TEKEL İŞÇİLERİNİN DİRENİŞİ YOL GÖSTERİYOR
Kimi direnişler vardır ki içinde bulunduğu tarihsel kesitte, amaçladığından daha büyük kazanımların önünü açar. Bu tip direnişler, örgütlülük ve politiklik seviyesini aşan anlamlar kazanabilir. Türkiye işçi sınıfı tarihinde böylesi eylemlerin başında “Kavel” direnişi gelir.
Kavel direnişinin iz bırakmasının asıl sebebi, biriken öfkenin akacak bir kanal bulmasıdır.80’li yıllarda başlayan ve hız kesmeden süren özelleştirmeler sonucu, yüz binlerce işçi işsiz kaldı. İşsizliğin büyümesine koşut olarak, kazanılmış temel haklara yönelik saldırılar da giderek arttı. Emeklilik yaşının 65’e, prim gün sayısının 7200 güne çıkartılması, SGK, GSS gibi uygulamalara, Özel İstihdam Büroları Yasası, Esnek Çalışma, Kıdem Tazminatı’nın kaldırılması gibi hazırlıklar da eklendiğinde, işçi sınıfı kölelik koşullarıyla karşı karşıya geldi. Tüm bu saldırıların belki de ortak paydasını oluşturan durum ise “güvencesiz çalışma düzeninin” getirilmesi şeklinde özetlenebilir. İşte Tekel işçilerinin direnişi bu koşullarda ortaya çıktı.
Tekel fabrikalarının tarihsel gelişimi incelendiğinde, işçileşme sürecinin özgün örneklerinden birine rastlarız. İlk olarak tütün işletmesi şeklinde oluşturulan bu iş yerleri, tütün üretiminin yapıldığı bölgelere yakın yerlere kurulmuştur. Doğal olarak çalışanlarını da bölge insanlarından sağlamıştır. Tütün işletmelerindeki yeni işçiler aslında tarım kesiminin topraksız veya az topraklı köylüleri idi. Tarımla bağlarını koparmamış bu işçilerin örgütlenmesi ve kendilerini işçi gibi hissetmesi epeyce zaman almıştır. Ayrıca kadın emeğinin fabrikalardaki ilk örneklerinden olması da ayrı bir önemi ifade etmektedir.
Bu günlerde gözden kaçan bir diğer ayrıntı da Tekel fabrikalarındaki istihdamın sosyal niteliğidir. Tasfiye edilen 12 bin Tekel işçisinin 300 kadarı engelli işçilerden oluşmaktadır. Yine mevcut işçilerin 1200 kadarı ise yetiştirme yurtlarında büyümüş kimsesiz çocuklardan oluşmaktadır. Bu iki olgu bile sosyalizmin, kapitalist dünya üzerindeki baskısı nedeniyle hayat bulmuş uygulamalardı. Bugün yaşanmakta olan, yalnızca Tekel’in kapatılması değil, aynı zamanda sosyal yararın gözetildiği son örneğin de kaldırılması anlamına gelmektedir.
Tekel fabrikaları da diğer KİT’ler gibi satılmış ve sermayeye peşkeş çekilmiştir. Satılan Tekel fabrikalarının işçilerine ise, kazanılmış tüm hakları gasp edilerek kölelik koşulları dayatılmaktadır. Peki neler dayatılıyor Tekel işçilerine? Dayatılan yeni koşullara göz atacak olursak; İşçiler 4-C kapsamında başka bir devlet kuruluşunda istihdam edilecek. 4-C sözleşmeli personel uygulamasını ifade etmektedir. Yılda 10 ay çalışmayı öngörmektedir. 4-C kapsamında olanların sözleşmeleri devlet tarafından istendiği an tek taraflı feshedilme riskini taşımaktadır. Tekel fabrikalarında kazanmış oldukları bütün özlük ve sendikal hakları ortadan kaldırılmaktadır. (Tekel fabrikalarında şu an için ortalama 1200 TL ücret alan işçiler, 4-C kapsamına geçince 600 lira civarında ücret almaya başlayacaktır.) Ayrıca kamu kurumlarında çalışmak için işçinin yaşadığı il değil, ihtiyaç duyulan ilde çalışması dayatılmaktadır. Tüm bunların dışında, birikmiş ikramiyeler ve kullanılmamış izinler de siliniyor.
Bu dayatmaların içerisinde en yakıcı olanı ise işçinin oturduğu ilde istihdam edilmeyip çok uzak illerden kendisine iş gösterilmesi ki, çoğu işçi bu durumda işe başlamayacak. Diğer özelleştirmelerde de en çok rastlanan durum buydu.
Aslında bugün Tekel işçilerine uygulanan baskılar, daha önceki KİT tasfiyelerinde de uygulandı. Peki, bugün farklı olan ne ki Tekel işçilerinin direnişi bu denli gündeme oturdu? Baskı ve sindirmeler, en temel işçi haklarının gasp edilmesi, işsizliğin geldiği korkutucu boyut, kısacası bıçağın kemiğe dayanması diyebiliriz. Tekel işçilerinde somutlanan kararlılık, emekçilerin birikmiş öfkelerinin ifadesi olarak okunabilir. Öyle ki Tekel işçileri, üyesi oldukları Tek-Gıda İş’in tüm bozucu çabalarına rağmen Ankara’ya geldi. Adeta el yordamıyla yollarını arıyor ve ilerliyorlar. Tek Gıda İş’in yargıda devletle hangi pazarlıkları yaptığını tüm işçiler biliyor. Buna rağmen kendi sendikalarını ve Türk-İş’in işbirlikçi oyunlarını da bozarak geliyorlar. Öylesine dipten geliyorlar ki devletle gizli pazarlıklara giren sendika ağalarını da alanlara sürüklüyorlar.
Ankara’da Türk İş binasının önünde direnişine devam eden Tekel işçileri, toplumsal desteği de arkasına alarak mücadeleyi büyütüyor. Tekel işçileri, meşruiyetinden aldığı güçle yalnızca devletin gerçek yüzünü açığa çıkarmakla kalmıyor, aynı zamanda uzlaşmacı sendika ağalığını da teşhir ediyor. Bu yanlarıyla bakıldığında bile, direnişin politik kazanımlarının ne denli önemli olduğu anlaşılacaktır. Tam da bu nedenle, soyut ve örgütlülük seviyesini aşan önermeleri değil, kazanımları ve toplumsal desteği zafere dönüştürme çabasını öne çıkarmak gerekmektedir. Bugünün koşullarında genel grev önerisi eğer bir motivasyon sloganı değil de politik önerme ise, bunun bugünkü örgütlülük seviyesine uygun olmadığını düşünüyoruz. Çünkü sınıflar mücadelesinde en son söyleneceklerin en başta söylenmesi, programlı mücadele anlayışının değil, günlük heyecanların penceresinden bakmanın ürünüdür.
Bugün Tekel işçileri büyük bir kararlılıkla hem devletin terörüne hem de Ankara’nın ayazına karşı eşine az rastlanır bir direniş sergiliyor. Bu kararlılık karşısında devletin bir ‘ara çözüm’ bularak direnişi gündemden düşürme şansı da giderek azalıyor. Bu nedenle devlet, dilindeki bütün kirli kelimeleri dökmeye başladı. Çünkü, Tekel direnişi bugünün koşullarında bir misyon üstlenmiştir. Direnişin kazanıma dönüşmesi devleti tedirgin ediyor. Tekelde somutlanacak bir zafer, yeni direnişleri harekete geçirme potansiyeline sahiptir. “Hak verilmez alınır” ilkesinin burada hayata geçmesi, emekçilerde büyük bir motivasyon ve morale yol açacaktır. Bundan dolayı devlet, bu direnişin kazanıma (zafere) dönüşmemesi için düşmanca tavrında ısrar edecek gibi gözüküyor. Bu noktada devrimci sendikacılara önemli görevler düşmektedir. Direnişi büyütmenin ve dayanışma eylemlerini çoğaltmanın yollarını aramak ve yol gösterici olmanın tam zamanıdır. Devrimci işçiler, soyut ve işçilerin politik seviyelerini aşan sloganlardan kaçınırken, sendikaların işbirlikçi karakteri konusunda da açıklayıcı tutum sergilemek durumundadır. Burada devrimcilerin görevi iyi bir öğretmen olabilmektir. Çünkü iyi bir öğretmen; kendi bildiğini anlatan değil, öğrencinin bildiğinden başlayandır.
Tekel direnişinin bir başka öğretici yanı da Türkiye’nin her tarafından gelen işçileri, emek ekseninde birleştirmesidir. Gelen işçilerin; Türk, Kürt, Alevi, dindar olma gibi özelliklerine rağmen aynı sloganları haykırmaları bugün her zamankinden daha anlamlıdır. Tekel işçileri, ortak örgütlenmenin ve muhalefetin birliğinin önemini bir kez daha açığa çıkarmıştır. Devletin işçileri bölmek için “Aranızda provokatörler var” demesi de, Deniz Baykal’ın Kürt hareketiyle işçileri karşılaştırarak bölme çabalarına destek olması da işe yaramadı. Tekel işçileri tüm bu bozucu ve emek cephesini bölücü çabalara, “Tek el tek yumruk olduk” şeklindeki tavrı ile cevap verdi. Sınıfsal çıkarlarında yan yana gelmeyi başaran kitleler, büyük başarılara imza atarlar. Politikleşerek yan yana gelen kitleler ise iktidara yürürler.
Tekel işçilerinin, bugüne kadar sergiledikleri direngenlik birçok kazanımı bağrında taşıyor. Ancak bu direnişin özlük haklarını elde etmeksizin sonlanması, bilinmelidir ki devrimci bir önderliğin eksikliğinden kaynaklanacaktır.
Bugün, Tekel işçilerinin direnişini büyütmek, sistemden memnun olmayan yığınların umudunu yeşertmekle eş değerdir.
2 OCAK 2010
DEVRİMCİ HAREKET