Yönetenler, bu konumlarını, yönetilenlerin görmesini istemedikleri birtakım gerçeklikler üzerine kurmuşlarsa; uyanıklık halinden rahatsız olurlar ve kitleleri uyuşturmanın çeşitli yollarına başvururlar. İdeolojik aygıtlarla sağlanmaya çalışılan bu uyuşma hali, tarihin çeşitli evrelerinde, insanların yaşamına sokulan çeşitli zararlı maddelerin desteği ile sürdürülür. İnsanın fiziki ve ruhsal sağlığını bozan; içki, sigara, esrar, eroin, vb. maddelerin insanın normal gelişim seyri içinde bir ihtiyaç olmadığı genel kabul gören bir doğru ise de; sosyal yaşama yapılmış bozucu müdahaleler sonucunda bu türden “ihtiyaç halleri” yaratılmıştır.
Kişiyi fiziksel ve ruhsal olarak uyuşturarak teslim alınmasını kolaylaştırmak, sistemin niteliği gereğidir. Sistemin anti-insan yanına karşı çıkan ve bir çeşit insanlaşma etkinliği olan devrimcilik, sürekli bir irade halini ve uyanıklığı gerektirdiği için gerçekte uyuşturucu etki yapan hiçbir madde ile bağdaşmaz. Bunalım, sıkıntı, boşluk, vb. haller, insanın insan olmaktan çıkarılması oranında artar. Gerçekte insan yaşamı, uyuyarak kaçınmayı değil, her anı diri yaşamayı gerektiren güzelliklerle/zenginliklerle doludur. Bunların algılanmasını güçleştiren bozukluklar ile “uyuşmaya yönelmeyi çözüm görmek”, birbirine doğrudan bağlı olgulardır.
Kişinin, uyku saatleri dışında hemen her an ciğerlerine duman göndermesi gibi zararlı olduğu bilindiği halde sürdürülen pek çok alışkanlık; kişinin yaşamına irade koymasındaki aşınma oranında artar.
Devrimciler, tutsak düştüklerinde konuldukları daracık mekanlarda bile güzellik üretme ve yaşamı çekilir kılma potansiyeline sahip insanlardır. Bu nedenle, bırakalım “içeri”yi, dışarıda bile yaşamın dar gelmesi ve kendi damarlarına ağır ağır zehir zerk etme ihtiyacı duymak, devrimcilik niteliği ile bağdaşmaz. Çünkü bu niteliği yeterince kazanmış olanlar, sahip oldukları avantajlı gözlerle yaşama bakmaktan bıkmayacak ve bu nedenle de o gözlerin bir an bile bulanmasına izin vermeyeceklerdir.
Kapitalizmin, yaratıcı ve üretken yanları köreltilmiş, ruh ve beden yorgunluğuna razı, edilgen ve iradesiz insanı; içine hapsedildiği kabuğu kırmamakla kalmaz, aynı zamanda o kabuğun içinde sistemi hergün yeniden üretir. Doyumsuzluğun, içine düşülen boşluk ve hiçliğin etkisiyle, değişiklik arayışını ifrata vardıran; kulağı ile yetinmeyip, kaşının ve burnunun muhtelif yerlerine halka (kiminde de çengelli iğne) taktıran gençlerin hali; bir taraftan kapitalizmin insandışılaştırıcı niteliğini yansıtırken, diğer taraftan bir insanın ne denli zavallılaşabileceğini gösteriyor.
Fiziksel görüntüde aykırılaşmanın en uç biçimlerini tercih etmek, kimileri tarafından toplumdaki olumsuzluklara bir tepki olarak kabul edilip, olumlanabiliyor. Ne var ki, ne aykırılığın sahibinde ne de olumlayanda bir alternatife rastlanmadığı gibi kendi içlerinde bir bütünlük de söz konusu değil. Ve tepki duyulan ilişkilerden daha ileri bir düzey de yakaladıkları söylenemez.
Şekilden şekile sokulan fiziksel görüntünün; içilen zararlı maddelerin veya uçuklaşmak için gösterilen özel çabaların, nasıl bir ihtiyacın veya boşluğun ürünü olduğu değerlendirilebilirse; vazgeçmek veya en azından olumluluk atfetmemek için önemli sonuçlara varılmış olacaktır.
İnsanlar öyle çok sınırlanıyor, sahip oldukları etkinlik potansiyeli, güç ve yaratıcılık açısından öyle çok gemleniyor ki, içi boş bir kutunun boşlukta yuvarlanması gibi en “boş”tan işlerle yetinir hale geliyorlar. Maçların sokaklara yüzbinleri dökmesi, sayıları ne kadar çok olursa olsun müşterisiz kalmayan kahvehanelerin kendini de zamanını da tüketen müdavimlerle dolup taşması ve sonuçta anlamsızlığın bir toplumu bütünüyle teslim alması kapitalizmin en tehlikeli ve acı sonuçlarındandır. Bu durum devrimcilerin öncelikli ilgi alanları içinde bulunmalıdır.
İnsanı gemleyen ve bozulmaya uğratan kapitalizmin karşısına dikilen ve insanlaşma edimini öne çıkaran devrimciler, insanın engelsiz biçimde yaratıcı etkinlikte bulunması halinde nasıl zaptedilemez bir verimin fışkıracağını bildikleri oranda; güzelliği ve mutluluğu çoğaltma ve renklendirme koşulunu büyütecektir. Küçük şeylere mahkum edilen insan, bunu benimsedikçe daha çok küçülür ve mümkün olan ile var olan arasında insanlık adına acı verici bir açı oluşur. İşte devrimcilikle yeni tanışmış, daha bu kimliğin eşiğinde olan öznelerin, şu veya bu nedenle, kırılmaya uğraması ve girdikleri yolda kendilerini bekleyen güzelleştirici duraklarla tanışmadan içi boş mekanlara savrulması daha acı ve daha üzücü bir durumdur.
İnsan, sahip olduğu potansiyelin bilincine vardığında, bu bilinç devrimcileşme etkinliği ile güçlendiğinde mutluluğa tırmanma basamaklarının sonsuz olduğu görülecektir. Örneğin bir yoldaşın bir yoldaşa, bir sevgilinin sevgiliye vereceği şeylerin günlük yaşamda toplum tarafından gösterilenden çok daha çaplı olduğu, bunun bitmez tükenmez bir üretkenliği beraberinde getireceği görülecektir. Ve bugün eğer zaman boş, sıkıntılı ve anlamsız geçiyorsa; kişi, “vakit öldürme” ihtiyacı duyuyorsa, canlıların en şanslısı olma avantajını kullanamıyor ve kendisine en çok gerekli olan zamanı öldürürken, gerçekte kendini öldürüyordur. Ancak bilinmek durumundadır ki, zamanı dolu dolu yaşamak ve bırakalım tüketmeyi, üzerinde titreyerek en verimli etkinliklerle karşılamak, kolay değildir.
Gelecek umudu kırılan, kendine ve başarıya güveni sakatlanan insanlar, planlı programlı ve uzun vadeli adımlar atma niteliğini yitirirken, bunun yerini kaderci, edilgen bir kişilik alıyor. Bu nedenle devrimciler, doğruyu ifade edip yol gösterse de katılım zor ve gecikmeli olmakta, azla yetinen ve risk göze almaktan kaçınan kişilik ağır basmaktadır.
Devrimcilerle halk arasındaki açının kapanmasını zorlaştıran bir diğer etmen de devrimcilik adına yürütülen faaliyetlerin içsel zaafıdır. Bir alternatifin inandırıcılık ve cazibe oranı, onun taşıyıcısı öznelerin şahsında içselleşme oranı ile doğrudan ilintilidir. Kendi yarasına merhem bulamayanın başkasının yarası için çözümler önermesi pek anlamlı olmaz. Bu nedenle devrimciler, kendilerini tanımlayan normların taşıyıcısı ve takipçisi olduklarını göstermek ve böyle bir kimliğin içselleşmesi halinde ortaya çıkacak kaliteyi bire bir yansıtmak durumundadır.
Keyfiyet, öznellik, çifte standart devrimciler için ölümdür. Kişi, kendi yaşamına içermediği ilkeleri, başkasının uygulamasını bekleyemez; bu, en azından tutarlılıkla bağdaşmaz. Aslında devrimcilik için olmazsa olmaz ilkeler, yaşamı sınırlayan değil zenginleştiren ilkelerdir. Yeter ki bunların, bir yaşam biçimini oluşturmak üzere atılmış ilmikler olduğu kavranabilsin. İlke, kural, vb. dendiğinde insanlar sınırlandıkları hissine kapılıyorlar. Gerçekte, yaşamın içinde insanların hemen her adımını kontrol altına alan, denetleyen “kurallar ve bekçiler” vardır. Maksatlı eller tarafından oluşturulmuş ve sokaktaki insana ahlak, namus, gelenek, kural, kanun adı altında uygulatılan bu ölçeklere başkaldırmak, özgürlüğün bir gereği ise; alternatif normalarla yaşamı karşılamak, özgürlüğün devamıdır. Özgürlüğün ilkeli bir yaşamla çelişmediğini, aksine ilkelerin bu konuda bir çeşit g.üvence sayıldığını bilen devrimciler, kendilerini tanımlayan ilkeleri ustalıkla uygulamanın bu güvence için zorunlu olduğunu da bilmek durumundadır.