“DEMOKRATİK ULUS BLOKU” ÖNERİSİNE DAİR…
Seçim öncesinde yaptığımız değerlendirmede AKP’nin, devletin hemen her kurumunu ele geçirdiğini; bunun, emperyalizmin (ABD’nin) ihtiyaçları çerçevesinde bir yeniden yapılanma olduğunu; atılan hiçbir adımın demokratikleşmeyle ilgisi olmadığını; aksine, emperyalizmin “Cunta”lı süreçlerden bugüne gecikmiş taleplerinin yerine getirildiğini ve faşizmin güncellenerek, en küçük bir muhalif sese bile yer vermeyen biçimde tahkim edildiğini söyledik.
Bu arada, AKP’nin gerçek yüzünün ortaya çıkacağı ve halkın yoklukla/yoksullukla daha doğrudan yüzleşeceği koşullar, seçim nedeniyle geciktirildi. Seçim sonrasında bugün artık halk, AKP’nin ne olduğuyla da, krizin sonuçlarıyla da karşı karşıya gelecektir.
Dünya ölçeğinde kapsam ve derinliğini arttıran krizin etkilerinin Türkiye’de de sarsıcı biçimde dışa vurması bekleniyor. Bugün piyasadaki ticari işlemlerin büyük bir kısmı kredi kartlarıyla yapılmaktadır. Kredi kartlarında asgari ödeme tutarı arttırıldı. Benzer şekilde tüketici kredilerinin teminatları yükseltildi. Konut ve ihtiyaç kredilerinde de maliyetlerin artması bekleniyor. Türkiye, devasa bir kredi köpüğünün patlamasıyla yüz yüze kalabilir.
İktisadi boyuttaki bu gelişmelere paralel olarak, baskı ve zorun da artması beklenmelidir. Daha önce de söylediğimiz gibi AKP’nin gerçek gündemi anayasa değildir; demokratikleşme hiç değildir. Aksine, bölgedeki giderek aktifleşen taşeronluk rolü paralelinde, ülke içinde de daha baskıcı ve agresif uygulamalar söz konusu olacaktır. Ne var ki, ne yoksulluk ne de baskı ve zor, halkta kendiliğinden bir bilinçlenmeye (sınıf bilincine) sebep olmaz. Eğer yol gösterebilecek doğru bir siyasal önderlik yoksa, halk ince bağlarla sisteme bağlanabilir. Bu nedenle çözüm, sistemi doğru tahlil edip, inandırıcı politikalar eşliğinde halka yol gösterebilecek bir yapının varlığını gerektirmektedir. Böyle bir yapının başarı koşullarından biri de süreci bir bütün halinde okuyabilmektir.
Evet, Ekim’de Meclis açılıyor. Ve belki şu veya bu biçimde bir anayasa tartışması da olacaktır. Ama, halkların çözüm bekleyen sorunları Meclis’in nitelik ve performansına bağlı hale getirilemeyecek denli kapsamlı bir duruşu; mücadele araç ve yöntemlerini gerektirmektedir. İşte bu koşullarda gelen “Demokratik Ulus Bloku” (veya Demokratik Ulus Kongre-Partisi) önerisi elbette ki anlamlıdır. Ne var ki, coğrafyamız üzerinde mücadele eden devrimci-demokrat güçlerin gündeminde “birlik” konusunun olmadığı, hemen hiçbir dönem yoktur. Örneğin 12 Eylül 2010 referandumundan sonra bizlerin, haber vererek gelen baskı ve saldırı sürecini o zamandan tanımlayıp, “Ezilenlerin ortak hareket refleksi acil ve zorunlu bir ihtiyaçtır.” diyerek yaptığı ortaklaşma çağrısı, özenli yöntem ve dilimize rağmen, tek bir yanıt dahi almamıştır. Söz konusu çağrımızı, şu son sözle bitirmiştik:
“Bugüne dek ne yazık ki (hiçbir yapıyı muaf tutmaksızın söylüyoruz) ülkemizin devrimci-demokrat kesimleri, birlikte hareket refleksi geliştirme konusunda başarılı bir sınav verememiştir. Bu nedenle öncelikle, ‘uygulanabilir araç’ ve amaç eksenli bir ön tartışma öneriyoruz. Bunun, farklılıkların öne çıktığı, tarafların birbirine yakınlaşacağına uzaklaştığı o ‘bildik’ süreçlere benzeyip ‘ölü doğum’la sonuçlanmaması için, her bileşene, sorumluluklar düştüğüne inanıyoruz.”
Cevap vermeye dahi ihtiyaç duymayan bu duruş, ardında taşıdığı gerçeklikten bağımsız değerlendirilirse veya bugüne dek yaşanan başarısız örnekler, nedenlerinden koparılıp, “ben önerirsem hemen gerçekleşir” dercesine mesele, niyetten bağımsız da olsa, öznelleştirilirse, bir takım oluşumlar ortaya çıksa dahi, o “engelleyici içsel nedenler” aşılmış değil, üzerinden atlanmış olacaktır. Tam da bu nedenle bugün, aceleye getirilmeyen ve hiçbir itiraza/eleştiriye tahammülsüzlük göstermeyen bir duruşa; yapılar arasında pozitif elektriğin önde olduğu bir dostluk/katılım diyalektiğine ihtiyaç vardır.
Bizler, “Demokratik Ulus Bloku”nun uzun uzun tartışılması gerektiğine, hatta “acil ihtiyaçlar”a rağmen tartışmadan başka yolun olmadığına inanıyoruz. Süreç içinde, bu öneriye ve genelde birlik olgusuna, ihtiyaç oranında bir daha dönmek üzere, şimdilik, önerinin öncelikle üzerinde durulmasında yarar gördüğümüz birkaç yanına, kısa bir girişle beraber değinmek istiyoruz.
TARİH BİR KEZ DAHA ÖLÜ (VEYA PREMATÜRE) BİR DOĞUMA
TANIKLIK ETMESİN DİYE…
“Biz” olmanın birinci koşulu
“Ben”in sınırlarını bilmektir…
Tüm gelişmeler, solda birliğin değil, birlik tartışmalarının yaşanacağı bir süreci haber veriyor. Hemen her yapı, Türkiye’de sol hareketin bir bütün halinde taşıdığı, birliğe engel içsel zaafları saptamak/tanımlamak yerine, bu konuda kendi dışında kalanların durumunu tarif etmekte ve gerçekte en büyük engel olan öznelliğe düşmektedir. Devrimci yapıları, programlarıyla değerlendirmek yerine, spekülatif kaynakları, görüngü ve yakıştırmaları tercih etmek, öznellik oranını arttırmaktadır.
Bugün solun, onu tek sesli hale getirecek bir projeye değil, senfonik uyuma ihtiyacı vardır.Senfonik uyum ise, enstrümanların bir birine benzetilmesi değil, bileşke toplam oluşturabilmesidir. Hepsi bir arada aynı amaç için fonksiyonlarını işlevlendirirken, biri birine benzeme hali değil, farklılıklara rağmen uyumlu/ortak ses çıkarma hali gerçekleşir.
Devrimcilik, zor ve büyük bir iştir. Ama bu, yaygın kanaatlerin aksine, gergin ve buyurgan değil; sakin, hoşgörülü ve kapsayıcı bir duruş gerektirir. Yanlış yapma ihtimali veya koşulların ağırlığı dahil hiçbir neden, aceleciliğe ve gerginliğe sebep olmamalı; sistemle aradaki nitelik farkı, üsluptan kimyaya her boyutta ortaya konmalıdır.
Dayatan koşulların yük arttırıcı niteliğine rağmen, devrimin de birliğin de acelesi yok. Yeter ki ortaya, sübjektivizmle bozulmamış, dostluğu ve her bir öznenin kabiliyetlerini sınırlamayan bir ortaklaşma hali çıkarılabilsin. Bugüne dek yaşanmış olan başarısız pratikler, öneri sahiplerini bir tahammülsüzlüğe, itirazları ve farklı ölçülerle katılım ihtiyacını dışlamaya yöneltirse, tarih bir kez daha ölü (veya prematüre) bir doğuma tanıklık edecektir. Sonrasında, “neden başaramadık?” sorusunun yanıtlarından kaçınmak veya çıkan sonucu bir başkasına fatura etmek kolaydır. Ancak bu iş, niteliği gereği, bir diğerinin eksiklerini ölçmeyi değil, eksik ve farklara rağmen ortak ses çıkarabilmeyi gerektirir.
Evet birlik, ne bir birini düzeltme, ne de yapılara ev sahipliği yapıp bir araya toplama işidir. Unutmamak gerekir ki temsili katılım, işin sadece şekli kısmıdır. Nereye, nasıl ve niçin katılındığıdır önemli olan. Bu bağlamda, ne meclis’e seçilmiş olmak ne de “Demokratik Ulus Bloku”na dahil olmak, başlı başına bir önem/değer taşımaz. Bunu önemli/anlamlı kılan, Blok’un amacıdır. Aynı şey, örgütsel formun kendisi içinde geçerlidir. “Kongre” olup, katı ve dar bir işleyiş üretmek, “Parti” olup, çok daha geniş/demokratik işleyiş ortaya koymak mümkündür. Araç, nasıl tek başına devrim yapmazsa, demokrasi de üretmez; hangi amaçla ve nasıl işletildiğidir önemli olan. Bu nedenle, itirazları bir ayak sürüme veya önemli bir adımı engelleme/geciktirme olarak algılayıp peşinen tepki vermek, işin niteliğine aykırıdır.Birlik, basit bir toplam; birbirine eklemlenme veya yan yana dizilme değildir. Zaten işin zor yanı budur. Başarıldığında, sadece enerjiler toplamına değil, sinerjiye sebep olması bundandır. Sabır, hoşgörü ve genişlik gerektirir.
Bu saydığımız nitelikler, gerçekte devrimcilerin birbirine karşı zaten taşıyor olması gereken niteliklerdir. Hatta diyebiliriz ki, yapıların kendi içinde yoldaşlarına karşı uyguladığından öte bir hassasiyete ve pozitif elektriğe ihtiyaç vardır. Kökleşmiş önyargılar, mesafeleri büyüten alışkanlıklar, bu sürecin en büyük ayakbağıdır. Örneğin, sıcaklık ve samimiyet gibi kolay kırılma ve alınganlık da ezilen kesimlerde rastlanan özelliklerdendir. Ve yer yer mesafe koyucu refleksleri besleyebilmektedir. Bu gerçeklik, Elif Dumanlı gibi Gündem Gazetesi’nde fikirlerini düzenli olarak ifade eden bir yazarın, tam da birlik konusunun gündeme girdiği bir süreçte, “Türk solu bir türlü beğenmediği Kürtleri, Kapital’in hiçbir sayfasına uygun bulamadılar.” (14 Temmuz, Gündem) biçiminde cümleler kurmadan önce, en az iki kez düşünmesini gerektiriyor.
Bugüne kadar ki deneyimler dikkatle incelendiğinde görülecektir ki, birliğe dair merkezi projeler, bir başka merkezi irade tarafından kabul görse de, asıl dirençle, uygulamada karşılaşmış; yapıların tabanına nüfuz etmiş olan, mesafe koyma ve kendininkinden başka tüm yapılara negatif yakıştırma yapma alışkanlığı, ortaklaşarak yol almayı güçleştirmiştir. Bu nedenle bugün, bir başlangıca soyunulmuşken, işe peşin hükümlerle değil, ortak yanlarını birbirine değdirerek başlamak gerekiyor. Doğru başlangıç pozitif elektrik oranını arttırarak, sonraki adımlar için zemin hazırlayacaktır.
Elbette “ezilen” olmak gibi, daha çok ezilmek de hak ve talep oranını değiştirir, büyütür. Ama bu, bir diğer ezilene karşı ne üslup kalınlaşmasına, ne de hak yarışına sebep olmamalıdır. Bir an olsun akıldan çıkarılmamasında yarar vardır; biz, doğrularımızı yarıştırmak veya bir diğerinin varsaydığımız yanlışını “tedavi” etmek için değil, varolan niteliklerimizle birbirimize doğru yerden değerek adil, yapıcı ve üretken bir toplam oluşturabilmek için bir araya gelmeliyiz. Böyle bir amaç, duygusal ve psikolojik reflekslerimize feda edilmeyecek denli önemlidir.
Bilinir ki engeller, varlığı kabul edildiği takdirde aşılabilir. Bu konu, yapıcı bir ruh haliyle gündeme alınabildiğinde, muhtemel engelleri göstermek, onu aşma niyeti olanlarda, tepkiye değil mutluluğa sebep olur/olmalıdır. Örneğin biz, öneri sahibi ve diğer devrimci/sol yapıların büyük çoğunluğu arasındaki paradigma farkının, temenni edilen birlik yolunda, karşılaşılacak engeller içinde en ağırlıklı yeri teşkil edeceğini düşünüyoruz. Bu, sorunun bir boyutudur. İkinci ve daha önemli boyutu ise, önerinin bizzat kendisinde içkindir.
Birlik, ittifak, vb. oluşumların işleyişten amaca kadar net tanımlarla ifade edilmesi gerektiği, genel bir doğrudur. Duygusallık veya hatır üzerine değil, ilkeler üzerine bina edilmiş bir çerçeve gerektirir. Bizler, seçim öncesinde de yaptığımız değerlendirmede bu olgunun önemine dikkat çekmiştik. Belki biraz uzun olacak ama o açıklamamızdan bir bölümünü, bugün daha da artan önemi nedeniyle, aktarmayı gerekli görüyoruz:
“BİRLİK VE İTTİFAKLAR, İDEOLOJİK-POLİTİK HATLARLA DOĞRUDAN İLİNTİLİ, HATIR MESELESİNE İNDİRGENEMEYECEK DENLİ ÖNEMLİDİR
Alternatif güçler arasında birlik, değer ve imkanların ortaklaştırılması, bizlerin özenle ve önemle üzerinde durduğu bir konudur. Ne var ki bu konu da yukarıda sözünü ettiğimiz çeşitli sorunlarda olduğu gibi yanlış tartışılıyor. Her şeyden önce, ortada bir terminoloji sorunu var. Bizler daha önce bu meseleye yayınlarımızda uzun uzun yer verdik. “Sol içi birlik”le cephenin, ittifakla eylem birliğinin karıştırıldığını ve birbirinin yerine kullanıldığını ve daha da önemlisi, gerekleri yerine getirilmeden dillendirildiğini söyledik.
Hatırlatma yapmak gerekirse, aynı sınıfın temsilcisi olan, bunu benimseyen devrimciler arasındaki ilişki, bir çeşit “kardeşlik”tir. Onlar birbiriyle, ittifak değil, birlik yapar. Çünkü ittifak, farklı sınıf ve tabakaların temsilcilerinin bir araya gelmesidir. Seçimde birlik, ittifak, vb. tanımlardan ne anlaşılması gerektiğine dair tartışmalar, öncelikle burjuva partilerin yaptığı “sandığa kadar güç birliği” biçimindeki ilkesiz ortaklaşmalar kenara bırakılarak, onlara hiçbir biçimde öykünmeden yapılmalıdır.
Devrimciler, tarihin hiçbir döneminde, doğruluklarının veya başarılarının ölçüsünü, harekete geçirebildikleri kitlenin nicelliğinde aramadı. Mücadelenin uzun vadeliliği, programlı olmayı; program, önceliklerin doğru saptanmasını gerektirir. Bu bağlamda dostluğun ölçüsü, kendi programını/önceliklerini yok sayıp, duygusal reflekslerle çağrı yapmak (veya katılım sağlamak) değil, tersine kendi programında ısrar ve dostluk programını anlayışla karşılamaktır. Örneğin, ne BDP sandığa gitmekten ibaret bir yapıdır; ne de bizlerin koyduğu fark, seçim olgusuyla sınırlıdır. Bu bağlamda birlik, cephe gibi meseleler dar, güncel veya duygusal bir kapsama sıkıştırılmadan tartışılmalı, değerlendirilmelidir.
Mücadele açısından, bir devrimci yapıdan çok daha geride duran bir aydının, adaylığa rıza göstermesi veya sivil itaatsizlik ortamını ziyaret etmesi, onu, Kürt Sorunu’nu daha çok sahipleniyormuş gibi gösterebilir; böyle bir algıya sebep olabilir. İşte çeşitli biçimlerde anlatmak istediğimiz budur; olguya pragmatik bir gözle veya güncel menzille bakınca, önemi de niteliği de farklı görünebilir. Gerçekte ise biz Kürt Sorunu’nu, demokratik devrimin en temel bileşenlerinden biri olarak görüyoruz. Bu, aday olup olmamaya da sandığa da indirgenemeyecek denli önemli olduğunun göstergesidir.
Devrimcilerin bir araya gelmesinin farklı biçim ve zeminleri vardır; yeter ki çağrılar, “gel bana katıl” dercesine tek yanlı veya programatik bir çelişmenin an’a taşınması biçiminde olmasın. Bir yapının acılı anında, bir saldırıda, cenazede veya anmada yan yana gelmek farklı, toplumsal çelişmelerin çözümü için tasarlanmış bir eylem veya “eylem dizisi”nde ortaklaşmak farklıdır.
Bugün dışavuran söylem ve yaşanmakta olan pratik, tarafların masaya eşit koşullarda oturduğu ve birliği, küçüğün büyüğe eklenmesi değil, “tüm bileşenlerin niteliğinin dikkate alındığı tanımlı bir ortaklaşma” olarak algıladığı zemine, henüz uzak olunduğunu gösteriyor.” (Devrimci Hareket, Sayı 33, Sayfa 27)
Tam da bu bağlamda sormak gerekirse:
- “Demokratik Ulus Bloku” bir birlik projesi midir, yoksa Demokratik Ekolojik Cinsiyet Özgürlükçü Paradigma’ya göre hazırlanmış bir örgütsel model midir?
- Eğer böyle bir örgütsel model ise, önerinin muhatabı kesimin büyük çoğunluğunun sahip olduğu sınıfsal paradigma (Marksizm-Leninizm)’nın hassasiyetleri yok sayılmış olmuyor mu?
- “Herkesin ayrı ayrı evi olsun, vardır. Ama bunların tümünü örtecek bir çatı olmalı” deniyor. Eğer mesele kabaca bir araya geliş değilse; bunun hangi amaç ve ilkeler etrafında oluşacağı; kıstaslarının, asgari müştereklerinin ne olacağı, net biçimde tanımlanması gerekmiyor mu?
Belki, “henüz oturup konuşmadık, bu kanaatleriniz erken değil mi?” denecektir. Ne var ki, sorularımızda da yer verdiğimiz gibi, önerinin bizzat kendisinde içkin olan ön kabullerin, tartışmanın içeriğini de imkânlarını da sınırladığıdır dikkat çekmek istediğimiz.
- Eğer Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloku ölçü alınarak öneri şekillendirilmişse; ne denli “blok” halinde hareket edeceği tartışmalı olan “Seçim bloku”nun, başarılı bir örnek addedilip ölçü alınması, erken değil midir?
- Benzer şekilde, başarısını umut ve temenni etsek de DTK’yı, tamamlanmış, başarılı ve “Batı” ya örnek teşkil edecek bir proje olarak görmek için, acele edilmiyor mu?
Kısacası, çağrının kapsam ve niteliğine bakarak, Demokratik Ulus Bloku’nun bir birlik projesi olmadığına; DTK’nın bir çeşit “Batı” versiyonu olduğuna; yapıların sınıfsal duruş hassasiyetleri yok sayılarak, tek yanlı bir paket hazırlandığına ve DTK’da olduğu gibi cemaat ve tarikatlara kapısını aralamış bir çerçeve çizildiğine dair, hafife alınmayacak boyutta kaygılarımız vardır.
Özetleyerek vurgulamak gerekirse, iki farklı paradigma arasında da, aynı paradigmanın farklı bileşenleri arasında da birlik, ittifak, vb. mümkündür; önemli bir gerekliliktir. Ancak, bugüne dek nedense anılmak istenmeyen pek çok başarısız ve kısa ömürlü birlik projelerinin öğrettiği gibi, projeyi başarılı kılacak olan, ne ona atfedilen anlam büyüklükleri, ne de bir araya toplamayı varsaydığı kitlenin niceliğidir. Birlik projeleri, öncelikle uygulanabilir olmak durumundadır.
Bizler, uygun bir zemin varolduğu sürece, düşüncelerimizi belirtmeye, artık açık kurumsal bir hal alan ve kural tanımayan faşizme karşı güçlü/kapsamlı/ortaklaşmış bir duruş sergilenmesi yolunda, elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz.
6 AĞUSTOS 2011
DEVRİMCİ HAREKET