12 Eylül, tekellerin tam ve kesin hakimiyetidir
12 Eylül, ülkeye postal kokularının yayıldığı, tank seslerinin duyulduğu o günün sabahında, CIA ajanı Paul Henze’nin “Bizim çocuklar başardı” ifadelerinde somutlandığı gibi genelde emperyalizmin özelde Türkiyeli sermayenin ihtiyacı olan bir müdahaledir.
12 Eylül, o güne dek, “ekonomiyi dışarıya karşı koruma” bağlamında alınmış tüm önlemlerin kaldırılması, ülkenin genelde emperyalist tekeller özelde Türkiyeli sermaye için dikensiz bir gül bahçesine çevrilmesi hareketidir. Sermayenin bu operasyonu, 35 yıldır devam etmektedir. Gerek sanayide gerekse tarımda bir tasfiyenin yaşandığı, tekelleşmenin hızlandığı ve insanların kendi tohumunu üretip ekmesinin dahi yasaklandığı koşullara, bu şekilde adım adım gelinmiştir.
AKP, 12 Eylül’ün devamı ve tahkim edilerek kalıcılaştırılmasıdır
AKP’nin, iktidara ge(tiri)lişi dahil, 13 yıllık icraatı boyunca politikalarının özü, emperyalizmin ve işbirlikçi tekellerin ihtiyacına göre ekonomik, siyasi ve sosyal ilişkilerin biçimlendirilmesi olmuştur.
13 yıl sonra ortaya çıkan rejim, başından beri amaçlananın sonucudur. “Vesayete son verilmesi, ileri demokrasi, darbe karşıtlığı” gibi vurgular, darbe koşullarını kalıcılaştırarak meşru kılmak için yapılan algı operasyonlarının adıdır. Bu süreçte ortaya çıkan “Yetmez ama evet” duruşu ise, muhalif kesimlerin ehlileştirilerek, sisteme iliştirilmiş hale getirilmesinin sloganlaştırılmış özet ifadesidir.
12 Eylül açık faşizmdir
Cuntalı süreçlerden bildiğimiz açık faşizmin özelliği, egemen güçler içerisinde tekelci sermayenin, diğer bileşenleri tasfiye ederek tam ve kesin hakimiyetini sağlamasıdır. Türkiye’de bugün gelinen aşamada, bırakalım sermayenin tekel dışı bileşenlerini, tekeller içinde bile bir rekabet, tasfiye ve dolayısıyla hakimiyetin tekleşmesi söz konusu.
Diyebiliriz ki AKP’li süreçte, daha önce cuntanın dahi gaspında tereddüt ettiği, cüret edemediği haklara bile el uzatılmış, yasalardan yönetmeliklere kadar her şey sermayenin beklentileri doğrultusunda defalarca güncellenmiş, 2010 12 Eylül Referandumu, bunun finali olmuştur. Ancak sistemin en büyük krizlerinden birini yaşadığı bu süreçte Türkiye oligarşisi, ihtiyaçlarını güncellemeyi sürdürmüş, darbe karşıtlığı, Cemaat karşıtlığı vb. söylemler/yönlendirmeler eşliğinde krizin yükünü halkın sırtına yıkmak ve muhtemel tüm itirazları bastırıp suskun bir toplum yaratmak için ne gerekiyorsa yapılmıştır.
Aynı zamanda iç savaş hukukunun da ifadesi olan, İç Güvenlik Yasası, toplumun teslim alınmasında atılan son adımlardan biridir. Sanıldığının aksine, mahkemelerin yürütmeyi durdurma kararlarının uygulanmaması, irili ufaklı pek çok operasyon sonucu yasama-yürütme ve yargının tek elde toplanması, Erdoğan’ın değil, sermayenin en saldırgan kesiminin ihtiyacıdır. Erdoğan, bunun nedeni değil sonucudur; ona da temsil ettiği rejime de birlikte karşı çıkılmalıdır.
12 Eylül; Diyarbakır, Mamak, Metris Hapishaneleridir
12 Eylül, yüz binlerce gözaltı, işkenceli sorgu, 10 binlerce tutuklama, tutsaklıkta ölüm ve idamdır; tepeden tırnağa hukuksuzluktur; ezenlerin ezilenler karşısındaki güç gösterisidir. 12 Eylül’ün bugünkü tezahürü F tipidir; tecrit, hücre ve zamana yayılmış idam demek olan ağırlaştırılmış müebbettir. Tüm muhalif kesimlerin içine doldurulup etkisizleştirildiği torba davalardır; yargı tehdidinin bir silah olarak kullanılması ve F tipinin yaşamın her alanına taşınmasıdır. Bu, açık faşizmin haki renklerden arındırılarak normalleştirilmesi, güncellenerek kalıcılaştırılmasıdır; 12 Eylülün sürekliliğidir.
Çözüm, faşizmi görünür kılmakta ve Haziranlaşmaktadır
12 Eylül’ün 36. yılında ülke, cuntalardan edinilmiş tecrübeleri de içeren emperyalist ve faşist bir abluka altındadır. Giderek kapsam büyüten örgütlü bilinçli ve hedefli saldırılar, aynı zamanda halkların Haziranlaşmasına karşıdevrimci hamledir. Bunun daha açık ifadesi, bugün “Saray”ın önderliğinde somutlanan rejimin karşısında durma potansiyeli taşıyan tüm dinamiklerin bastırılması, halk güçlerinin sindirilerek teslim alınmasıdır.
Genelde bölge halkına özelde Kürt halkına ve örgütlü güçlerine yönelik saldırıların aldığı boyut; bombalamalarda, kurşunlamalarda ve mülteci katliamlarında ölümlerin çocukları da kapsar hale gelmesi, toplumun büyük bir kesiminde öfkeyi de tepkiyi de büyütüyor. Ancak tepki büyük de olsa örgütsüz; gerek duruşta gerekse hedefte dağınık ve parçalı. Egemen sınıfları bu denli cüretkar kılan sebeplerden biri de budur. Bu nedenle, öncelikle var olan faşist kuşatmanın dağıtılması ve öfkenin ortaklaşmış biçimde gerçek hedefine yönelmesi için, bir sadeleşme, bir netlik gerekiyor.
2013 Haziran’ında olduğu gibi farkları bir engel olmaktan çıkaran bir ortaklaşmaya ihtiyaç vardır. Bu yapıldığında, yani ezilenlerin duruşu netleştiği, öfkesi birleştiğinde, mevcut saldırganlığın ve karanlığın müsebbipleri; sistemleriyle, kadrolarıyla, yalan ve demagojileriyle daha net biçimde görünür olacaktır.
Faşizm, kurumları, kadroları ve sınıfsal niteliğiyle görünür kılındığında; güç ve imkan biriktirerek karşı durmak da giderek faşizme karşı birleşik cephe de mümkün hale gelir. “Daha da Haziranlaşmak” dediğimiz budur. Dostu-düşmanı sınıfsal ölçeklerle ayırmak ve doğru yerde saf tutmaktır. O zaman görülecektir ki onlar TOMA’ları, komploları ve paramiliter güçleriyle bir avuç, biz milyonlarız. Ve onlara, kavganın her kesitinde hak ettikleri yanıtı verme şansına sahibiz.