KAPİTALİZM YALNIZCA İŞÇİLERİN ALIN TERİYLE DEĞİL
KANIYLA DA BESLENİR
“Onlar, siz diz üstü çöktüğünüz için büyük görünmekteler. Ayağa kalkın”
Kapitalizmin sicili, krizler ve bu krizleri aşmak için geliştirdikleri savaşlarla doludur. Bir avuç azınlığın egemenliğine dayanan sistem, vahşi sömürü nedeniyle kitleleri her geçen gün daha da yoksullaştırır. Bu yoksullaşma, tüketim mallarının depolarda birikmesine yol açar. İşte bu durum, kapitalizmi bir tıkanmaya, bunalıma sürükler. Ve bu krizler, kuraklık vs. gibi doğal afetler sonucu oluşmaz. Krizler, bizzat kapitalist sistemin yapısında mevcut olan bir hastalığın sonucudur.
Bugün yaşanan krizin sebebi olan kapitalist/emperyalist sistem, krizlerin faturasını emekçilere ödetmeye çalışıyor. Tekeller, bir yandan krizi bahane ederek kazanılmış haklara el koyarken diğer yandan da savaşlarda emekçilerin kanları üzerinden yeni kazanımlar elde etmeye çalışıyorlar.
Emperyalizm Savaş Demektir!
Krizden kurtulma derdine düşen uluslar arası tekeller, petrol bölgelerini kontrol etmek için Ortadoğu’da savaşlar tertiplemekteler. Petrolünü ve pazarını kontrol edemedikleri ülkeleri bombalamaktan geri durmuyorlar. Peki, petrol bu kadar önemli mi? Evet! Hem de çok önemli. Çünkü ABD emperyalizmi, dünya petrol fiyatlarını tek başına belirlemek istiyor. Böylece petrole bağımlı ÇİN gibi rakiplerini gerileterek krizi lehine çevirmek istiyor. Bu nedenle Balkanlar ve Kafkaslar’dan sonra Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya saldırmaya başladı. Bu bölgesel savaşlarla, hem doğal kaynaklara el koymuş olacak hem de nispeten sistem dışı kalan pazarları ele geçirmiş olacaktır. 300 milyon Arap nüfusunun kredi kartı kullanımının düşük olması bile, emperyalistleri heyecanlandırıyor.
Emperyalizm, krizini aşabilmek için işgal ve savaşlara başvuruyor. İşbirlikçi egemenler ise, bu saldırganlığa hem taşeronluk yapıyor hem de ülke içinde faşizmin en azgın biçimini hayata geçiriyor.
Gaspedilen Haklarımızı Kazanmanın Yolu Halkın İktidarından Geçer!
Krize giren egemen sınıflar, işçi sınıfının tüm kazanımlarını tek tek yok ediyor. Sendikalaşmanın önüne dikilen engeller nedeniyle, ücretler hızla yoksulluk sınırının altına düşüyor. Güvenceli çalışma yaşamı, çıkartılan yeni saldırı yasalarıyla tarihe karışıyor. Şimdilerde ise, AKP eliyle 12 Eylül faşizminin dahi cesaret edemediği kıdem tazminatını kaldırmaya yönelik hazırlıklar yapılıyor. Birçok iş kolunda emekçiler, 12-13 saat çalışmaya zorlanıyor. Açlık sınırında yaşayan milyonlarca emekçi, işsizlik tehdidiyle mevcut duruma razı edilmek isteniyor.
Yitirilen kazanımları daha net anlamak için bir örneğe bakalım. Özelleştirilmeden önce Sümerbank tesislerinde 100 bin işçi çalışmaktaydı. Ve bu işçilerin hepsi de sendikalı ve iş güvenliği kapsamındaydı. Sümerbank işçilerinin kazanımlarını bugünkü değerlere vuracak olursak; ortalama 2 bin liranın üzerinde ücret, belli periyotlarla ikramiye ve yılda iki kez giyecek yardımı alıyorlardı. Ayrıca ücretsiz kreş olanağından da yararlanıyorlardı. Şimdi tekstil iş kolunda çalışan işçilerin durumu ise ortadadır. Güvencesi olmadığı gibi asgari ücretle ortalama 13-14 saat çalışmaktadırlar.
Emperyalizme Karşı Savaşmadan Barış Mümkün Değildir!
Baskı ve sindirme politikaları yalnızca emeğe yönelik değildir. Faşizmin bir devlet biçimi olduğu ülkemizde, eşitlik ve özgürlük talep eden tüm kesimler sindirilmeye çalışılıyor. Kürt halkının eşitlik ve özgürlük talepleri imha politikalarına maruz kalıyor. İşin belki de en acı tarafı ise halk düşmanı bu savaşlarda emekçi gençlerin kullanılmasıdır. Bir an düşünelim: Kürtlere karşı yürütülen savaşta, niçin hep yoksulların evine asker cenazeleri giriyor? Otuz yıldır tesadüfen de olsa niçin zengin villalara, yüksek korumalı sitelere hiç asker cenazesi girmemiştir? Biz, bir milletvekilinin, bir bakanın veya bir fabrikatörün evine asker cenazesi geldiğini duymadık. Aslında bu gerçek, insanlık tarihi kadar eskidir. Egemenler, yoksulları hep kendi çıkarları için savaştırmıştır.
Eğer bedel ödeyeceksek, bu egemenlerin çıkarı için değil, kendi geleceğimiz için olmalıdır. Karşımızdaki halk düşmanı sistem sıkıntılı bir viraja girmiştir. Ancak kendiliğinden yok olması beklenemez. Dönem daha cesur olma dönemidir. Cesaret, korkusuzluk değildir, korkularına rağmen yürüyebilmektir. O halde, çocuklarımızın kiralık işçi olarak kölelik koşullarında yaşamasını istemiyorsak, cesaretimizle aklımızı birleştirip yürümek zorundayız.
İşçiler, Emekçiler, Gençler!
Kriz dönemleri sömürünün ve baskıların vahşet boyutlarına ulaştığı dönemlerdir. Krizlere, faşizm eşlik eder. Bu, kader değildir ve kurtuluş mümkündür. Yeter ki öz gücümüze güvenelim. İşimiz için, özgürlüğümüz için, geleceğimiz için örgütlenelim. Örgütlenelim ki insana da doğaya da düşman olan sömürü sisteminden kurtulalım. Unutmayalım ki, tek başına kimsenin kendini kurtarma şansı yoktur.
Bir taraftan elimizden alınan haklarımız için mücadele ederken diğer yandan üretenlerin yöneten olduğu bir düzeni hedeflemeliyiz. Çare sistemi iyileştirmede değildir. Çare, tüm eşitsizliklerin ve vahşetin sebebi olan sistemi ortadan kaldırmakta yatıyor.
Kurtuluş, örgütlü güç olmaktan geçiyor. Tariş direnişçilerinin kararlılığıyla, Fatsa’nın yaratıcılığıyla ve Paris komüncülerinin bilgeliğiyle örgütlenelim. Örgütlenelim ki, çürük kokular yayan emperyalizmi ve kandan beslenen faşizmi tarihe gömelim.
ZAFER DİRENEN EMEKÇİNİN OLACAK!
ÜRETEN BİZİZ YÖNETEN DE BİZ OLACAĞIZ!
DEVRİMCİ HAREKET