Deniz KAYNAK
Ülkemizin ekonomik sosyal ve siyasal analizini ele aldığımızda, kısaca belirtmek gerekirse,Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni sömürge bir ülke olduğu, içinde ortaçağ kalıntılarını barındırdığı ve özellikle Kürt bölgelerinde (ağalık, şeyhlik, vs.) feodalizmin tasfiyesinin yapılamamış olduğu ve yarıfeodal nitelikte yarıkapitalist bir ülke olduğu tespitini rahatça yapabiliyoruz.
Bugün başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalizm, ekonomik ve politik olarak her alanda ülkeye hakim olup, işbirlikçi iktidarı yönetip denetlemektedir. Ekonomik yapıyı genel hatlarıyla ikiye ayırdığımızda (a.Sanayii b.Tarım) bu iki sektör üzerindeki emperyalist baskıyı da rahatça gözlemleyebiliyoruz. (Tahkim yasaları, Serbest bölge politikaları, pancar ve tütün yasaları vs. vs.)
Bugün ülkemizi yönetenlerin aynı Osmanlının yıkılış sürecindeki iktidar sahiplerine benzer niteliklere sahip olması, ülkemizin nasıl bir sömürü biçimiyle karşı karşıya olduğunu bize rahatça göstermektedir.Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler, hainliğin ve ihanetin gerektirdiği bütün rolleri başarıyla oynayan aktörlere benzemektedirler. Çıkarmış oldukları ihanet yasaları, iş yasaları, ezilen halklara karşı ordu gönderme siyasetleri (bombalamaları bunun için örtbas ediyorlar) devrimcilere ilericilere karşı çıkarılan yasalar ve onları yıpratma çalışmaları, dövizin iktidarı, işsizliğin sebebi olan ekonomik politikaları (ki çoğu işsiz sokaklardayken, çoğu isçide 8 saatin üzerinde çalışmaktadır) ile ülkemizi fiilen yönetemez duruma gelmişlerdir. Seçimlerin bir türlü normal süresi içinde yapılamaması da bunun göstergesidir. O kadar pervasızlardır ki, orman arazilerini para babalarına peşkeş çekmek için, turizmcileri zengin etmek için yasalar çıkartmaktadırlar. Bir diğer yandan da F tipine karşı mücadele eden devrimciler için de “Ölürlerse ölsünler” sözünü söyleyecek kadar vampir zihniyetlidirler.
Emekçilerin çıkarı için yasa çıkartmak şöyle dursun, kazanılmış çeşitli hakları bile ellerinden almaya çalışmaktadırlar.Varolan sendika patronları da bu alanda mücadele edeceğine para babalarıyla uzlaşmaktadırlar. Bunun sebebi ise sınıf mücadelesinden uzaklaşmak ve sendikacılığı salt sigorta primleriyle eşdeğer gören anlayışlardan ve konformizmden kaynaklanmaktadır.
Öğrenci gençliğin beynini kültür erozyonu ile köreltmişler, 12 Eylül faşist cuntasının getirmiş olduğu YÖK hediyesini bile iflas ettirerek gericiliğe yeni yollar açmak için YÖK’ün tasfiyesi ile uğraşmışlardır.Tuzağa düşen “sözde ilerici” gençlik ise, YÖK’ün kalıcılaşması için mücadele etmiş ve gerici kurumun temellerini sağlamlaştırmıştır. (İP, Öncü Gençliğin faaliyetleri)
Ülkemizin içinde bulunduğu süreci incelediğimizde aslında bu sürecin nasıl çetin bir süreç olduğunu, karşılıklı hesaplaşmalar gerektiren satranç oyununun içinde olduğumuzu rahatça gözlemleyebiliyoruz. Satrançtan hoşlanan ve biraz bilgisi olan insanlar bile, güçlü hamlelere dayanan stratejik anlamda akıllı ve kurnaz yöntemlerle (devrimci normlarda ısrarcı olarak) bu oyundan galip çıkılabileceğini bilirler. Bizler de proletaryanın kurtuluşu ve sonrasında sınıfsız toplumu hedefleyen unsurlar olarak, belirlemiş olduğumuz taktik ve stratejilerle, hareket ederek bu zorlu oyunun kazananı olmak için mücadele ediyoruz. Tabiki bu oyunda yer alan değişik stratejileri benimsemiş yapılar da vardır kuşkusuz. Bu benimsenmeyen yapı ve hal durumu da (her kafadan bir ses) farklı tahliller ve bu tahlillere göre konumlanmadan kaynaklanmaktadır. (Kürt ulusal hareketinin Marksist Leninist ideolojiden uzaklaşıp Emperyalist odakların gölgesindeki Kurtuluşçuluk arayışları, MGK’ya göre mevzilenen sağcı politikalar, Öncü Savaş verdiğini söyleyen ama salt feda olgusunu öne çıkarmakla yetinen yapılar,vs.)Solun önündeki en büyük sorun olan bu durum ancak doğru tahlillerle, samimiyetle ve sorunların çözümünü devrimci normlar dışında aramamakla çözülebilir. Bu da ancak ve ancak Marksizm Leninizmi doğru kavramaktan geçer. Böyle bir süreç bizzat varolanı geçmiş deneyimlerle değerlendirip, ustaların pratiklerinden hareket ederek, doğru yola ilerlemek isteyenlerin eseri olacaktır.
Bugün, Radikal gazetesinin faaliyetlerinde dışavuran, saptırılmaya çalışılan önemli olaylar yaşanmaktadır. Proletaryanın öncülüğü meselesinde bile kafa bulanıklıkları yaşanmakta teknolojinin gelişimiyle birlikte proletaryanın tasfiyesi gibi gülünç tahlillerle hareket eden aydınlar gözükmektedir.
Aslında bu sorun, bu tip fikirlerle ortaya çıkan revizyonistlerin değil, meydanı onlara boş bırakan ve birbiriyle didişmekten başka bir iş yapmayan yapıların suçudur.
Sol içerisinde farklı sesler çıkmasına rağmen, özü itibarı ile her yapının içerisinde samimi insanlar bulunmaktadır.Sosyalistler eğer yanlış bir hareketin yanlış politikalarına karşı tavır alıyorsa ve bu yapılara karşı ideolojik politik eleştirilerle yanıtlar veriyorsa; bu eleştiriler, karşısındakinin düşman olmadığını algılamayı, aksine onları da kendileri gibi gören ve kazanıcı üsluplarla hareket eden yapıcı bir şekilde davranmayı gerektirmektedir.Bu anlayış tabiki her şeye güllük gülistanlık bakan bir anlayış değildir. Tabiki devrimciler kendilerini bu alanlarda eğiterek marksizmi daha iyi kavrayacaklardır. Ancak bu anlayışla hareket edelim derken “en iyi tekke benim tekkemdir” ya da “en büyük marksist benim” anlayışları bir kenara bırakılmalıdır.
Yapılan çeşitli incelemelere ve araştırmalara bakıldığında aslında Türkiye Solu’nun büyük bir insan ve bilgi birikimine sahip olduğu gözlemlenmektedir. Bu birikim çeşitli nedenlerden ötürü yıllardır bölünmüş ve gereksiz yere çıkan tartışmalarla etkisiz duruma getirilmiştir.Oysa hiçte küçümsenmeyecek olan bu güç harekete geçirilebilirse halkın harekete geçmesi de o kadar çabuk sağlanacaktır. Bugünkü en acil siyasi görev solu birleştirmektir.Bu devrimci hareketimizin en büyük görevidir.
Yılardır birleşik cephe yada sol güçbirliği sloganlarıyla ortaya çıkılmakta ama bu konuda da herhangi bir başarı sağlanamamaktadır. Bu da değişik yapıların önderlik zaafından kaynaklanmaktadır. Ama sol güçbirliğinin Birleşik Cephenin ya da hangi adla anılırsa anılsın bu birlik hareketinin tek çizgisi olmalıdır. Bu çizgi revizyonizme karşı Marksizmin çizgisidir. Bölünmüşlüğe karşı birlik çizgisidir.Emperyalistlerin hile ve tertiplerine karşı proletaryanın açık yürekli ve dürüst çizgisidir.
Özellikle Ortadoğu’daki gelişmelere karşı, Irak’ın işgaline karşı alınan tavırlara baktığımızda (DEHAP hariç) çeşitli kaynaklardan gelen devrimci akımların aynı yönde aktığını görüyoruz. Bu akımlar Emperyalizme karşı mücadelede ne kadar canlı, ne kadar kararlı ise içindeki revizyonist tortulardan o derece kurtulacak ve berraklaşacaktır. Proleter devrimci hareketin geldiği bu önemli noktada, bütün bu akımları tek bir nehrin yatağında birleştirmek ve devrimci hedefe doğru daha güçlü olarak ilerlemeyi sağlamak en önemli görevlerin başında gelmektedir.
Birlik Mücadele Zafer!
Sayı 12 (Şubat – Nisan 2004)