Suruç’ta, insanlığın aydınlık ve gülümseyen yüzü, kardeşlik bilinci, özgürlük ufku bombalandı. Onlarca yoldaşımız yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralandı. Maraş’tan, Sivas’tan, Roboski’den, Reyhanlı’dan tanıdığımız caniler bu kez rolünü, Kobane’ye uzanan eli kesmek üzere oynadı.
Suruç’ta yaşanan katliam, binlerce yıllık sınıflı toplum tarihinin özetidir; insanlaşmada yaşanan bozulmanın, insanlıktan uzaklaşmanın finalidir. Emperyalistleşen kapitalizmin, kâr hırsıyla gözü dönen sermayenin; dini, imanı, vatanı, gerçekte ahlaki hiçbir normu olmayan dolayısıyla da her şeyi kâra tahvil edebilen tekelciliğin sistemleşmiş biçimidir. Karartılmış ruhların barutla ve demirle aynı anlama gelmesidir.
Bir kez daha, ruhsal güzellikle ruhsal çirkinlik, insani güzellikle insandışılık karşı karşıya geldi; özgürlük düşüyle hareket edenlerle insanlığa tutsaklık dayatanlar arasındaki farklar dışa vurdu. “Mazluma dini sorulmaz” diyen kardeşleştirici anlayış, dini istismar eden ve gerçekte emperyalizm mahsulü olan tekçi anlayış tarafından katliama tabi tutuldu.
Başkasına yardıma, yıkılmış bir ülkeye omuz vermeye giderken ölmek, ölürken el ele tutuşmak, öyle herkesin yaşayabileceği durumlar, anlar, duygular değildir. Bu bağlamda diyebiliriz ki sınıflar mücadelesi, karşıt sınıfların yalnızca güçlerini değil, değerlerini de karşı karşıya getirir.
Adının IŞİD, ÖSO, AKP veya ABD olması bir şeyi değiştirmez; çünkü onların çehreleri farklı işlevleri aynıdır. Onların değerler dünyasında ve algısında sınıfsız-sömürüsüz ilişki kurmak, hesapsız-önyargısız en doğal duygularla gülümsemek yoktur. Karşılıksız-çıkarsız sevmek, yüzünü görmediği tanımadığı insanlara yardımcı olmak, onlar için gerekirse bedel ödemek veya Nazım’ın dediği gibi “yetmişinde bile, mesela, zeytin dikmek” ezenler safında yer alanların yapacağı iş değildir.
Elbette ağlayacağız, telkinler canımızın yangınını söndürmeye yetmeyecek. Öfkelenecek, hesap sorma bilincini bileyecek, duruşumuzu ve bakışımızı daha isabetli kılacağız. Ama karalar bağlamayacak, umutsuzluğa kapılmayacak, daha da önemlisi ezilenlerin kardeşliğini, Suruç’ta ölümsüzleşenlerle yoldaşlığı önemseyecek, toplam imkanlarımızı hafife almayacak, çaresizlik hissi yaşamayacağız.
Bizim nasıl Şeyh Bedreddin’e, Seyit Rıza’ya; Mahire, Denize, İbrahim’e; Mine’ye, Önder’e ve Teoman’a karşı sorumluluğumuz varsa, Suruç’ta düşenler de omuzlarımıza sorumluluk yüklüyor. Bu sorumluluğu, hiçbir gerekçeyle ertelememek, mücadeleyi gelecek ufkuyla birleştirebilmek devrimciliği bir yaşam biçimi, bir kimlik olarak görmenin gereğidir. And olsun ki kanları yerde, umutları ve amaçları yarım kalmayacak; katillerinden hesap soracak, değerlerini yaşatacağız.
22 Temmuz 2015
DEVRİMCİ HAREKET