“Bizim işimizde yasalaşmış tek bir yöntem yoktur. Buluş yeteneğine sahip olmak ve her durumda en uygun davranış biçimini seçmek gerekir .”(Yarın Bizimdir Yoldaşlar-Manuel Tiago, s:147) Yaratıcılığa vurgu yapılmış olması ve ihtiyat önerilerinin bir reçete gibi algılanmaması açısından böyle bir yaklaşım, önemli ve anlamlıdır. Devrimcilerin bir tüzük dahilinde hareket ettiği ve yaşamın hemen her kesitine dair davranış normlarına sahip oldukları da bilinmektedir. Burada asıl mesele, neyi ne için yapacağını bilen bir yaratıcılıkla sorunların üzerine gidebilmektir. Devrimciler, her an risk altında iş yaptıkları için, zarara uğrama olasılığı, mütemadiyen vardır. Bundan hareketle, alınacak riskin boyutunun sürekli olarak yüksek tutulması gerektiği sonucu çıkarılmamalıdır. Aksine, hareketin kendisini riske sokmamak için öncelikle risk oranı mümkün olan asgari ölçülere düşürülmeli ve o oran göze alınmalıdır.
İllegal yaşam içinde biriken ve devrimcilerin gizlilik repertuarını zenginleştiren pek çok yöntem vardır. Bunları öğrenmenin çeşitli nedenlerle yararı olur. Yöntemden yöntem çıkarmak ve pratik zeka gelişimi açısından da yararı olan bu tür birikimler, her koşula uygun şablonlar olarak algılanmadığı sürece mutlaka yararı olur. Gerçi devrimciler, hiç deneyimli olmadıkları konularda bile karşılaştıkları güçlükleri aşma becerisi göstermeli ise de, böyle bir birikimin, söz konusu beceriyi geliştirici etkisi yadsınamaz. Çalışma yapmak için görevlendirilen birine örneğin “Tren ve otobüs tarifelerini, gecelenecek en uygun yerleri, izlenecek yolları, paketleri hazırlama ve yerine götürme yöntemlerini, buluşmalara giderken alınması gereken önlemleri, ulusal muhafız devriyelerinin en iyi nasıl atlatılabileceğini ve yayınların uygun bir biçimde dağıtımını sağlayan bir sürü kurnazlığı “(age., s:146) anlatmak ve bunları kendi yaratıcılığı ile geliştirip zenginleştirmesine imkan tanımak gerekiyor. Bu yaklaşım çerçevesinde bir duruş belirlerken, kişisel yaratıcılığa imkan tanıyan esneklik ile örgütsel disiplinin gerekleri karşı karşıya getirilmemelidir. Hareket tarafından karar haline getirilmiş bir konu, uygulama aşamasında her kişinin kendine ait yorumundan geçirilir ve uygulanmama keyfiyeti doğarsa, zarar ölçüsü kestirilemeyen ve merkezi iradeyi sakatlayan bir adım atılmış olu r. Örgütsel güven ve işleyişte uyum, bir harekette, aşındırılmaması gereken en önemli niteliklerdendir.
“Eğer başka türlü düşünüyorsan söyle. Eğer eleştirilecek bir şey varsa eleştir. Eğer direktifin değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorsan söyle ya da yaz. Ama bu direktif değiştirilmedikçe onu yerine getirmek zorundasın .” (age., s:151, abç.)
Alınmış kararların uygulanmaması, kendini işleyiş normlarından muaf saymak; karar alıcılar arasında yer alınıyor dahi olsa, örgüt olmanın ve disiplin gerekliliğinin kıstaslarına uymayan, “sakatlayıcı” bir tutumdur. “Partide efendiler ve niteliksiz işçiler yoktur. Merkez Komitesi üyesi olsun, birincil örgüt üyesi olsun, partinin ve partililerin güvenliğini savunmak istisnasız herkesin aynı ölçüde görevidir. Herkesin parti disiplinine aynı ölçüde uyması gerekir.”(age., s:207)
Ne zaman nerede olunacağı ve ne yapılması gerektiği devrimin çıkarlarına göre belirlenir. Devrimin çıkarları nereye çağırıyorsa, gidilmesi gereken yer orasıdır. Devrimin çıkarlarının ne olduğu ise, hareketin gücü ve olanakları ölçüsünde büyüyen irade tarafından, koşullar gözetilerek tanımlanır. Bütünü gözeten bir seçicilik dahilinde oluşturulan öncelikler, birime ait öncelikleri geride bıraktığında veya birimin sınırlı görüş kapasitesi dışında kalan zorunluluklar öne çıkarıldığında, yapılması gereken şey, genelin çıkarlarının işaret ettiği yönde yürümektir. Küçük de olsa, ihmal edilen görevler veya çiğnenen disiplin kuralları, yeni ihlallerin yolunu açar. Kişi, kendisine “günah işleme”, “hata yapma” serbestisi tanıdıkça bu tür fiillerin sebep olduğu yük hafifler.
Gerçekte tereddütsüz bir kararlılıkla savunulması gereken değerler ve yerine getirilmesi gereken görevler arasında boşluk aranmaya başlandımı, nerede duracağı kestirilemeyen bir aşınma süreci başlar. Böyle bir aşınma/zayıflık hali yaşanırken, daha büyük zorluklara katlanmayı gerektirecek koşulların dayatması, çok daha ciddi zararlara/yanlışlara kapıyı aralar. Örneğin işkencehanelerde dünyanın hemen her yerinde sorgucular yaklaşık olarak aynı yöntemleri kullandığı ve bunlar genellikle bilindiği halde, insanın direnme duvarını aşabilmeleri, genellikle yakaladıkları boşlukları/tereddütleri değerlendirerek olur. Gerçekte her sorgucu, ne kadar kararlı görünürse görünsün, direngenliği aşamadığı zaman bunu kabullenmek zorundadır. Ve özünde insiyatifin sorgulananda olması için çokça sebep vardır. Bu nedenle, sorgulardan direnerek çıkanlara değil, polise bilgi verenlere şaşmak gerekir. Artık, kesin olarak bilinmektedir, bir devrimcinin irade gücünün baş edemeyeceği hiçbir işkence türü veya işkenceci yoktur. Yeter ki Antonio gibi düşünülsün: “‘Birisinin nasıl susabildiğini değil, nasıl konuşabildiğini anlamak zor’ diye düşünüyordu Antonio.
Gerçekten de, işkenceler ve sorgular sırasında dayanamayacağı bir kez olsun aklına gelmemişti. Bunu varsaymak bile elinden gelmiyordu. Sorgu yargıcının sözleri ona gülünecek bir şey gibi geliyordu: Nerede oturduğumu söylemek, ha? Sevdiğim kadının oturduğu evi size göstermek, ha? Arkadaşlarımın gelip gittiği ve belgelerin saklandığı evi, öyle mi? Bunu size, acımasız düşmanlara söylemek, öyle mi? Hayır, o böyle bir olasılığı hiçbir zaman gözlerinin önüne bile getirmiyor, bunu hiç hiç düşünmüyordu. Zamanında bu sorunu arkadaşlarıyla bir çok kez konuşmuştu. Güçlü ve zayıf insanlar olduğunu, insanın uğrayabileceğinden daha katlanılmaz işkenceler olduğunu, bunlara herkesin dayanamayacağını birçok kez işitmişti. Antonio: ‘Hayır, işkencenin ağırlığı değil istencin gücü önemli olan’ diye düşünüyordu.”(age., s:309, abç.)
Devrimcilikle, devrimciliği sürdürmenin mutlak gereği olan hareketle ve hareketin dokusuna içerilmiş olan değerlerle yaşanan fikrî ve fizikî bütünleşme; insanda, kullanılabilir enerjiyi artırır, feda bilincini besler ve sahiplenme duygusunu geliştirir. Bu nitelikler, devrimcilik öncesi şekillenmiş olan karakterle doku uyuşmazlığına düşmediği takdirde, her alanda ve her durumda hareketin güvencesi olma potansiyeline sahip, dava insanları ortaya çıkacaktır.
Böyle bir olgunluk ve kalitenin yakalanabildiği ilişki(ler)de; harekete küsmek, hareketin sorunlarını kendi dışında görmek, harekete zorluk çıkarmak, hareketi sorunlarla baş başa bırakıp geri çekilmek söz konusu bile olmaz. Binlerce kişiyi kucaklamanın ağır yükü altında bulunan hareketin irili-ufaklı her soruna ulaşmasını temenni etmek ne denli anlaşılır olsa da, hareketin doğrudan müdahalesini ihtiyaç haline getirmeyecek biçimde, birimsel ve kişisel katılımı/özveriyi arttırmak da o denli anlaşılır ve gereklidir. Çeşitli birimlere, çeşitli nedenlerle düşürülebilecek uyuşmazlık tohumlarının çimlenmesini ve gelişip kökleşmesini önlemek, öncelikle o birimlerdeki örgütlü insanların görevidir. Kimi durumlarda çeşitli nedenlerle ve çeşitli biçimlerde, yanınızda ne yapılması gerektiğini gösteren yoldaşların olmadığı durumlar yaşayabilir, sorunlarla baş başa kalabilirsiniz. Böyle durumlarda ” Yönetim, ne yapmak zorunda olduğunu bilmektir. ” Hareket, her zaman ve her yerde kendini tanımlı kadrolarla ifade etme şansı bulmayabilir. Buna rağmen, eğer hareketin oluşturduğu ve onu ifade eden normlar hayata geçiyorsa, hareket orada varlık gösteriyor demektir.
Devrimci mücadele gerçekte çok cepheli bir çeşit savaştır. Aynı anda bir kaç cephede birden dövüşmek ve bunun gerektirdiği uyum ve kabiliyeti sağlamak, devrimcilere has bir niteliktir. Cephe sayısının veya yükün çoğalmasını bir devrimci, daha fazla mücadele ihtiyacı olarak algılar.
YÖNETİM, NE YAPMAK ZORUNDA OLDUĞUNU BiLMEKTİR
Kavga sürecinde ihtiyaç duyulan yolgöstericilik sıfatı ve hareketin önderlik mekanizması, yapılması gereken şeyin ve yürünmesi gereken yönün her an bir işaret parmağıyla gösterilmesi olarak algılanmamalıdır. Kavganın bugün içinde bulunduğumuz evresi, belki bir dünya savaşı anındaki kapışmayla örtüşmeyen yanlar taşıyacaktır. Ancak bu, çıkarılması gereken sonuçları ve öğreticilik özelliğini zayıflatmaz.
Moskova Önlerinde adlı eserden tanıdığımız General Panfilov, bölük komutanlarını toplamış ve onlarla savaşın çok kritik bir anını harita üzerinde tartışmaktadır. Karargahla, tüm hatların kopması durumunda yönetimi nasıl sağlayacaklarını sorar:
“‘E, arkadaşlar, hiçbir bağlantınız yoksa bölükleri nasıl yöneteceksiniz?’ Biraz oyalandı. ‘Her şeye karşın yönetim olacak. Ve ne ile biliyor musunuz? Görevi açık ve tam anlamakla . Görevi anlıyor musunuz?’(…)
‘Evet sanırım burada bu söz yerinde olacak… ne yapmak zorunda olduğunu bilirsen yönetim de olacaktır. Eğer görevin ne olduğunu bilirseniz ayrı gruplar halinde de çarpışabilirsiniz. Telefon olmasın, bağlantı olmasın, savaş yine de yönetilecektir…‘”(Moskova Önlerinde-Aleksandr Aleksandroviç Bek, s:242, abç.)
Bugün bizlerin benimsediği “hareket biziz, biz hareketiz” sözü, yukarıdaki gerçeklik ile benzer koordinatlarda buluşur. Pek çok organdan ve ülkenin dört bir yanına yayılmış binlerce insandan oluşan bir harekette yönetim, bir yanıyla da “ne yapmak zorunda olduğunu” bilmektir.
Ne yapmak zorunda olduğunu bilmek, davaya bağlılık, hareketin bütününe ve tek tek yoldaşlara güven; işte kavgada başarının sırrı. Ölüm dahil her şey göze alınır; üstelik, ağırlığını sırtında bir yük gibi hissetmeden. “Ağır şeylerden konuşuyoruz. Ama ruhumuz hafif. Neden?” diye sorar Panfilov ve yanıtını kendisi verir.
“Çünkü size inanıyorum arkadaşlar. Herbirinize ayrı ayrı inanıyorum. Siz de bana inanıyorsunuz. Bakın bir şey var. Ölmek o kadar güç değil… Ama yaşamak gerekli .”(age., s:243)
Bir devrimci hareketteki işleyişin çoğu kez askeri bir organizasyonun uymak zorunda olduğu tüzükle paralellikler kurularak tanımlandığı bilinmektedir. Neyin, ne zaman ve nasıl yapılacağının belirlenmesi sonrasında ona uyup uymama keyfiyetinin tümüyle ortadan kalkması gerektiği ve bunun uygulatılması sürecinde dışavuran sertlik/bağışlamazlık gerçeği, genellikle meseleyi bir bütün halinde kavramayanlarca tartışma konusu edilir ve gerçekte bu duruma hiç de uygunluk arzetmeyen öğeler(insanların iradesinin çiğnendiği, savaş gerçeğinin abartıldığı, korku ve disiplinsizlik karşısında hoşgörünün elden bırakılmaması gerektiği, araçların amaç haline getirildiği, vb., vb…) tartışma gündemine sokulur. Disiplin olgusu; ortak bir öğe, genel çıkarların gerektirdiği bir hareket tarzı, bir zorunluluk olduğu kadar bir uyum ve güzellik olarak algılanmadığı sürece; ilişkilere dayatılan dışsal bir olgu olarak görülür.
Bir örgüt, eğer sınıf savaşımının her biçimi için teşkilatlanmış ve savaşıma koyulmuşsa, o artık ateş hattındadır. Üyeleri arasında bir uyum, bir anlaşma ve hatta bir “yemin” vardır. Gönüllülük, disiplin çiğnendiğinde, gerekli cezayı kabul etme gönüllülüğü anlamına da gelir. Belki, “devrimciler arasında cezaya ne gerek var?” denecektir. Bu, savaş dışı soyut bir mekanda “doğru” bir cümledir. Bunun dışında ancak, mücadele dışı alanlarda, öznel amaçlarla kümelenmiş ve Leninist örgütlenme normlarının hiçbirine uymayan yapılarda bu türden sorunlara rastlanır. Sapla saman karışmadığı sürece, disiplin olgusuyla, sanıldığı denli karşı karşıya gelmeyi gerektirecek bir durum oluşmaz. “Kimseyi saflarımızda yürümeye zorlamıyoruz, ama biri bunu kendi iradesiyle yapıyorsa, bu, ilkelerimizi kabul ettiği anlamına gelir .”(Rosa Luxemburg) ifadesinde de görüldüğü gibi, kimsenin “ben size katılırım ama disipline uymam” deme hakkı yok. Nöbet tutmakta olan bir insan, nöbet yerini terkettiğinde veya uyuduğunda, yoldaşlarını “ölüme atmış” duruma düşeceğini bilir. Buna rağmen yapıyorsa, tanıdığı ve onay verdiği bir cezaya davetiye çıkarıyor demektir.
Bizler elbette ki her fiili hem kendi tekilliği içinde, hem de onu yaratan koşullar bağlamında ele alırız/alacağız; ancak, buradaki amacımız, konunun doğru anlaşılması ve “dışardan gazel okumak” biçimindeki “hafife alıcı” tavırlara/kavrayışsızlıklara prim vermemektir.
Aslında günlük yaşantımızın hemen her kesitinde ve hatta doğanın bütününde uyulan bir disiplin(kurallar bütünü) vardır. Arkadaşlık ölçütümüz, aile ölçütümüz, iyilik-kötülük ölçütlerimiz vardır. Bunlar içerisinde, “küsmek”ten kavga etmeye kadar çeşitli tepkiler ve “ceza” yöntemleri de “kendi doğallığında” gündeme gelir.
Ekin sırasında, çapadan tohumlamaya, sulamadan mevsim zorunluluklarına kadar uymak mecburiyetinde olduğumuz pek çok koşul vardır. Bunlar da bir çeşit disiplindir. Eğer verim almak istiyorsak, böyle bir uygulama şarttır. Kuruyan bir dalı budamak veya kangrenleşen bir parmağı kesmek de bir zorunluluktur. Belki o dalın ve parmağın kesilir hale gelmesi öncesinde de yapılabilecek ek şeyler vardı ve belki farklı gelişmiş bir süreç, bu sonucu önleyebilirdi. Ama böyle bir olasılık, vakti geldiğinde o dalı/yaprağı kesmeye engel değildir. Kaldı ki bu tür olasılıklar, kavganın tüm dönemleri ve hatta bugüne dek binlerce kaybın verildiği her çatışma için de geçerlidir. Ancak, gerçekçi olmak gerekirse, bu türden ihtimal tartışmalarının kavgaya pek bir yararı olduğu söylenemez. Ve çoğu kez, koşulları hesaba katmayan bir yaklaşımın idealizmi olarak gündeme gelir.
Eğer ekinden verim almak isteniyorsa, bahçeye korkuluk dikmeme keyfiyetine düşülmemelidir. Hem korkuluk dikmemek hem de kuşların tohumları yemesinden yakınmak, iyi bir çiftçinin davranış normları dışındadır.
Sonuçta disiplin, insanların gönüllü olarak bulundukları ve tüm sonuçlarını paylaşmak üzere sahiplendikleri bir faaliyetin gereklerinden biri olarak kavrandığı sürece, onunla barışık olunacak ve uygulanması için çaba harcanacaktır.
“Disiplin, kollektifin yüzü, sesi, güzelliği, hareket kabiliyeti, inancıdır. Kollektif yapı içerisinde herşey son tahlilde, disiplin biçimini alır. Disiplin; öncelikle eğitimin bir aracı değil, bir sonucudur ve ancak bundan sonradır ki, bir araç halini alır .”(Makarenko, abç.)
Bir örgütün en önemli niteliklerinden biri, çeşitli alanlardaki ve biçimlerdeki hareketi, uyumlu bir tarzda gerçekleştirebilme kabiliyetidir. Bu kabiliyetin devamlılığı her birimin, her organın ve hatta her kişinin; örgütün beyninden ve yüreğinden pompalanan kanı taşıma ve dolaşımın sakatlanmasına meydan vermeyen bir sorumluluk bilinci ile hareket etme istikrarına doğrudan bağlıdır. Bir örgüt için en tehlikeli gelişme, dolaşımdaki akışkanlığın ağırlaşması ve meydana gelebilecek olan damar tıkanıklıklarıdır. Bir örgütte iletim kanalları, canlı bir organizmadaki damarlar gibidir; damarlardaki kolesterol bünyenin sağlığını nasıl bozuyorsa, örgütsel iletimdeki her türlü aksama veya ağırlaşma da örgütün bünyesinde bir sağlıksızlık sebebidir. Merkezi organlarca alınan kararların, ilgili tüm birimlere vaktinde ulaşması ve eksiksiz olarak uygulanması; o harekete, politik üretkenlikte başarı ve kazanımlarda devamlılık şansı verir. Soruna bu açıdan bakıldığında, örgütte keyfiyetin/disiplinsizliğin -çapı ne olursa olsun- masum karşılanmaması gerektiği görülür. Öyle anlar olacaktır ki, ülke sathına yayılmış olan varlığına ve sorunlardaki çeşitliliğe rağmen hareket, ölçek küçültme ve dikkatleri bir noktaya toplama ihtiyacı duyacaktır. Bu durumda birimlerin, önlerindeki farklı sorunlara rağmen, işaret edilen noktaya dikkatlerini yöneltme konusunda gösterecekleri uyum, bir örgütün ne denli örgüt olduğunun da ölçütüdür.
Bütünüyle bir güven, amaç ortaklığı ve kardeşleşme üzerinde yükselen devrimci örgütlenmelerde “komut”lara uyma konusundaki gereklilik, “komut”un büyüklüğüne veya küçüklüğüne göre değişmeyecek denli önemlidir. “Bulunmaz bir insan olan Rahimov’un özelliklerinden biri de onun uyku için alacağı buyruğa bile uymasıydı. Hiç kimsede böyle bir özellik görmemiştim. Ona ‘iki saat uyu’ dediğimiz zaman üç saat beklemeniz ya da uyandırmanız gerekmezdi. O tam bildirilen saatte gözlerini açacak ve kalkacaktı.”( Moskova Önlerinde, s:287) Disipline uyma konusunun bir örgüt için varlık yokluk meselesi olduğu bilindikten sonra, bilinmesi gereken bir diğer husus da, savaşta ustalık ve başarı için bunun tek başına yeterli olmayacağıdır. Bir çeşit sanat olan savaş; kabiliyet, duyarlılık ve yaratıcılık ister. İhtimalleri öngörebilmek, buna uygun olarak fikrî ve teknik olarak teçhizatlanmak, savaş anının daha “bildik” biçimlerde seyretmesine imkan tanır. Ama buna rağmen, denilebilir ki savaşta, önceden kestirilmesi adeta olanaksız anlar vardır. Buna göre hazırlanmak, o anlara dair kehanette bulunmayı değil; her koşul altında değerlerini ezdirmeyen ve verimli olabilen bir performansı yakalamayı amaçlamalıdır. Savaş sırasında rehbersiz kalınabilir, hiçbir işaret almadan dövüşü sürdürmek gerekebilir. Bu noktada, hazırlık sürecindeki öğreticiliğin ve öğretmenin kendisinin her savaşçıda ne denli içselleşerek maddi bir güç haline geldiği çok önemlidir.
Sayı 10 (Ağustos-Ekim 2003)