EMEKÇİLERE SALDIRININ YENİ ADI: TORBA YASA
Şu günlerde TBMM’de, emekçiler için yıkım anlamına gelen yeni bir saldırı paketi oylanıyor. Torba yasa adı verilen saldırıların büyük bölümünün meclisten geçmesi bekleniyor.
Emekçilerin kazanılmış haklarını ortadan kaldırmayı hedefleyen tasarı, tümüyle uluslar arası tekellerin ve yerli sermaye kesimlerinin ihtiyaç ve istekleri doğrultusunda hazırlanmıştır. Aslında günümüzde yürürlüğe konulan saldırı yasalarının amacını anlayabilmek için, işçi sınıfının kazanım elde etmeye başladığı ilk dönemleri hatırlamakta yarar vardır. İşçilerin örgütlenme deneyiminin bulunmadığı ve işyerlerinin dağınık olduğu süreçte, işçiler azgın bir sömürüyle yüz yüze gelmişti. Ne zaman ki işçiler aynı iş yerinde buluştu ve güçlerinin farkına vardı, işte o zaman örgütlülük de kendini gösterdi. Ve örgütlenmenin sonucunda işten atmalar, çalışma süreleri ve çalışma koşulları işçilerden yana değişmeye başladı.
İşçi sınıfının bu kazanımları, sosyalizmin varlık gösterdiği dönemlerde daha da ileriye gitti. Hatta emperyalist sistem sosyal devlet uygulamasına geçmek zorunda kalmıştı. Bugün ise tüm dünyada işçi sınıfının kazanılmış haklarına topyekûn bir saldırı söz konusudur. Saldırıların merkezinde ise emekçilerin örgütlenmesini engelleyerek emeği daha ucuza getirme amacı vardır. Emperyalizmin girmiş olduğu kriz, emeğe saldırıların yoğunlaşmasına sebep olmaktadır.
TORBA YASA İSTİHDAMI SERMAYE LEHİNE DÖNÜŞTÜRÜYOR
Artık istihdam yeniden biçimlendirilmektedir. Mücadele ve ödenen bedellerle oluşturulan dengeli sayılabilecek istihdam, sermayenin ihtiyaçlarına göre dönüştürülmektedir. İstihdam, sermayenin önceden belirlenmiş hedefleri ve ihtiyaçları doğrultusunda, “serbest piyasa” koşullarına uygun olarak esnek, kuralsız ve güvencesiz bir içerikle yeniden düzenleniyor. Bu düzenlemeler merkez ülkelerde küçük parçalar halinde gündeme getirilirken, bizim gibi ülkelerde torbalarla hayata geçiriliyor. Saldırıdaki bu tutum farkının temelinde, işçi ve emekçilerin mücadele ve hak alma geleneklerinin etkisi vardır. Avrupa’da parçacıklara olan tepkiler ölçülerek ilerlemeye çalışan sermaye, örgütlülük seviyesinin düşük olduğu Türkiye’de ise daha hızlı adımlarla ilerlemektedir.
Torba yasa olarak adlandırılan ve şu günlerde mecliste oylanan düzenlemeler, birbirinden farklı birçok alanı ilgilendirmektedir. Memurlar, işçiler, Sosyal Güvenlik Yasası, stajyer çalışanlar vb. birçok konu aynı torbada oylanmaktadır. Ve bu adım, emekçilerin kazanımları açısından sonun başlangıcı anlamına geliyor. Çünkü 657 DMK’nun tümünü değiştirmek çok tepki alabilirdi. Ancak, güvenceli çalışma yaşamını ortadan kaldırıp esnek çalışmayı bu yasa ile gerçekleştirdikten sonra, Yeni Personel Rejimi Yasası’nı çıkarmak daha kolay olacaktır. Hatta diyebiliriz ki Torba Yasa, Yeni Personel Rejimi Yasası’nın temellerini atmaktadır. Yine aynı şekilde, işçi haklarının enine boyuna budanmasına yol açan Torba Yasa, devamında Kıdem Tazminatı’nın kaldırılmasını da kolaylaştıracak bir ortam yaratmaktadır. Bu nedenle Torba Yasa, ölümcül darbelerin indirilmesi için yapılan bir hazırlıktır demek daha doğrudur.
Peki, Torba Yasa neleri hedeflemektedir? Magazin kısmını bir yana koyacak olursak;
- Güvencesizleştirmenin ve esnek çalışmanın kamuda yaygınlaştırılması,
- Ücretli Kölelik dönemi,
- 4/C uygulamasının yaygınlaştırılması,
- Atamaların daha da siyasallaştırılması,
- Suskun, itiraz etmeyen, itaatkâr memur profilinin yaratılması,
- Emekçiler arasında rekabeti derinleştirmek hedeflenmektedir.
Egemen sınıfların hedeflerini tek tek ele almak konunun ciddiyeti açısından önemlidir. Peki, sık sık kullanılan esnek istihdam ne demektir?
Öncelikle bunun tanımlanması konunun anlaşılabilmesi için yararlı olacaktır. Esnek istihdam; emeğin üretim sürecinin gereklerine, işin ve işyerinin ihtiyaçları ve sermayenin isteklerine göre, kurallara bağlı kalmadan, kolaylıkla uyum ve uygunluk sağlayacak şekilde, sürekli ve yeniden düzenlenmesi olarak tarif edilir. En yaygın kullanılan esnek çalışma biçimlerini sıralarsak, herkese tanıdık gelecektir.
- Aynı kişinin farklı işleri yapabilmesi,
- Az kişi ile daha çok iş yapmak,
- Çalışma zamanının patronun ihtiyaç ve isteğine göre belirlenmesi,
- Performansa ve cinsiyete göre ücret verilmesi,
- Taşeron kullanımı.
Esnek çalışma diye tanımlanan uygulamaların tamamı, patronların kar amacına hizmet eden, aynı zamanda emekçilerin güvencelerini ve kurallı çalışmasını ortadan kaldıran bir içeriğe sahiptir. Yukarıda sayılan uygulamaların tümünün herkese tanıdık geldiğini biliyoruz. Ancak Torba Yasa ile bu uygulamalar “İş Yasası” haline getirilmektedir. Söz gelimi bu güne kadar 657 sayılı DMK’na bağlı çalışanlar tanımlı görevleri haricinde çalıştırılmıyordu. Ancak yeni düzenleme ile “Devlet Personel Başkanlığı’nın uygun görüşü alınarak diğer kamu kurum ve kuruluşlarında 6 aya kadar geçici süreli olarak görevlendirilebileceğine” ilişkin düzenleme yapılmış. Yani bir hemşire, Tarım Bakanlığı bünyesinde veya bir öğretmen Adalet Bakanlığı’nın bir biriminde görevlendirilebilecek. Burada mesleki eğitim veya isteğe bağlılık söz konusu değildir. Bu değişiklik, tam bir sürgün yasası olarak kullanılacak.
Bu durum tersten okunacak olursa, iktidara yakın olan kamu çalışanları için ödül olarak da kullanılabilir. Bu durum, yukarıda açıklamaya çalıştığımız esnek çalışmanın tüm biçimlerini içermektedir. Aynı kişinin farklı iş yapması, istenen zamanlarda çalıştırılması vb. uygulamalarla tam bir kuralsız çalışma biçimi getirilmektedir. Bu madde, sözleşmeli olmaya direnerek, kadrolu çalışma hakkından vazgeçmeyen memurları hizaya getirmede de kullanılacak bir yapıya sahiptir.
Yine memurlar için “sicil” kavramı yerine “disiplin” kavramı getirilerek tehdit altında çalışma yaşamı dayatılıyor. Mevcut durumda 6 yıl olumlu sicil raporu alan memura bir kademe ilerlemesi verilmektedir. Ancak Torba Yasa, “8 yıl disiplin cezası almayanlara bir kademe ilerlemesi” getirirken sicil uygulamasını da kaldırıyor. Bu maddeye bağlı olarak disiplin amiri olarak da ilçelerde Kaymakam, illerde Valiler belirleniyor. Yani bundan sonra kurumlar kendi bünyelerinde işin vasıflarına göre disiplin amiri ile değil, hükümetin atadığı mülki amirle yüz yüze kalacak demektir. Bu da sürgün ve cezaların artacağı ve memurların kölece bir itaate zorlanacağı anlamına gelmektedir.
AKP, bu gibi saldırıları topluma açıklarken eski-yeni ikilemini kullanmaktadır. Muhtemeldir ki 657 sayılı DMK için de “çağa uymayan eskimiş bir yasaydı” diyerek algıları yönlendirmeye çalışacak. Oysa çağdaşlığın ölçütü yürürlüğe giriş tarihi değil, insanı merkez alıp almamasıyla ilgilidir.
GSS YENİ VERGİ SİSTEMİ GİBİ DÜZENLENİYOR
Yukarıda belirttiğimiz gibi; Torba yasa yalnızca bir kesimi hedefe koymamakta, adeta toplumun tamamının geleceğini şekillendirmektedir. GSS çerçevesinde de yeni düzenlemeler gündeme taşınmıştır. GSS’nin kapsamı genişletilerek halktan toplanacak paralar, adeta yeni vergi biçimine dönüştürülmektedir. Düzenlemeye göre; çıraklar, stajyer öğrenciler, kısmi zamanlı çalışan öğrenciler, yabancı uyruklu öğrenciler, stajyer avukatlar, İŞKUR’un açtığı meslek edinme kurslarına katılanlar kendileri üzerinden GSS kapsamında olacaklar. Yani öğrencilerin üç kuruşluk harçlık düzeyindeki ücretlerine dahi göz dikilmiş. 1 Ocak 2012’de yürürlüğe girecek olan GSS sonrasında herkes gelirinin % 12,5 oranında prim ödemedikçe sağlık hizmetlerinden yararlanamayacaktır. Ayrıca ayda 30 günden az çalışanlar geri kalan primlerini 30 günde tamamlayacak şekilde kendileri ödemek zorunda kalacaklardır. Bu uygulamada yine 1 Ocak 2012’de yürürlüğe girecek.
Hazırlanan devlet bütçesi büyük oranda vergi ve ceza gelirlerine dayandırılır. Devletin toplamakta olduğu vergilere göz atacak olursak; tüketim üzerinden toplanan gelir vergisi toplam vergilerin % 70’ini oluşturuyor. Çalışanlardan alınan vergi ise toplamın % 21’ine denk düşmektedir. Toplam vergi içerinde sermayeye ise % 9’luk dilim düşmektedir. Bu vergideki adaletsizlik yetmezmiş gibi halktan ayrıca GSS kapsamında da paralar toplanmaya başlanacak. Burada halkın “sağlık için para ödüyorsam, niçin vergi toplanıyor?” sorusunu sorma hakkı doğuyor.
Torba yasa elbette ki bunlarla yetinmiyor. Asgari ücretlilerin yaş sınırı yükseltilerek, işveren üzerindeki prim yükü azaltılıyor ve asgari ücretle çalışan yaklaşık 250 bin gencin ücretinden ortalama 85 TL daha kesilmesi yoluna gidiliyor.
Gençlik üzerindeki emek sömürüsü stajyer öğrenciler için de düşünülmüş. Staj yapılabilecek iş yerlerinin sayısı artırılarak, “ Staj yapan öğrencilerden 18 yaşını bitirenlere asgari ücretin 1/3’ü kadar ücret verilecek” denilmektedir. Bu oran daha önce asgari ücretin 2/3’ü kadardı. Görüldüğü gibi gençliğin emeği çok ucuza patronlara peşkeş çekilmektedir.
Çalışanlarda patronların lehine olan “deneme süresi” uygulaması vardı. Bu uygulama 25 yaş ve 2 ay ile sınırlıydı. Şimdiki düzenleme ise yaş sınırını kaldırıyor ve deneme süresini 4 aya çıkartıyor. Böylece 4 ay sonunda, çalışanlar rahatlıkla işten atılacak ve patronlar yeni deneme süreleri için yeni işçiler alacaktır. Ayrıca işten atılanlar da her yeni işe “ilk defa” girdiği için sürekli “deneme süresi” içinde çalışmak ve 4 ay sonra işten atılmak zorunda kalacaktır. Bu da zaten zor olan emeklilik hakkını imkansız hale getirmektedir.
TORBA YASA SERMAYEYE KAYNAK AKTARMAYI YASALAŞTIRIYOR
Bir de sermayeye devlet eliyle kaynak aktarımı söz konusu. Bunu bir defa açıktan yapma yerine, kılıfına uydurarak süreklilik kazandırmaktadır. Bu yöntemlerden biri de “kısa çalışma ödeneği”dir. Torba yasa tasarısının 58. maddesi ile “Genel ekonomik, sektörel veya bölgesel kriz sebebiyle işyerindeki haftalık çalışma sürelerinin geçici olarak önemli ölçüde azaltılması veya işyerinde faaliyetin tamamen veya kısmen geçici olarak durdurulması hallerinde, işyerinde üç ayı aşmamak üzere kısa çalışma yapılabilir.”, ifadesi kullanılmış. 4447 sayılı kanunda daha önce “genel ekonomik kriz ve zorlayıcı sebepler” biçiminde olan ifade daha da genişletiliyor. Örneğin talep azalmasına bağlı olarak yaşanacak sektörel ya da bölgesel bir kriz durumunda işverenlerin kısa çalışma ödeneğine başvurması kolaylaşıyor. Ayrıca “kısa çalışma ödeneğinin 6 aya kadar uzatılmasına ve işsizlik ödeneğinden mahsup edilmesine Bakanlar Kurulu karar vermektedir”, deniliyor.
Kısa çalışma ödeneğine kısaca değinmek gerekirse; işverenin kriz vs. sebeplerle üretime ara vermesinin hükümetçe makul görülmesine dayanmaktadır. Genel ekonomik kriz veya zorlayıcı sebeplerle üretime üç aya kadar ara veren patron, işçileri kısa sürelerle çalıştırıyor ve işçilere çalıştığı saat üzerinden ücret ödüyor. 2 bin lira ücret alan bir işçinin günde iki saat çalıştırıldığını kabul edersek, geriye kalan 6 saatlik ücreti devlet kendi kasasından ödüyor. Ancak burada başka bir durum daha ortaya çıkıyor. Devlet, işçiye ödediği parayı işsizlik ödeneğinden düşerek, işçinin ileride işsizlik fonundan para almasının önüne geçiyor. Yine de bu durum ilk bakışta işçilerin lehine gibi algılanmaktadır. Oysa durumun iç yüzü hiç de öyle değil. Çünkü devletin ödediği kısa çalışma ödeneği, asgari ücrete endekslendiği için 2 bin lira ücret alan işçinin aylık geliri, % 50’den daha fazla kayba uğramaktadır. Bunun yanında patronlar, kısa çalışma ödeneğini elde ettikten sonra kıdem tazminatını ödemeden işçileri işten atma avantajını kazanmaktadır. Çünkü kriz nedeniyle üretimi durdurma fiilini devlete de onaylatmış olan işveren, işçi çıkartmanın yasal dayanaklarını oluşturmuş demektir. Böylelikle patronlar, üç ayın bitiminde fabrikayı kapatmama adına işçi çıkarmanın mali yükümlülüklerinden kurtulmuş oluyor. Kısacası kısa çalışma ödeneği, işçilerin gelirlerini ve geleceklerini tırpanlarken, patronları ihya etmektedir.
TORBA YASAYLA İŞSİZLİK SİGORTASI FONU PATRONLARA AKTARILIYOR
Tasarıyla 31 Aralık 2015’e kadar işe alınacak her işçinin sigorta primlerinin patrona ait bölümü işsizlik sigortası fonundan karşılanacak. Düzenleme bir de yaş sınırı getiriyor. 18-29 yaş arası işe alınacakların sigorta primlerinin işverene ait tutarlarının, işe alınmasında itibaren işsizlik sigortası fonundan karşılanmasını ön görüyor. Yasa bu haliyle 30 yaşın üstündeki insanların iş bulmasını neredeyse imkânsız hale getiriyor.
Emek üzerinden oluşturulan işsizlik fonu; işsiz kalanlara aktarılması gerekirken, istihdamı artırmak amacıyla patronlara aktarılıyor. Tam bir soygun ve talan düzeni oluşturulmaktadır.
İşçiler, emekçiler için yıkım anlamına gelen bu düzenlemeler kimi magazin tarafı yüksek düzenlemelerle birlikte yasalaştırılmaktadır. Örneğin üniversiteden ilişiği kesilenlere sınırsız af çıkartılıyor (Devrimciler hariç). Bu genellikle demokratik, iyi niyetli bir adım olarak görülüyor. Oysa devletin üniversite mezunlarına iş bulma yükümlülüğünden kurtulduğu şu süreçte, kaç kişinin üniversite mezunu olduğu kimsenin umurunda değildir. Hatırlanacağı gibi, eskiden üniversite bitirenlerin işsiz kalması hükümetler üzerinde baskı oluştururdu. Artık böyle bir basınç olmadığına göre, kaç milyon insanın üniversite bitirdiği de önemsiz hale geliyor. Peki, o zaman üniversite affı niçin çıkartılıyor? Bunun bir tek amacı vardır. O da harç parası üzerinden yeni kazanç kapıları oluşturmaktır. 700-800 bin kişinin üniversiteye dönmesi bekleniyor. Toplanacak harç paralarının hatırı sayılır bir yekûn tutacağını tahmin etmek zor değildir.
Bu düzenlemeleri okumanın bile insana ne kadar sıkıntı verdiğinin farkındayız. Egemen sınıflar, istihdamı kendi ihtiyaçlarına göre hükümet eliyle yeniden biçimlendiriyor. Sermaye büyük avantajlar elde ediyor. Peki, bu düzenlemeler sonucu tüm kazanımlarını yitirecek olan emekçiler ne yapmalı?
SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ İTİRAZ ETMEYİ AŞAN BİR DURUŞU GEREKTİRİYOR
Bu soruya sendikal mücadele üzerinden üretilecek cevaplar yetersizlik içerecektir. Sendikalı emekçi sayısı hesaba katıldığında bile cephenin daraldığı görülecektir. Kaldı ki bu saldırılar salt örgütlü (sendikalı) işçileri değil, milyonlarca emekçiyi ilgilendirmektedir. O nedenledir ki sorunun asıl muhatabı emekçilere önderlik göreviyle karşı karşıya olan devrimcilerdir. Sistemin saldırılarından etkilenen tüm emek güçleri, siyasal bir perspektifle örgütlenmelidir. Çünkü saldırı tek başına ekonomik karakterli değil, aynı zamanda tekellerin gerici, baskıcı tercihini de ortaya çıkarmaktadır. Bu yüzden tekellerin saldırılarına karşı sistem reddiyesini temel alan en geniş cephe oluşturulmalıdır. Günübirlik ve konu bağlamlı oluşturulan birlikler başarılı olamadığı gibi uzun ömürlü de olamamaktadır. İyi niyetli yaklaşımlar emek düşmanı politik saldırıları püskürtmeye yetmemektedir.
Acil ve ertelenemez bir ihtiyaç olan örgütlü direniş için, devrimcilerin sorumluluk alarak sürece müdahil olması gerekiyor. Bunun için; yaşanan süreci tanımlayıp buna uygun çözümler üretmek gerekiyor. Bu çözümlere hangi yöntem ve araçlarla ulaşılacağını netleştirmek, hedefler kadar önemlidir.
Böylesi bir cephenin yaratılması çabalarına katkı olacağı düşüncesiyle; emek süreçlerinin parçalanarak ayrı statülerle birbirinden yalıtıldığı günümüz koşullarında, “ortak çalışanlar yasası” talebi, bir kaldıraç görevi üstlenebilir. (Çalışanların farklı statülerle birbirinden yalıtıldığı bu koşullarda, egemenlerin saldırısı topyekun bir karşı koyuşa imkan tanımamaktadır. Oysa herkesin talebinin, kadrolu , güvenceli , eşit işe eşit ücretin verildiği ortak bir çalışma yasasında tanımlanması, örgütlenmeyi ve tepkileri de ortaklaştıracaktır. ) Tüm emekçilerin ortak bir çalışma yasası talebi ve beraberinde ortak emek cephesiyle kayıpları durdurması ve yeni kazanımlara imza atması hiç de zor olmayacaktır.
29 OCAK 2011
DEVRİMCİ HAREKET