin tarihidir.” Sınıflar mücadelesi temel önemde çelişmelerin üzerine oturur; ancak mücadele, bu çelişmelere bağlı pek çok alt çelişmeyi de çözerek ilerler. Tam da bu bağlamda, devrim süreçlerinde stratejik hedef, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişmenin çözümüne yöneliktir ki bu da temel çelişmeyi ifade eder.
Uzun erimli hesap ve stratejik saptamalar sanıldığının aksine, ne günün, ne dönemsel taktiklerin ne de ekonomik demokratik mücadelenin önemini zayıflatır; gün geleceği hazırlar, taktikler stratejiyi besler.
Bu temel önemdeki saptamalardan sonra burjuva siyaset tarzına ve alanına gelirsek; parlamenter sistemin dolayısıyla da seçimlerin, baskı ve sömürü üzerine bina edilmiş kapitalist sistemin devamı için halkta rıza oluşturmak üzere geliştirilmiş araçlar olduğunu söyleyebiliriz. Burjuva partilerin başarısı, kendi programını, dolayısıyla da program konusu yaptığı hedefleri halkın çıkarınaymış gibi gösterebilmekten yani halkı aldatabilmekten geçiyor. Sermaye güçleri arasında çelişmeler olsa da yer yer aralarında farklı tercihler gündeme gelse de ve burjuva partileri sermayenin bir kesimi ile daha yakın bağlar kurmuş olmak anlamında farklılıklar taşısa da özü itibariyle hepsinin rolü, sistemin yani mevcut üretim ilişkilerinin devamına hizmet etmektir; son tahlilde iktidarda da muhalefette de olsalar biri diğerinin muadilidir.
Sokak hayatın kendisidir; mücadele diyalektiğidir
Bugün burjuva siyaset öznelerini de aşan geniş bir zeminde mücadelenin sandığa kadar daraltıldığı, insanların seçime kadar beklemeleri gerektiğinin, başka yol olmadığının telkin edildiği bu koşullarda, sandık-sokak diyalektiğine vurgu yapmak büyük önem taşıyor.
Sokak, gerçekte sandık yani seçim dışındaki mücadele ufkudur; hem alan hem de yöntemdir; bir fabrikada grevdir; bir okulda boykottur; bir mahallede halk meclisidir; bir alanda miting ve bir sokakta fiili durumdur; kavganın uzun menzilli ufku ve diyalektiğidir; mücadelenin birleşikliğinin gereğidir.
Çok açık söylemek gerekirse bu tanımlar, genelde Millet İttifakı’nı özelde CHP’yi aşar; hele ki halkın en meşru hakkını kullanmak üzere harekete geçme ihtimali her doğduğunda fren rolü oynayan, toplumsal kıvılcımlar karşısında itfaiye olmayı kendine görev edinen Kılıçdaroğlu’nu çokça aşar. Parti örgütünün dışına çıkıp sivil toplum örgütlerine bile sokağa çıkmama çağrısı yapmak, bir yanıyla haddini aşmak ise diğer yanıyla sermayeye hizmet aşkıdır.
Kılıçdaroğlu’nun sesini çıkarması için halka değil TÜSİAD’a çağrı yapması bir tesadüf değil sınıfsal bir isabettir; tabanındaki emekçi halklara değil o halkları sömüren/ezen kesimlere yakınlığın ifadesidir.
Bu, bir yanıyla da siyaseti uzmanların işi olarak tanımlayan, halkı siyaset dışı, salt oy kullanan edilgen bir kesim olarak gören anlayıştır. Sermayenin artık kendi koyduğu kurallara dahi uymadığı, parlamentonun biçimsel rolünü bile fazla gördüğü, kendi çizdiği kontrollü alan dışındaki her hareketi kriminalize ettiği bu süreçte, beklemek olsa olsa prangalarımızın daha da sıkılması için süre tanımaktır. Bu nedenle halkın özgücüne güvenmeli, vakit kaybetmeden kendi araçlarımızı, kendi meclislerimizi oluşturmalı, alternatif için hayatın her alanında üretken/yaratıcı ve mücadeleci olmalıyız.
Unutmamak gerekir ki burjuva siyaset sahnesinde hiçbir iktidar kendiliğinden halk yararına adım atmaz; bu alanda da hak verilmez alınır; bu da halkın örgütlü gücünü ve baskısını gerektirir. Bu gerçekliği bilmek; bugünden yarına verilmesi gereken mücadeleyi ertelememek, başkalarına havale etmemek ve içine sandığı da alacak şekilde bir mücadele hattı izlenecekse tali olanı temel olanın önüne koyma yanılgısına düşmemek için önemli ve gereklidir.