Sosyal bir olguyu kişiselleştirmek; arkasında örgütlü bir yapının, bir kitle gücünün veya çeşitli sınıf ve tabakaların olduğu bir olguyu bir kişi ile anmak; bütünü ona indirgemek; burjuva bir tarzdır ve eğer bir yanılgıdan kaynaklanmıyorsa; genellikle özü gizlemeye yöneliktir. Irak’ta işgale karşı gelişen direnişi Saddam’la anmak, dünyanın çeşitli coğrafyalarında gerçekleşen eylemleri Bin Laden ve El Kaide ile ilişkilendirmek; Irak’a yönelik saldırı hamlesini ABD’li silah ve petrol tekelleri yerine “Rumsfeld doktrini” ile ilişkilendirmek; saldırı ve işgaldeki ısrarı Bush ve etrafındaki ekibin kişisel nitelikleri ile açıklamak; ABD’nin Ortadoğu’daki infaz ekibi rolünü üstlenmiş olan İsrail’i, Şaron’a indirgemek; bu konuda akla ilk gelen örneklerdir. Hatta önderlerin fetişleştirilmesi de aynı duruşun bir başka versiyonu olarak görülebilir.
Karşımıza bir gün ansızın çıkan ve oluşumunu demokratik ve etik ölçüler açısından eleştirdiğimiz “NATO ve Bush Karşıtı Birlik” de Bush’u öne çıkararak yaptığı çalışmalarda, niyetten bağımsız olarak emperyalizmi; yani NATO olgusunun da, Bush’un da, Büyük Ortadoğu Projesi ve halklara yönelik saldırı ve işgallerin de arkasındaki temel nedeni gizlemekte, hedef şaşırtmış olmaktadır.
Daha önce yaptığımız çeşitli açıklamalarda da belirttiğimiz gibi; ABD için “imparatorluk”, Türkiye’deki rejim için “polis devleti”, devletin saldırganlığı için “derin devlet” tanımını kullanmak; sınıfsal özün, olguları daha isabetli değerlendirebilmeye imkan veren niteliğinin üzerinden atlamak anlamına gelmektedir.
Marksistler, olguları salt görünen yüzüyle, biçimle açıklamaz; özüne inerler. Bu, diyalektik yöntemin zorunlu gereklerindendir. NATO toplantısı öncesinde “Gelme Bush” sloganının yaygınlaştırıldığını görüyoruz. Bir an için Bush’un gelmediğini ama NATO toplantısının tasarlanan program eşliğinde gerçekleştiğini ve gerek bölge, gerekse dünya halklarının geleceği üzerinde karartıcı kararların alındığını varsayalım. Böyle bir durumda “Gelme Bush”un nasıl bir rolü olmuş oluyor? Veya yanlış yere ateş edilmiş olmuyor mu?
NATO karşıtı ittifakın isminin dahi Bush ile anılması, bizleri rahatsız etmektedir. Bu ismin değiştirilmesi karşısındaki itirazlar veya edilgenlikler ise, solun gidişatı açısından kaygı vericidir.
Halka önderlik etme sorumluluğu taşıyan sol, bu sorumluluğun altında eziliyor. Halk; örgütsüzlüğün, öndersizliğin, güven ve gelecek sarsılmasının ağırlığı altında eziliyor. Devrimci yapılar, ya içine kapanmış ya da gerçekliğini kabul etmeyen bir öznellik halini taşıyor. Birlik, dayanışma, “biz” olma kültürü öylesine aşınmış ki; çok bileşenli etkinliklerde sayı, tek bileşenli etkinliklerdekine ulaşmıyor. Irak işgaline karşı direnişe destek için toplandığımızda sayımız 150’yi aşmıyor. Yani sol içi birlik ve ittifaklarda hala 1+1=2 etmiyor.
Bilinir ki, uzun vadeli politika yapabilme yeteneğini yitirenler, günü kurtarma manevraları arasında bir kısır döngü yaşarken, hemen her ciddi gelişme karşısında sarsılır, ezberi bozulur ve sürecin “sürüklenen edilgen öğesi” olmaktan kurtulamaz. Bugün sol adına hareket eden kesimlerin oluşturduğu yelpazede örgütlü veya yarı-örgütlü kesimlerin büyük bir kısmı böyle bir handikapla karşı karşıyadır. İddialı görünmek, iyi niyetli olmak, sol söylem kullanmak veya varolandan rahatsızlık duymak yetmez. Doğru bir program ve bu programa denk düşen bir örgütlülük olmadığı sürece, niyetler veya duygusal reflekslerin koşulladığı söylemler tek başına bir şey ifade etmez.
Bugün emperyalizmin ve işbirlikçilerinin sınır tanımaz saldırganlıklarının, solun önemli bir kesimini etkisi altına alan ölçeksizliğin ve giderek bir çeşit kadercilik halini alan iradesizliğin; sınıf karşıtlarına öykünecek denli büyüyen üretimsizliğin; yüreği ve beyni teslim alınmamış herkesi şu veya bu oranda rahatsız ettiğine inanıyoruz. Rahatsızlık duyanlar örgütsüz iseler öfkelenmekle ve hatta kahrolmakla yetineceklerdir. Örgütlü veya örgütlülüğe eğimli kesimlerin ise; siyasal önderliğin yanlış yönlendirmesi altında olanları niyetten bağımsız olarak, süreçte etken özne olamayacaktır. Veya en azından bu şansları zayıf olacaktır. Bu nedenle, örgütlülük tercihi kadar, örgütlülüğün fikri dokusu da önemlidir.
İsmi veya bileşenleri büyük; ama, işlevi küçük oluşumlarla seçim kazanılmadığı gibi emperyalizmin saldırıları da durdurulamaz. Irak’ta işgalden hemen sonra savaşın bittiğini, bu nedenle de “Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu”nun işlevini tamamladığını iddia ederek çekilen yapıların Irak basiretsizliği, oluşturdukları kendilerinden menkul koalisyonda ve öznelliği aşmayan duruşlarında dışavurmuştur. Benzer bir durum, “NATO ve Bush Karşıtı Birlik” ismiyle yapılan çağrı için de geçerlidir. Birincisi, bu çağrıcıların bir kısmının “Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyonu”nun bileşeni olması, bu adıma etik açıdan gölge düşürmüştür. İkincisi, var olan ve içinde devrimci yapıların büyük çoğunluğunu barındıran bir oluşumu güçlendirip güne uygun işlevlerle donatmak yerine, yanına SHP’yi alarak kapalı kapılar ardında farklı bir oluşumun adımlarını atmak kavgayı güçlendirme niyeti açısından sorgulanması gereken bir tutumdur.
Korkarız ki yanlışlıkta ısrar, mevcut enerjinin toplanarak emperyalizm karşısında bir barikata dönüşmesi yerine içe dönük bir işlevle frenleyici ve aşındırıcı etkide bulunmasına sebep olacaktır.
Aslında biz, yaptığımız bu uyarı ve açıklamalar sonucunda, Bush isminin geri çekilip emperyalizm vurgusunun öne çıkarılacağını beklemiyoruz. Einstein, “ problemleri yaratan beyinle problemi çözmek mümkün olmaz .” diyor. Ama yine de yazalım dedik. Çünkü söz uçuyor yazı kalıyor.
21 Nisan 2004