“Büyük koro”nun Fatsa izdüşümünde
Maestroydu Fikri.
Devlet öylesine önemsedi ki bu sosyalist nüveyi
12 Eylül, önce Fatsa’ya sonra Türkiye’ye geldi…
Yöntemsel diyalektik
Sınıflar mücadelesinin en önemli, en temel özelliklerinden biridir; farklı dönem ve mekanlara dair deneyimler bir şablon gibi her döneme ve yere uygulanamaz. Olgunun sosyolojisi, ders çıkarmayı gerektirir, tekrarı veya dogmalaştırmayı değil. Sanıldığının aksine, Marksizm-Leninizm de bir “doğrular paketi” değildir; bir eylem kılavuzudur. Zaman ve mekana göre yeniden üretimi gerektirir.
Dönem değerlendirmelerinin küresel ekonomi politikle başlatılması, sırasıyla önce dünya sonra ülke ve alan değerlendirmelerinin yapılması, yöntemsel diyalektik gereğidir. Lenin’i önemli kılan budur; Marksizmin 19. yüzyıl üretimlerini 20. yüzyıla, “Emperyalist Dönem Marksizmi” olarak taşımıştır. Mahir’i Türkiye’de bu denli önemli kılan ve hala aşılamamış olmasını sağlayan temel olgu, ortaya koyduğu devrimci pratiğin yanında, Türkiye’nin Marksizmini yazmış olmasıdır. Devrimci Yol, 12 Mart sonrasının Türkiye’sinde Mahir’in/THKP-C’nin yeniden üretilmesi, Türkiye’nin Marksizminin güncellenmesidir.
Mahirler, 65-70 sürecinde 68’in özgünlüğü dahil, değişen sınıf ilişki ve çelişmelerini dikkate alan teorik ve pratik bir sürecin temsilcileridir. Miras da devamlılık da yeniden üretim de bu bağlam içinde ele alınmalıdır. Mücadele öncelikleri, tercih edilen araç ve yöntemler, o günün devlet-toplum ilişkisinden sınıfsal saflaşmalara, ekonomik ve sosyal yapılanmaya kadar çeşitli verilerin analizine dayanıyor.
İşte bu yöntem gereği, 12 Mart ve sosyal, siyasal sonuçları konuşulmadan 70’li yılların mücadelesinin ve araçlarının konuşulması eksik/yetersiz kalır. Benzer şekilde Direniş Komiteleri konuşulmadan Fatsa konuşulamaz. Direniş Komiteleri ise bir “belediyeye” indirgenemez. Evet Fatsa Devrimci Yol için bir çeşit laboratuvardı. Ama laboratuvarlardan sadece biriydi. Kendine has dinamikleri, zemini ve zorunlulukları vardı. O alanın sorunları da sorunlara çözüm yöntemi de halk katılımının sağlanma biçimi de dönemsel ve yereldir. Burada “Fatsa konjonktüreldi ve benzer bir başarı olası değildir” demek istemiyoruz. Fatsa, bağlamları ile doğru anlaşılabilirse bugünün Fatsa’sını başarmak mümkün olabilir; ancak bu tekrar değil “yeniden üretim” olacaktır. Hatta ana fikri benzese de çeşitli açılardan farklı olacaktır.
Bugün solun en büyük sorunu, tarihsel bağlamları doğru kuramamak, dolayısıyla da somut durumun somut tahlilini yapamamaktır. Örneğin Mehmet Ali Birand Fatsa’yı anlatırken “İlk sosyalist ilçe devleti operasyonla tarihe karıştı” diyebilir ama bugün devamlılık ve yeniden üretim gibi bir derdi/sorumluluğu olan kişi veya yapılar bu türden değerlendirmeler yapamaz, yapmamalıdır. O günün sosyal, siyasal, ekonomik koşulları düşünülmediğinde, hesaba katılmadığında bir şeyler hep yanlış ve eksik anlaşılır.
Fatsa, farklı bir devrim anlayışı, örgüt anlayışı ve çalışma tarzının alana izdüşümüdür. Bugün o anlayış değişmemiş ancak alandaki gerekleri, pratik karşılıkları değişmiştir. Bu bir ezber veya bir etiket değildir. Bu anlayış çerçevesinde değerlendirme ve yeniden üretim yapılmadan her aklı esenin “Fatsa benzetmesi” yapması, Fatsa’nın anlaşılmadığına örnek olabilir ancak.
Fındık sömürüsünün boyutlandığı, gazyağı, fındık kabuğu gibi dönemsel önemli ihtiyaçlara ulaşmanın güçleştiği, karaborsa ve tefeciliğin halkı bıktırdığı koşullarda devrimciler, bu türden sorunların bütününe müdahale ederek uygun/adil yöntemlerle çözüm üretirken, halkın karar alma sürecine doğrudan katılımını sağlamış; cephesel örgütlenmenin örgütsel alt birimleri, demokratik halk iktidarının nüveleri olarak tanımlanabilecek Direniş Komiteleri alan ve dönem özgülünde somutlanmıştır. “Bütün halkı savaştırmalıyız” diyen Giap’tan esinlenerek söylersek; bütün halkın sürece imkanları ve ihtiyaçları çerçevesinde katıldığı, mücadelenin uzun erimli programları tamamlayacak bir stratejik ufukla planlandığı bir süreçtir Fatsa ve Direniş Komiteleri.
Yerel seçimlerden yansıyan tablo
Bugün örneğin yerel seçimlerde kazanılacak bir belediye bir avantaj sağlayabilir; CHP’li, TİP’li, SMF’li bir aday kişisel nitelikleri gereği alanda AKP’li bir adaya oranla daha olumlu bir pratik sergileyebilir. Bu, bütünüyle önemsiz ve gereksiz de değildir; ancak konumuz gereği söylersek, bir devrim anlayışının, Parti+Cephe programatik duruşunun, sosyalizmin nüvelerini bugünden somutlamanın ifadesi olan deneyimlerle benzerliği ancak şeklî olabilir. Son günlerde yaygınlıkla gözlendiği gibi gerek seçime abartılı anlam yüklenmesi gerekse adaylık tercihindeki ölçüsüzlük vb. nedenlerle bir yerel seçimde olabilecek sınırlı kazanımların yerini kayıplara bırakması zayıf bir olasılık değildir.
Karşımızdaki yerel seçim tablosunda durum, burjuva siyasetin bir başka biçimini yerelde yeniden üretmek, sınıf karşıtlarıyla onların tarzıyla ve ölçüleriyle mücadele ediyor olmak, onlara öykünmek anlamında bırakalım Fatsa’yla zorlama benzetmeleri, uzak durulması gereken bir yöntemdir, bir çeşit burjuva zehirlenmedir.
Bugün gelinen aşamada çalışmaların ve sahip olunan ufkun, “yapacak bir şey kalmadı bari bazı belediyelerde bir-iki arkadaşımız olsun” noktasına kadar daralmış olması, süreci ve kendi rolünü okumadaki açmazlarla/yetersizliklerle ilintilidir.
Bu tarz ve ölçülerle günü kurtardığını düşünenler, bununla mutlanıp yetinenler olabilir ancak devrim ciddiyetinde, sosyalizm ufkuyla hareket edilecekse süreç tepeden tırnağa farklı bir değerlendirmeyi ve duruşu gerektiriyor.
Özetle seçimler bir kez daha turnusol işlevi görüyor. Sınıflar mücadelesinin keskinleştiği, çelişmelerin derinleştiği, hemen tüm kozların “Geniş Ortadoğu” sahasına sürüldüğü ve İsrail’in Gazze’de bocalaması oranında Türkiye’nin bölgede taşeronluk rolünün artacağının gözlendiği bir konjonktürde tüm imkanların seçim sepetine doldurulması tepeden tırnağa sorunlu bir duruşa işarettir. Devrim ufkunun kaybedilmesi, devrimci sorumluluk ve ciddiyet sınavında sınıfta kalmaktır.
Tarihten güncelliğe yöntemsel ufuk
1979-80’li yıllara oranla kapitalizm artık hayatın mümkün olan tüm kesitlerini, maddi varlıklardan insan ilişkilerine kadar hemen her şeyi belirler noktaya gelmiş; sadece kıtalara değil insan ilişkilerine de derinlemesine nüfuz etmiştir. Özellikle 1989-90 sonrasında var olan sosyalist deneyimlerin çözülmesi, sol düşüncenin alan ve moral kaybı yaşaması, sermayenin tam ve kesin hakimiyetini sağlayacak adımları hızlandırmış, çok daha saldırgan ve cüretkâr yöntemleri öne çıkarmıştır.
Sermayenin önündeki tüm engellerin kaldırılması olarak özetlenebilecek neoliberalizm, 1970’li yılların başında “Şili laboratuvarı”nda hazırlanmış ve 1980’de Thatcher+Reagan’la ilan edilmiş olsa da asıl bütünlüklü, tüm küreyi kapsayacak şekilde bozucu ve dağıtıcı niteliği 1990 sonrasında giderek daha net biçimde görünür hale gelmiştir. Ve yaklaşık 50 yıllık bir sürecin sonunda bugün hayatın kılcallarına dek işlediğini, nüfuz ettiğini söyleyebiliriz.
Bugün artık kapitalizmin bu aşamasında, gezegenin varlığından insan dahil tüm canlıların devamlılığına kadar her şeyin örgütlü kötülüğün hedefi haline geldiğini söyleyebiliriz. Bu süreçte her şey özelleştirilip metalaştırılırken, dünya bir pazara insan da bir metaya/müşteriye dönüşmüş, toplumsal/kolektif tüm nitelikler, sistemin bozucu-dağıtıcı saldırı ve yöntemlerine maruz kalmıştır.
Bu koşullarda direnmekten dayanışmaya kadar kolektif davranmanın örgütlü biçimleri hiç olmadığı denli önem kazanmış, adeta bir varlık koşulu haline gelmiştir. Bu açıdan ve bu alanda geçmişten bugüne pek çok deneyim biriktirmiş olan devrimci-demokratik yapıların bilinçlendirme çalışmaları dahil yol göstermesi ve örnek model oluşturması büyük önem taşıyor. Öncelikle bunun tek yolunun “yerel yönetimler” veya genel anlamda “seçimler” olduğu biçimindeki yanlış algı aşılmalı ve hayatın her kesitinde her dönem halk örgütlülüğünün geliştirilmesine çalışılmalıdır.
Fatsa’dan çıkarılan dersler bize gösterdi ki halkın kendi gücü; bir saldırgana veya sömürücüye karşı da çevre, doğal felaket vb. sorunlarda da iradenin bir “yönetici” tekelinde olmasından çok daha başarılı sonuçlar vermektedir. Böyle bir örgütlülüğe ulaşıldıktan sonra mesele “oy” olduğunda Fikri Sönmez gibi tüm burjuva partilerin toplamından daha fazla oy almak mümkün hale geleceği gibi kapitalizmin her şeyi araçsallaştıran, parçalayıp metalaştıran bozucu/yıkıcı/dağıtıcı etkisini de göğüslemek mümkün olacaktır.
Paris Komünü’nden Taksim Komünü’ne, Sovyet deneyiminden Parti-cephe ve Direniş Komitelerine kadar mücadele tarihi, izlenecek YOL’a ve uygulanacak yönteme dair öğretici derslerle doludur. Yeter ki çözümü doğru yerde ve doğru biçimde arayalım. Sınıf karşıtlarımıza öykünerek günü kurtarmayı değil bize yakışacak özgürlükçü YOL ve yöntemleri rehber edinelim.
Devrimci Hareket
10 Şubat 2024