Küba devrimi üzerinden 50 yılı aşkın bir süre geçti. Bu sürede, tarihsel evrim karşıdevrimler eşliğinde, umuda dair tanımları ve moral noktalarını değiştirdi. Sovyetlerde Çin’de kapitalizm geri geldi. Yenilgiye uğrayanın Mao’nun ve Lenin’in öğretileri olmadığı bilinse de, moral dünyadaki sarsıntılar önlenemedi. Kapitalizmin yenilmezliği/sonsuzluğu fikri daha güçlü araçlarla pompalanmaya başladı ve etkisi hiç beklenmedik kişilerde, yer ve kesimlerde gözlendi. Bu süreçte belki de umuda kaynaklık etmek bağlamında yeri ve önemi değişmeyen ender olguların başında, 1959’dan beri tüm zamanların devrimcilerinin yoldaşı olan Fidel, Che ve ülkeleri Küba oldu.
Sözün, fiilin, sembollerin yetmediği günümüz koşullarında, Küba onu anlamak isteyene çok şey anlatır. Küba devrimi, o büyük dönüşüme önderlik edecek olan harekete adını veren 26 Temmuz 1953 Moncada Kışlası baskınıdır; yenilgiyi ve tutsaklığı bir son değil, daha büyük sıçrayışlar için bir basamak yapmaktır; gücü, insan sayısı veya imkanla değil, haklılıkla, inanç ve iradeyle ölçmektir. Che’nin neden hala öldürülemediğinin, Fidel’in neden ihtiyarlamadığının nedenleri, Küba’nın neden ve nasıl hala direnebildiğinin cevabıdır.
Küba direniyor…
Küçücük bir ada, çok sınırlı imkanlarla, ABD’nin dibinde koca bir sisteme direniyor. En avantajlı ve hatta alternatifsiz gibi durduğu bir dönemde sistem en büyük krizini yaşayarak sarsılırken; şeker kamışı, mısır, kahve ve tütün üreterek ayakta kalmaya çalışan bir ülkenin ekonomi politiği, sistemin krizine çare olabilir mi? Küba’nın direncinin, halkının mutluluğunun şifreleri, kapitalizmin krizden çıkışına yol gösterici olabilir mi?
Marks’ın kitaplarının tekrar raftan indirilip okunmaya başlandığı ve burjuva kesimler içinden (şu veya bu biçimde de olsa) önemine vurgu yapılmaya başlandığı bu dönemde, yabana atılır bir soru değil bu.
Son dönemlerde para karşılığı ticaretin yanında, Küba takası da gündeme sokmuş durumda. Öğretmen ve doktor açığı olan ülkelerin bu ihtiyacı karşılanıp, karşılığında Küba’nın ihtiyaç duyduğu geçim maddeleri alınmaktadır.
“Küba’da birçok şey değişebilir, sosyalizm hariç!”
Fidel Castro’nun görevini Raul Castro’ya bırakması sonrasında Küba ekonomisinde yaşanan gelişmeler, kimilerince “Raul farkı”, kimilerince de devamlılık halindeki bir çizginin güncel gerekleri olarak değerlendiriliyor. Hizmet sektörü konusunda bazı noktalarda yapılacak özelleştirmelerin rekabeti, rekabetin de zincirleme biçimde kapitalist ekonomiye özgü öğeleri ortaya çıkaracağı kaygısı (Küba’nın kimi dostları tarafından) yaygın biçimde taşınıyor.
Küba Cumhuriyeti Türkiye Büyükelçisi Jorge Quesada Concepcion, Küba’daki ekonomik dönüşüm üzerine yapılan bir söyleşide, Kübalıların politik olarak çok iyi eğitildiğine, dolayısıyla da alınan ekonomik önlemleri doğru kavrayacaklarına dikkat çekiyor. Aynı söyleşide, sözü geçen rekabetin küçük işletmeler, esnaf ve hizmet sektöründe çalışanlar için söz konusu olduğunun, yoksa Küba’da büyük fabrikaların sahiplenilmesinden kimsenin söz etmediğinin altını çiziyor ve “Küba’da birçok şey değişebilir, sosyalizm hariç!” diye ekliyor.
Sosyalizmin bir yerde yazılı olan kurallar bütünü olarak ve o kuralların harfiyen uygulanması biçiminde algılanmaması gerektiğini söylüyor Concepcion. Ayrıca herkes için ücretsiz sağlık ve eğitim sağlamanın, devlete çok büyük yük getirse de devam ettirilmesinin ve altından kalkılması gerektiğinin önemini vurguluyor. “Bunlar, devrimin vazgeçilmez kazanımları olduğundan yeni çözümler geliştiriyoruz,” diyor. İşte bu hizmetlerin devamlılığını ve kalitesini korumak için paraya ihtiyaç olduğuna, çözümün ve paranın ise yurtdışından gelmeyeceğine dikkat çekiyor.
İşin umut verici tarafı, Concepcion, başka ülkelerde işe yarayan yöntemlerin, Küba için tehlikeli olabileceğinin bilincinde olduklarını gösteren ifadeler kullanıyor. “ Ne zaman bir sosyalist ülke başka bir ülkenin çözümlerini kopyaladı, o çözümler o ülkede işe yaramadı. Çünkü şartlar farklıydı. (…)
Kısacası şu anda geliştirdiğimiz ekonomik çözümler hiçbir modelin kopyası değil, kendi geliştirdiğimiz uygulamalar olacak. 10 yıl önce uyguladığımız yöntemlerden aldığımız verileri değerlendirerek geliştirdiğimiz çözümler bunlar,” diyor. “Biz daha yeni başladık! Dostlarımız bize ve yaptıklarımıza güvensin…” sözleri ise, umutlu olmak için çok şey ifade ediyor.
Küba’da yalnızca eğitim oranının %100 olması değil, eğitimin kalitesi ve bilincin seviyesi, sosyalizm yolunda ısrar için bir çeşit güvencedir. Kimi dikkatli gözlemcilerin, Küba’yı gezdikten sonra, insanlarının etkileyici, dönüştürücü ve yenileyici yanlarına dikkat çekmesi, meselenin lider meselesi (yani Fidel’in yerine Raul’ün gelmesi meselesi) olmadığını gösteriyor.
Evet belki Yeni sömürgeciliğin klasik tanımına uygun olarak Küba’nın ekonomisi vaktinde 3-4 ürünle sınırlanmış. Ama coğrafi dezavantajlarına rağmen, sosyalist ufuklu merkezi planlama sayesinde işsizliği, açlığı ve sefaleti yenilgiye uğratarak sıfırlamıştır. Üstelik ABD tarafından sadece ambargo değil, kuşatma uygulanıyor ve bir an olsun provokatif müdahalelerden vazgeçilmiyor. Küba’ya uygulanan kuşatma ve yıpratma faaliyeti öyle bir boyutta ki, Kübalılar bunu “soykırım” olarak değerlendiriyor.
Küba, eğitimli ve örgütlü bir toplum…
Eğitimin % 100 olduğu Küba’da öğrenciler, ilkokul dahil eğitimin her aşamasında örgütlü. Kongre topluyor, tartışıp kararlar alıyor. Bu, ilkokul çağında bile her Kübalının kendini ifade etmeyi, geleceği hakkında söz ve karar sahibi olmayı öğrendiğini, bu fırsatının/şansının olduğunu gösteriyor. Söz konusu uygulamalar, Küba’daki özgüvenin ve mutluluğun nedenlerini olduğu kadar, sosyalizmin üstünlüklerini anlamayı kolaylaştırıyor. Ablukadaki tüm ısrarına rağmen, ABD’nin Küba’dan kanser aşısı satın almak durumunda kalması ise, sosyalizmin üstünlüğünün bir başka ifadesidir.
Küba’nın örgütlülüğü öğrencilerle sınırlı değil. Herkesin, yaşamın her noktasında örgütlü olduğunu söylemek abartılı olmaz. Örneğin, devrimden birkaç yıl sonra, Fidel’in halka açık konuşma yaptığı bir yerin yakınlarında bomba patlaması sonrasında kurulan Devrimci Savunma Komiteleri, tüm Kübalıların katılımına açık ve bugün hala her mahallede varlığını sürdürüyor. Bu komitelerin, gerek sosyalizmin kazanımlarının içselleşip kalıcılaşması, gerekse güncel meselelere kolektif biçimde çözüm üretilebilmesi açısından önemli bir rolü vardır.
Sanıldığının veya kimilerinin yakıştırdığının aksine, Komünist Parti önderliği, gündelik yaşamda öne çıkmıyor. Ancak yapısal düzenlemeler/sorunlar söz konusu olduğunda sorumluluğunu yerine getiriyor. Küba’da parti bu bağlamda öncülük rolünü yerine getirirken, bürokratikleşmemeyi de başarıyor. Bu da, Küba’nın donmuş kalıplar ülkesi değil, önderliği eşliğinde değerlerini yaşatan bir ada olduğunu gösteriyor.
Ne mutlu sosyalizmin değerlerinin ADA’sına; ne mutlu Karayip kokusunu uzaktan da olsa soluyup, yoldaşlığı somutlayabilene…