TUNUS İSYANINDAN DERSLER VE SONUÇLAR
Dünyanın çeşitli ülkelerinde işsizliğin en çok vurduğu kesimler ve ağırlıklı oranda gençlik özellikle Avrupa’da sokağa inmiş, çeşitli eylemler gerçekleştirmekteydi. Gıda fiyatlarının yükselmesi sonucu açlığın vurduğu Hindistan, Bangladeş gibi ülkelerde protesto gösterileri yapılmıştı.
Benzer nitelikte eylemlerin beklenmekte olduğu BM, IMF tarafından bile rapor ediliyordu. Ancak tüm bunlara rağmen Tunus’taki olaylar hiç beklenmedik bir anda geldi. Tunus’ta yaklaşık bir haftadır süren gösteriler sonucu 23 yıldır iktidarda olan Zeynel Abidin Bin Ali ülkeden kaçtı. Krizin de etkisiyle uzun süredir devam eden hoşnutsuzluk bir kıvılcımla yangına dönüştü.
Tunus, bölgedeki tek laik yaşamı benimsemiş ve oturtmuş bir ülkedir. Dolayısıyla kadınların %60’ı üniversite mezunudur. Kültürel gelişkinliğiyle bölge ülkelerinden daha özgün bir yapıya sahiptir. Tunus, Fas ve Cezayir Fransa tarafından adeta cetvelle bölünmüş, aynı halkın arasına sınırlar çekilmiştir. Petrol yönünden en yoksul olanı Tunus’tur. Tunus ekonomisin lokomotifi turizmdir. Krizle birlikte turizm gelirlerinin düşmesi ve ekonomik yetersizlikler tetikleyici sebeplerden biridir.
Tunus’un içine düştüğü durumun sebeplerinden biri de uzun süredir uygulanan IMF programıdır. Uygulanan programların da etkisiyle resmi işsizlik oranının %14’e çıktı. Gençlik arasında ise bu oran %31’e ulaşmıştı. İktidarın mevcut kaynakları kendi yandaşlarına aktarması, yeni zengin bir zümrenin oluşması tansiyonun yükselmesinde önemli bir diğer faktördür. Rejim, emperyalizmle ilişkilerini geliştirdikçe daha fazla yozlaşmış ve baskıcı karakteri belirginleşmişti. Emperyalizm ile girilen ilişkiler Tunus’u Irak ve Afganistan işgallerinde müttefik ülke konumuna sürükledi. ABD ile yapılan tatbikatlar ve girilen askeri ilişkiler rejimin halka ne kadar yabancılaştığının ve olacakların habercisi gibiydi.
Tunus’ta yaşanan isyanın daha çok kendiliğinden bir patlama sonucu olduğu gözüküyor. Birkaç günlük sokak gösterisi aniden isyana dönüştü. Basına yansıdığı kadarıyla ABD temsilcileriyle görüştükten sonra ordunun hükümetten desteğini çekmesi Bin Ali’nin kaçışını hızlandırdı. Zeynel Abidin Bin Ali’nin sığınma isteğinin pek çok ülke tarafından reddedilmesi ardından rejim olarak birbirine zıt bir ülke olan Suudi Arabistan’a sığınmasını ABD’nin sağlamış olması da dikkate değer.
ABD, işbirlikçi dahi olsa ipliği pazara çıkmış, hiçbir toplumsal desteği kalmamış, despot bir kişiliği desteklemektense isyanı destekliyor görüntüsü altında mevcudu korumaya, gücünü ve etkisini daha derinlemesine yaymaya çalışıyor. ABD ve AB’nin ölçüsü gerçekten demokrasi olsaydı en başta Suudi Arabistan, Katar vb. ülkelerin yöneticilerine karşı çıkmaları gerekmez miydi?
ABD, Tunus’ta halkın korku duvarını yıkıp sokağa taşan öfkesinin karşısında durmak yerine olayları tasvip ediyor görüntüsü altında hem süreci kontrol altına almaya hem de mümkün olduğu kadar daha işbirlikçi bir yönetim oluşturmaya çalışıyor. Ortadoğu’da kendini yakma biçiminde benzer tarz ve yöntemlerin kullanılması bir anlamda ezilenler arasındaki esinlenmeyi gösterse de her ülkenin kendine has farklı koşulları olduğu, hiçbir tarihsel olayın aynı biçimde tekrarlanamayacağını göz önünde bulundurmak gerekiyor. Tunus’ta gelişen isyan ile halklar arasında gerici yönetimlerden kurtulunabileceği intibaı oluşsa da emperyalistler demokrasi ve özgürlüğü değil daha işbirlikçi, itaatkâr yönetimleri tercih eder. Bu yüzden Ortadoğu coğrafyasında sokaklar bir süreliğine ısınsa da sürecin yeni isyanlara gebe olduğunu söylemek için henüz çok erken. Emperyalistler bir yandan kapitalizme tam olarak entegre olmamış Libya, Suriye, İran vb. ülkelerde sokakların ısınmasını yönetimleri devirmek için desteklerken diğer yandan uşaklıkta kusur etmeyen S. Arabistan, Ürdün, Katar vb. yönetimleri ise koruma refleksi gösterecektir.
ABD ve AB tarafından yapılan açıklamalarda yaşanmakta olan sürece kayıtsız kalmadıkları gibi inisiyatifi ele almak, yönlendirmek için yoğun çaba harcadıklarını görüyoruz. Turuncu devrimlerin mimarı ABD ve AB’nin herkesten daha fazla demokrasi havarisi kesilerek gidişatı denetim altına almaya çalıştığı gözüküyor.
Yıllarca Tunus’u sömürmüş ve ancak Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla kovulmuş olan Fransız emperyalizminin temsilcileri ”Tunus halkı haftalardır demokrasi talebini dile getiriyor, bu ülkenin dostu olan Fransa, bu yöndeki talepleri kararlı bir şekilde desteklemektedir” ifadesini öne çıkarıyor. Sömürgecinin dostluğu!
AB sözcüsü Maja Kocijancic, ise “…Talep edildiği takdirde biz samimi ve demokratik bir değişim süreci adına desteğimizi arz ederiz…Bununla birlikte demokratikleşme ve ekonomik kalkınma için daha geniş bir reform danışmanlığı destek paketini hayata geçirmek için de çalışmalarımızı sürdürüyoruz” dedi.
Bu süreçte demokrasi kelimesini adeta ağzında sakız etmiş emperyalizmin sözcülerinin birbiriyle yarışırcasına yaptıkları açıklamalardan belki de en küstahı ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley’in demeciydi. “Tunus halkı kendini ifade etti, geçici hükümetin de artık ülkenin demokrasiye tam geçişini sağlamak amacıyla gereken düzenlemeleri yapması gerekiyor ve Tunus’un demokrasiye geçme hedefine varabilmesi için ABD geçici hükümete yardımcı olacaktır” şeklinde ifadeler kullandı.
TUNUS LABORATUARINDA EMPERYALİZMİN YENİ YÖNELİMLERİ
ABD, Obama’nın seçilmesi ardından yumuşak siyaset tarzını öne çıkararak özellikle Ortadoğu’da uzlaştırıcı, yatıştırıcı bir yöntem uygulamıştı. Krizin derinleşmesi artından artık havucun yanında sopanın da daha sık kullanılacağı görülüyor.
ABD, BOP’nin kapsamını genişleterek Kuzey Afrika’yı da içine alan daha geniş bir coğrafyayı hedefe koymuştu. Kuzey Afrika’nın projeye dahil edilmesinin sebeplerinden biri maden ve enerji kaynakları ise bir diğeri Ortadoğu’da yüzü eskimiş, makyajı akmış rejimleri yenileriyle değiştirmek olacaktır. ABD, Tunus laboratuarından edinilecek deneyimlerin Arap halkları üzerindeki etkisini göz önünde bulundurarak ihtiyaç duyduğu oranda özgürlük, demokrasi kisvesi altında bölgedeki figüranları yenileriyle değiştirecektir. Evet, Tunus’taki ayaklanmayı ABD çıkarmadı ancak bu fırsattan istifade ederek Afrika’da hala güçlü ilişkileri olan Fransa’yı devre dışı bıraktı Ve iyi ilişkiler içinde olduğu ordu aracılığıyla muhalif kesimleri küçük lokmalar halinde sisteme yeniden dahil etmeyi başardı. Ayrıca Tunus üzerinden Kuzey Afrika’ya daha derinlemesine nüfuz etme imkan ve olanaklarını elde etmiş oldu.
ABD, BM kanalıyla Somali’yi işgali etmiş fakat direnişle karşılaşmıştı. Ardından Sudan’a da müdahale etmiş, uzun bir iç savaşın ardından bu ay içinde Güney Sudan’ın ayrılması yönünde yapılan referandum ile ülkenin parçalanmasıyla amacına ulaşmıştır. ABD’nin Afrika pazarına ve kaynaklarına olan ilgisi kriz zamanında daha da arttı.
Rusya, son yıllarda yaptığı anlaşma ve yatırımlarla Afrika enerji pazarına girmiştir. Rusya, AB’nin toplam doğalgaz tüketiminin %37’sini tek başına karşılayan Cezayir ile anlaşmalar yapmanın yanı sıra yine yakın zamanda Libya ile de benzer anlaşmalar imzalamıştır. Rusya’nın Kuzey Afrika enerji pazarını kontrol etmeye başlamasının sadece ekonomik anlamda değil politik alanda da Avrupa üzerinde basınç oluşturacağını görmek gerekiyor. Rusya, petrol ve doğalgazı boru hatlarıyla Akdeniz altından geçirip İtalya ve Fransa üzerinden Avrupa’ya dağıtmak istiyor. İşte bu durum emperyalistler arası rekabetin daha da kızışmasında etkili oluyor. ABD açısından Tunus önem kazanıyor.
Ayrıca Çin’in Afrika pazarında son on yıldır bir atılım içinde olduğunu görüyoruz. Çin’in bu süre zarfında pazar payını en az on kat artırdığı düşünülürse ABD ve AB’nin elindekini yitirmemek için daha agresif davranacağı açıktır. Emperyalist rekabet arttıkça var olanı korumak bile güçleşecektir. ABD, Afrika’da bugüne kadar kurduğu ilişkiler üzerinden hammadde kaynaklarının talanında kendini rakipsiz görüyordu ancak son dönemde Rusya ve özellikle Çin’in atakları mücadelenin sertleşeceğinin habercisi olmuştur. Çin, Afrika’da ilgili ülkelere önce düşük faizli kredi açıp altyapı yatırımları gerçekleştirip yeni anlaşmalar imzalayarak kendine yeni pazar alanları açmış oluyor.
SÜRECİN BUNDAN SONRAKİ GİDİŞİNİ TUNUS HALKININ MÜCADELESİ BELİRLEYECEKTİR
Tunus’ta ayaklanma devrimci bir önderliğe sahip olmasa da, halkın kendiliğinden bir patlama sonucu sokağa inip, eylemler yapması, despot bir yönetime isyan etmesi iyidir. Halkın kurşunlara göğüs germesi, daha iyi bir yaşam için ölümü göze alması gerçekten desteklenmesi gereken bir durumdur. Tunus pratiği örgütsüz de isyan edilebileceğini hatta hükümetin düşürülebileceğini ancak nihai sonuç alınamayacağını gösterdi. Yapmak yıkmaktan daha zordur.
Ancak halkın işkence ve ölümü göze alarak ortaya koyduğu irade büyük oranda örgütsüzlükten dolayı egemenlerin kendi arasındaki mücadeleye payanda yapılmaya çalışılıyor. Zeynel Abidin Bin Ali’nin ülkeden kovulmasına rağmen partisinin Başbakanlık, İçişleri, Savunma, Hazine ve Adalet bakanlıkları gibi kilit noktaları tuttukları, ordunun ise adeta kahraman ilan edildiği bir ortamda asıl kazananın kim olduğu sorusu muğlâklığını koruyor. ABD ve AB’nin sevinçle el ovuşturmalarının yanı sıra dinci, gerici liderlerin de teker teker ülkeye döndükleri ve hükümete girmeye başladıkları görülüyor. Emperyalizm, yarattığı bilgi kirliliği üzerinden isyanın amacını ve yönünü bulanıklaştırmaya, bir çıkmaz sokağa saptırmaya çalışacaktır. Bu konuda uyanık olmak, Tunus halkının haklı mücadelesinin yanında olurken emperyalizmin ve işbirlikçilerinin manipülasyonlarını açığa çıkarmak tüm devrimcilerin görevi olmalıdır.
Dünyanın herhangi bir noktasında grev veya ayaklanma geliştiğinde niteliğine bakmaksızın abartılı anlamlar yükleme, büyük beklentilere girme ülkemiz solunun bilinen hastalığıdır. Her zaman akılda tutulmalıdır ki, bir eylemin, isyanın rengini anlayabilmenin yegane yolu önderlik yapacak bir siyasal yapının (partinin) gücüdür. Devrimciler herhangi bir sosyal olguyu değerlendirirken ilk bakmaları gereken nokta politik bir öznenin niteliğidir.
Sınıf mücadelesinde sıkça görülen bir durumdur: eğer eylemi gerçekleştirenlerin sürdürecek gücü yoksa bu durumdan en örgütlü kesimler karlı çıkar. Evet, Tunus’ta işçiler, emekçiler ve gençliğin dinamizmi isyanı başlatmış ancak onu sürdürecek bir örgütlülüğü (parti) olmadığı için başladığı işi tamamlayamamıştır.
Dünya’da tüm ezilen halklar gibi Tunus halkı da eşit, kardeşçe ve sömürünün ortadan kaldırıldığı bir yaşamı hak ediyor. Ancak halklar kendi örgütlülüğüne dayanmayan hiçbir iktidarın veya hükümet değişikliğinin özgürlüğe susamışlığını gideremeyeceğini bilmektedir.
Tunus halkı ‘Yağmurdan kaçarken doluya tutulmamak’ için bir an evvel örgütlülüğünü sağlamlaştırıp gerçek anlamda iktidar yürüyüşünü sürdürmelidir.
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!
EMPERYALİZM YENİLECEK DİRENEN HALKLAR KAZANACAK!
ÖRGÜTLÜ HALK YENİLMEZ!
23 Ocak 2011
DEVRİMCİ HAREKET