Bizler daha önce; “Bugün gerek ülkemizde gerekse dünyada yaşanan ve giderek keskinleşen sınıf mücadelesinin nedenlerini kavrayabilmek için, sistemin iç işleyişini dün-bugün diyalektiği içinde irdelemek gerekiyor. Bu, genel bir doğrudur; egemen sınıfların emekçi sınıflarla olan çatışmalarının keskinleştiği dönemler, emperyalizmin krizinin giderek derinleştiği ve çözüm önerilerinin neredeyse bir biçimde iflas ettiği, dolayısıyla yeni arayışların gündeme geldiği dönemler olarak ortaya çıkar. derken, salt kapitalizmin krizine dönük bir analiz yapmamış, aksine böylesi bir süreç içerisinde devrimci öznelerin koşulların gerektirdiği biçimiyle hareket edememesine vurgu yapmıştık. Bu gereklilik objektif koşulların büyük oranda devrimci müdahaleyi hissettirdiği, ancak sübjektif koşulların henüz bu ihtiyacı karşılayamayacak durumda bulunmayışına dair bir tespitti. Tespitin doğruluğunun yanında her geçen gün bu ihtiyacın gerekliliği kendisini yakıcı bir biçimde hissettiriyor. Zira yıkım yasalarının ve saldırganlığın arttığı ve sürecin adeta haykırırcasına devrimcileri görev başına çağırdığı bir süreçte, genelde Dünya’da, özelde ise Türkiye’de, rüzgar hala sağdan esmeye devam ediyor.
Kapitalizmin krizi dünyanın hemen her coğrafyasında etkisini hissettirirken ve egemenler krizi atlatma yöntemi olarak faturayı halkın sırtına yüklerken, spontane de olsa kapitalizme karşı tepkilerin çimlendiği pratikler ortaya çıkıyor. Şüphesiz bu tür hareketlerin devrimci önderlikten yoksun bir çizgi izlese de yürüttüğü/sürdürdüğü hak mücadeleleri önemlidir ve moral çıtasını yükselten bir rol oynamaktadır. Ancak görüldüğü kadarıyla doğru bir perspektife sahip olmayan hareketlerin reformizme kayma potansiyeli yüksektir.
Bugün solda dışa vuran en büyük sorun, devrim hedefinden uzaklaşmadır. Bunun yorgunluktan inançsızlığa, değer erozyonundan önüne uzun vadeli hedefler koyamayacak denli güçten düşmeye kadar çeşitli nedenleri vardır. Dolayısıyla bugün eğreti muhalefetin niteliğini doğru okumak, yanlış fikirlerle mücadele etmek ve demiri tersine büküpkapitalizmin saldırgan ve sömürücü niteliğini açığa çıkarmak zorunlu bir ihtiyaç halini almaktadır.
Bilinen bir olgudur. Sınıflar mücadelesinde eğer mevcut çelişmeleri çözüme kavuşturacak siyasal perspektife sahip özneler yoksa, çözüm ancak ya reform yada revizyon halini alır. Bunun panzehiri ise bir eylem kılavuzu olan Marksizm’dir, Leninizm’dir.
Devrimciler olguları tüm toplum kesimlerinden daha isabetli okuyabilmelidir. Bugün hemen her alanda yaşanan kafa karışıklığı solda da bir fikri bulanıklığa sebep oluyor. Önermelerimizde Marksist bakışın gerekliliğine sıkça vurgu yapmamız, solun içinde bulunduğu kısır döngüye dikkat çekmek, çözüm üretmek maksatlıdır.
Bilinir ki Reformizm’in yaygınlaşmasında liberal/neoliberal çizginin etkisi önemli bir yer tutar. Adı her ne kadar muhalefet olarak algılansa da bu çizgide, eylem biçimlerinden doğru konumlanmaya, ajitasyon ve propaganda da gerçekleri eğip bükerek anlatmaktan evrensel norm ve değerleri görmezlikten gelmeye kadar sorunlu bir çok yan vardır.
Şaşırtıcı değildir. Sınıf mücadelelerinin tarihi aynı zamanda reformizmle hesaplaşmanın tarihidir de. Bu yüzden Thomas Münzer’in Martin Luther’e karşı verdiği mücadeleden, ülkemizde yaşanan 71’ devrimci kopuşuna dek verilen ve bugünde verilmeye çalışılan ideolojik mücadele aynı zamanda reformizmle hesaplaşmanın tarihi olarak bilinir.
Reformizm, varolanın sürdürülmesi ve çözümü sistem içi kanallarda arama anlayışıdır. Kimi zaman özgücüne güvenmeyerek egemen politikaya yedeklenme, kimi zamanda pragmatizm anlayışıyla ortaya çıkar. Reformizmin nedenlerinden biri de Marksizm-Leninizm’in evrensel doğrularını içselleştirememektir.. Mahir Çayan bu konuda; “Bilimsel sosyalist teoride tahrifler yapma ve kafaları bulandırma eylemi mutlaka bilinçle ve artniyetle yapılmaz. İnsanlığın mutluluğu, özgürlüğü vb. gibi yüce amaçlarla yola çıkan kişi ikibin yılın idealist tortularından arınamamasının ve de devrimci teoriyi kavrayamamasının sonucu bilimsel sosyalist teoride tahrifler yaparak gerici sınıfların hesabına da pekâlâ çalışabilir.” diyerek, devrimci teorinin önemine dikkat çekerken, ideolojinin devrimci bireylerde içselleştirilmesinin gerekliliğine vurgu yapar.
YENİ DÜNYA DÜZENİ ANLAYIŞIYLA MUHALEFET
Uzun yıllardır solun adeta kendi içine hapsolduğu ve kendi duruşunu sorgulayan bir sürecin içerisine girmesi onun siyaset sahnesinden ne kadar uzak kaldığının da ifadesidir. Bu nedenle genel anlamıyla değerlendirildiğinde sol için belirleyici mücadele, emperyalistlerin/egemenlerin inisiyatif kazandıkları her dönemde olduğu gibi bugünde politika arenasında bulunup bulunmama noktasında sürmektedir.
Peki bu durum nasıl ortaya çıkar ve şekillenir?
Birincisi egemenler politik çatışkıyı suni bir zeminde şekillendirme amacı güderler. Ve bu durum çoğu zaman kavgayı kendi zeminlerinde şekillendirme ve solu oraya çekme amacı şeklinde ortaya çıkar. Bu bazen egemen çatışma içerisinde saf tutma bazen de olguların yüzeysel yanını ön plana çıkaran suni gündemler yaratma biçiminde şekillenir. Egemenlerin 4+4+4 şeklinde ortaya çıkan eğitimin ticarileştirilmesi çabalarını laik-şeriat biçiminde perdelemelerine izin vermek yada alet olmak sınıfsal bakış açısını yansıtmak yerine taraf olmak özüitibariyle solun gündemler karşısındaki edilgenliğinin ifadesidir. Hatta AKP’nin başlattığı “12 Eylül yargılamalarında” solun adeta katil sürüsüyle kol kola girerek darbelerden hesap sormaya çalışır görüntüsü, egemenlerin mücadeleyi kendi zeminlerinde şekillendirmesinin en çarpıcı örneklerinden biridir.
İkinci temel nokta ise Emperyalizmin, Faşizmin yapısal özellikleri ile alakalıdır. Bu durumda solu edilgenleştirmek, halkla temas kuran araçlarını engellemek, solu zaptu rapt altına almak, baskı ve iletişim araçlarını devreye sokarak onu etkisizleştirmek gibi faşizme özgü klasik yöntemler uygulanır. Sol yayın organlarının dağıtımının dağıtıcı şirketler tarafından fahiş fiyatlar öne sürülerek engellenmesi, basın yayın organlarının kapatılması/toplatılması hatta yasaklanması vb.gibi örnekler yüzyılı aşkın süredir devrimci faaliyetin engellenmesi anlamında kullanılan baskı yöntemlerindendir.
Marks 1842 yılında yayımlamış olduğu ilk siyasal makale olan ‘Son Prusya Sansür Yönetmeliğine Karşı Düşünceler’inde bu duruma işaret etmekteydi. Marks makalesinde devletin basın üzerinde uyguladığı denetimi eleştirerek devlet ve birey arasındaki ilişkilerin keyfiliğine ve eşitsizliğine vurgu yapmış ve daha o yıllarda egemenlerin tepkisini çekmişti. Ve akabinde Prusya hükümeti tarafından yazarı olduğu Rheinische Zeitung gazetesinin yasaklanması çok geçmeden gündeme gelmişti.
Egemenler salt baskı yöntemleriyle solu engellemeye çalışmamakta aynı zamanda birçok araçla da kendi ideolojisinin kaldırımlarını döşemektedir.
Bilindiği gibi Kapitalizmi onu kendinden önceki sınıflı toplumlardan ayıran en büyük özelliği bütün genel yaşam faaliyetlerini, değer yasasını ve bu yasanın beraberinde getirmiş olduğu paranın/metanın gücü ilkesini toplumun hemen her alanında beyinlere kazıması ve sömürüyü serbest rekabet anlayışıyla görünmez bir hale getirme çabasıdır. Toplumsallaşmanın adeta tek yönlü parçalanmışlığı ve bireylerin birbirleriyle ilişki içinde nasıl varolduklarını görmelerini engellemiştir. Böylece bu ilişkilerden doğmuş olan sınıf, sınıf mücadeleleri, vb.gibi onları birbirlerine bağlayan etkenleri ortadan kaldırmıştır. Kapitalizm bilimi dallara ayırarak kitlelerden koparıyor. Bütüncül bilgiyi parçalarına ayırıp bunları birbirlerinden yalıtık uzmanlık alanlarına, her biri kendine has bir dile sahip disiplinlerin dar alanına sıkıştırmak ve üzerlerinde istatistiksel manipülasyon yapmanın mümkün olduğu yaşamın bu küçük alanlarına odaklanmak suretiyle bu eğilimi daha da pekiştirmiştir. felsefeden, psikoloji ve ekonomiye kadar hemen her alan birbirinden koparılmış dolayısıyla bilimden ziyade münahazara alanlarına dönüşmüştür. Dolayısıyla süreçte de eşi görülmemiş bir düzeyde tüm insanlığı kuşatmasına ve insanlık üzerindeki etkisini gittikçe artırmasına rağmen kapitalizm gözden ırak tutulmuş, görünmez kılınmıştır.
Bu anlamda başta medya olmak üzere tüm alanlar neredeyse egemenler için en etkili faktör olarak değerlendirilmektedir.
Sözcükleri açar bakarsanız medya; iletişim aracı, iletişimin yöntem ve teknolojisi anlamına gelir. Doğaldır ki araçlar kendiliğinden çalışmazlar. Bir kullananı ve doğal olarak da bir sahibi vardır. Bu anlamda değerlendirildiğinde, medya esas itibariyle sermaye sınıfı adına gerçeği yeniden üretme araçları ve teknolojisidir demek vurguda isabeti artıracaktır.
Evet, Medya bir manüplasyon aracıdır. Özelliği tüm iletişim vb araçlarla egemen düşünceyi beyinlerde içselleştirme kabiliyetidir. Ve öz itibariyle medya artık manipülasyondan da öte işlev görmekte ve adeta bir psikolojik savaş aygıtı olarak kullanılmaktadır. Psikolojik manipülasyonun amacı insanları kendi bilgileri dışında veya istemedikleri halde etkileme ve yönlendirme anlamına gelir. Bu etkileme ve yönlendirme sonucu ile insanlar davranış değişikliği ve kanaat değişikliği gösterirler.
Bunun için bir “şartlandırma” eylemi de diyebiliriz. Zira Manipülasyon, diğer bir insandan, doğrudan yollardan elde edilemeyecek bir şeyi elde etmek için dolaylı teknikler kullanmaktır. Bu teknikler, insanların kendiliğinden yapmayacakları bir şeyi tamamen özgür bir şekilde yapmalarını sağlamaktadır. Manipülasyonda, serbest seçimde bulunmaya dayalı özgürlük duygusu ve hatta özgürlük illüzyonu büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla özgürce razı olmak, zorlamasız itaat etmek, manipülasyonun temel karakteristiğidir.
Marks hakim sınıfların bilinçleri çelmeleme yönünde, teknik araçlardan, gelişmelerden nasıl faydalandıklarına ilişkin şöyle bir vurgu yapar. “Şimdiye kadar; Roma İmparatorluğu zamanında Hristiyanlığın bu kadar efsane yaratması matbaanın henüz keşfedilememiş olmasına yorulurdu. Oysa bunun tam tersi doğrudur. Bugün günlük basın ve telgrafın bir günde yarattığı efsane, eskiden bir yüzyılda yaratılandan daha fazladır.” (Kugellman’a Mektup. K.Marks. 1871)
Propaganda ve yayın faaliyeti
Devrimci mücadele bir devrimciden iradesinin ve enerjisinin bütününü ister. Ve bu irade ve enerjiyi kullanmak bir devrimci için en büyük mutluluk kaynağıdır. Eğer bugün Varola gelen bütün toplumların tarihi sınıf savaşımları tarihidir diyorsak, sınıf savaşımlarının insanlığa bıraktığı en büyük mirasın egemenlerden taleplerde bulunmak ve onların inisiyatifleriyle kazanım elde etmekten ziyade kazanımların ancak mücadele ile elde edilebileceği gerçekliğidir anlayışını da savunmak gerekir. “bu mücadele sınıflar mücadelesidir. Burada el titremesine, tereddüte, kararsızlığa yer yoktur.” diyen Mahir, bu kavganın kararlı ve mücadele de ısrarcı bireylerin davası olduğunu belirtmiş aynı zamanda devrimci mücadelenin salt bir entelektüel faaliyet olmadığını şu sözlerle vurgulamıştır. “Biz Marksizmi entellektüel gevezelik ve dünya devrimci hareketinin trafik polisliğini yapmak için okuyup öğrenmiyoruz. Biz dünyayı değiştirmek için, dünyanın Türkiye’sinde devrim yapmak için Marksizmi öğreniyoruz!”. İşte bu durum Marks’ın devrimci bireylerin niteliğine dair evrensel önermesi olan 11. Tez’inin kendisidir.
Edilgenliğin ve kendiliğindenciliğin gelişimi özünde toplumun gelişme yasalarını ve tarihsel gelişimini algılayacak bilgi ve gözlem yetisine sahip olamamaktan kaynaklanır. Bu bağlamda öncülük vurgusu gelişmeleri doğru okuma, tarihsel gelişimi doğru algılama ve ona müdahil olabilmekle cisimleşen bir olgudur. Söz konusu özellik, öncünün bilinç ve iradi müdahaleciğini kapsar. Bilmek ve yapmak arasındaki diyalektik bağ Marks’ın devrimci niteliğe yaptığı vurgunun da en canlı ifadesidir.
Devrimcilerin amacı işçi sınıfı ve tüm emekçi kesimleri bilinçlendirmek, örgütlemek ve toplumsal dönüşümü emekçi halkın çıkarı için hızlandırmak ve bunun temellerini sağlamlaştırmaktır. Bu durum ise ancak baştan aşağıya devrimci disiplin ve ahlak anlayışıyla donanmış kadroların yer almasıyla şekillenen organizasyonun eseridir. Lenin, Ne Yapmalı’ da esas vurguyu bu temelde şekillendirir. Hatta Lenin böylesi bir durumu aynı eserinde Rusya özgülünde şöyle tespit eder ve şu değerlendirmede bulunur. “Rusya’da yığınların kendiliğinden kabarışı, öyle büyük bir hızla gelişti ki, genç sosyal demokratların bu devasa görevi yerine getirmekte hazırlıksız oldukları ortaya çıktı. Bu hazırlıksızlık hepimizin ortak talihsizliğidir. Yığınların kabarışı kesintisiz bir süreklilikle gelişti ve yayıldı; yalnızca başladığı yerlerde devam etmekle kalmadı, yeni yörelere, toplumun yeni katlarına yayıldı. Ama devrimciler bu kabarışın gerisinde kaldılar, hem teorileriyle hem de eylemleriyle gerisinde kaldılar; onlar bütün harekete yön verebilecek olan değişmez ve sürekli bir örgüt kuramadılar.”(Bkz. Lenin Ne Yapmalı?)
İşte bizler her tür olumsuzluğa karşı ısrarla bu niteliğin vurgusunu yapmaya çalışıyor, kapitalizmin her türlü köhnemiş, liberal düşüncelerine karşı, insanlığın yıllardır sürdürdüğü mücadeleden damıtılan duruşu kendimize rehber alıyor, devrimci havuzun çapını da niteliğini de yükseltmeye çalışıyoruz. Bugün neredeyse kapitalizmin olanca gücüyle sürdürdüğü saldırganlık karşısında hiçbir zaman olmadığı kadar doğru bir duruşa ve örgütlü mücadeleye gereksinim var. Bu aynı zamanda tarihsel bir sorumluluktur. Ve bu sorumlulukların içinde, fikri yönlendirmelerde titizlik, dönemin nitelikleri gereği öne çıkmıştır.
Bu bağlamda yaratılmış olan zehirli iklime karşıt, bir panzehir oluşturmadan çıkılamayacağı bilinmelidir. Bu panzehir her ne kadar doğru bir duruşu içselleştirmekse de esas tayin edici yön bu duruşu kitleler ve yığınlar içerisinde de yaygınlaştırabilmektir. Eğreti muhalefet niteliğinden de çaptan düşmeden de sıyrılmanın tek yolu budur.
Kapitalizmin onca silahına karşı çözüm araçları ise tüm sınırlı imkanlara, yasaklamalara ve baskılara rağmen vardır.
DEVRİMCİLERİN SİLAHLARINDAN BİRİ DE AJİTASYON VE PROPAGANDADIR
Sık sık vurgu yapılan bir gerçekliktir. Burjuvazi yakaladığı konjonktürel avantajın yardımıyla kavramların içini boşaltıp yerine kendi argümanlarını koyarak bilinçleri çelmelemeye çalışmaktadır. Evet toplum tarafından felsefe deyince boş laf, politika deyince yalanın anlaşılması için yoğun bir faaliyet yürütülmektedir. Ancak bu tanımlar sadece burjuva ideolojisi için doğrudur. Burjuvazi kavramların içini boşaltmakla kalmayıp; içeriğini de kendi düşüncesiyle doldurmaktadır. Egemenler ideolojik araçlarıyla (okul, medya, kurumlar vb.) kendi sistemlerine uygun bir toplum biçimlendirmeye çalışıyorken; sisteme karşı savaşan devrimciler de kitlelere bilinç ve hareket kabiliyeti taşımak için sıkça ajitasyon ve propagandaya başvurur.
Propaganda yüzyıllardır egemenlerin ellerinde kitleleri manüple edebilmek için kullanılan en önemli araçlardan biridir. Genel anlamıyla işlevi iç ve dış siyasette atılacak her adımın bilinçlerde yer etmesini sağlamakla birlikte kitleleri istenen yöne doğru hareketlendirmenin zeminini yaratmaktır.
Devrimci çalışmada ve kitlelerle bağ kurmada en önemli araçlardan biri de yayın faaliyetidir. Bu anlamda Marks’tan Lenin’e Mao’dan günümüze dek süregelen en önemli faaliyetlerden biri de budur. Teoride’ki zenginliği kadar savaşçı bir kişiliğe’de sahip olan Marks’ın bir yayıncı olarak da mücadeleye ne kadar çok katkısının olduğu bilinir. Bu durum Lenin, Mao ve Mahir için de geçerlidir. Mahir’in savaşçı kişiliğinin yanında hem iyi bir hatip olması, hem de adeta bir yazın ustası olması onun devrimci mücadeleyi/teoriyi ne kadar içselleştirdiğinin de göstergesidir. İsmini saydığımız ve sayamadığımız önderlerin her şart altında devrimci propagandaya dolayısıyla kitlelerle bağ kurabilme konusunda gösterdikleri titizlik/ısrar bu alana ne kadar önem verdiklerinin ifadesidir.
Bilindiği gibi Marks sert bir savaşçı olmaktan hiçbir zaman geri durmadı.“Filozoflar sadece dünyayı çeşitli şekillerde yorumluyorlar, önemli olan, dünyayı değiştirmektir” diyen Marks, sadece “kalemle yazanlar” olarak nitelediği gazeteci türünü de sıkça eleştirdi. Onun için gazeteci savaşa, mücadeleye kendini adayandır önermelerinde bulundu. Devrimciler için basın “halk iletişimi” (kamusal iletişim) aracıdır dedi. Ve Marks’a göre teori ve pratikteki diğer bir amaç, “gerçek” olanı, “doğru” olanı takip etme, arama olarak vurgulandı. Bu amaç, toplumdaki sosyal, ekonomik ve siyasal çevrenin gazetecilik ve gazeteciler için biçtiği önemli bir görevdir.
NE YAPMALI?
Devrimci mücadelede Lenin’in “Ne Yapmalı?”sı bugün hala güncelliğini korur. Zira bu eserin içerdiği tezler salt Rusya’nın veya Lenin’in tecrübeleri ile sınırlı bir kapsam olmaktan çok ötededir. Yaşanan tüm siyasal pratiklerin yaşamdan süzülüp damıtılan gerçekliğidir. Bu anlamıyla bütün zamanları kapsayan diyalektik bir bütünlük içerirken, aynı zamanda da bütün ülkeler ve ezilen halklar için devrimci sosyalist çalışma, örgütlenme, ajitasyon ve propaganda üzerine temel ilkeler bütünüdür de diyebiliriz onun için.“Ne Yapmalı?”nın amacı Devrimci Örgüt anlayışından politik araçların değerlendirilmesine, siyasal mücadelenin biçimlerinden ajitasyon ve propagandanın içeriği ve önemine kadar bir çok konuda ekonomistlerle Lenin’in tezleri arasındaki derin görüş ayrılıklarını açıklamak ve bunları bir örgüt ve çalışma planı halinde ortaya koymaktı. Ne yapmalı aynı zamanda Lenin’in mücadele anlayışının, bir siyasal parti önerisiyle birlikte ortaya koyduğu eleştirilerinin yeni bir düzlemde ele alınmasını içerir. Lenin, siyasi mücadelenin, merkezi bir örgüt eliyle ve bütün Rusya çapında ele alınması gerektiğini düşünmektedir. Güçlü bir merkezden yönetilecek “devrimciler örgütü” fikri, ekonomistlerin yerel mücadeleleri öne çıkaran anlayışının tam karşıtıdır. Lenin, sorunu merkezi ve yerel gazeteler örneği üzerinden tartışır. Rusya çapında bir illegal yayının nitelikleri hakkında ilk ipuçlarını da burada verir. Değişik bölgelerdeki işçilerin çeşitli sorunlarına ait doğru bilgileri elde etmenin ve bunlar hakkında Rusya çapında yayın yapmanın gerekliliği üzerinde durur. Propaganda da en önemli araçlardan biri yayın faaliyetidir.
Lenin örgütlenme sorunlarını ele alan Nereden Başlamalı adlı ünlü makalesinde, nüfusun azıcık olsun siyasal bilince erişmiş olan her kesiminde siyasal teşhir için bir tutku yaratmalıyız der.
Ulus çapında teşhirler için gerekli kürsüyü devrimci hareketin merkezi siyasal yayını kuracaktır önermesinde bulunur.
Yayın faaliyeti devrimci Hareketin gelişmelere ilişkin politik önermelerinin yaygınlaştırılması ve eğitimi için önemli bir araçtır. Ve kitlelerin bilincini hemen her olanağı kullanarak istediği gibi yönlendiren egemen propagandaya karşıt bir yön verme faaliyetidir. Tabi ki kitlelerin eğitimi salt yayın faaliyeti ile gerçekleşmez. Ama devrimci yayın organlarının kitlelerin eğitimi, dönüşümü için önemli bir araç olduğu da yadsınamayacak bir olgudur.
Lenin’in Rusya çapında emekçilerin temsilcisi olan bir yayın organının gerekliliğine her fırsatta değinmelerde bulunurken, onun bu görüşünü “kırtasiyecilik” olarak tanımlayanlarda olmuştur. Ancak Lenin kendisine her fırsatta böylesine fütursuzca saldıranlara karşı yayın faaliyetinin önemini şöyle dile getirmiştir. “ iyi eğitilmiş güçlü yerel siyasal örgütler olmadan, en kusursuz biçimde örgütlendirilmiş olsa da, bütün Rusya için en iyi gazete dahi hiçbir işe yaramaz. Bu tamamen doğrudur. Ama bütün sorun şu ki; güçlü siyasal örgütleri eğitebilmek için bütün Rusya’yı kapsayan bir gazeteden başka araç yoktur… sosyal demokrat görevlerin soysuzlaştırdığı zamanımızda “canlı siyasal eyleme” başlamanın tek yolu, canlı siyasal ajitasyonlardır, bunu da sık sık çıkan ve düzenli bir biçimde dağıtılan Rusya için bir gazetemiz olmadıkça sağlayamayız” (Bkz. Lenin Ne yapmalı?)
Yayın faaliyetinin doğru kavranmasına ilişkin en önemli örneklerden biri de Çin Devrim tarihidir. Parti yayın organlarının her şart altında düzenlenerek basılması ve gizli yollarla kitlelere ulaştırılması konusundaki gösterilen çabalar parti kadrolarının yayın faaliyetine gösterdikleri değeri yansıtır. ÇKP yayın organı olan İleri gazetesi onca zorluğa rağmen evlerde yada kırlarda kurulan seyyar matbaalarda basılarak propagandistler ve kadrolar tarafından halka ulaştırılmış ve partinin fikirleri kitlelerin örgütlenmesini sağlamıştır.
Ustalardan öğrendiğimiz en önemli özelliklerden biridir. Devrimci mücadelede yığınları kucaklayabilmenin yolu, onlara doğru zamanda doğru politikalarla ve doğru araçlarla ulaşabilmektir. Evet bugün belki de Sartre’nın “toplumun içinde her şey yitiyor” sözü somut olan yaşamsal pratikte kendini ortaya koyuyor. Özellikle de ektiğini biçebilmenin yada karşılığını bulabilmenin her zamankinden daha da zorlaştığı böylesi bir süreçte. Ancak ne kadar da yalıtılmaya çalışılırsa çalışılsın devrimci mücadelenin gerekliliği her geçen gün biraz daha kendisini hissettiriyor.
Bu anlamda en önemli örneklerden biri de Devrimci Gençlik ve Devrimci Yol dergileridir. Devrimci Yol’un belki de daha da zor süreçler içerisinde karanlıklardan sıyrılarak kitlelerle buluşması bunun en somut ifadesiydi. Burada ayağı Türkiye toprağına basan ve sorunlara somut ve gerçekçi/gerçekleşebilir çözümler arayan tarzı belirleyiciydi. Bilindiği gibi öncesinde yayın hayatına başlayan Devrimci Gençlik dergisi ilk sayısından itibaren soyut bir teorik tartışmanın içine girmekten kaçınan bir tarzı benimsemişti. Devamında içinde yaşanılan dönemdeki somut siyasal gelişmeler/olaylar ve bu olayların olası gelişme eğilimleri tartışılmış, bu gelişmeler karşısındaki doğru devrimci tavrın ne olduğu ortaya konmuştu. Gelişen siyasal pratiğin ortaya çıkardığı sonuçlar değerlendirilmiş, bu sonuçlardan, karşılaşılan sorunların çözümünde veri olarak yararlanılmıştı. Siyasal pratiğin dayattığı oranda devrimci hareketin temel teorik sorunları tartışılmaya açılmış, bu tartışmalarda geçmiş ve güncel deneyimlerin sonuçlarından yararlanılmıştı. Güncel gelişmeler henüz insanların belleğinde canlı iken üretilen alternatif, somut devrimci politikalar; kitleler tarafından daha kolaylıkla kavranılmaya başlanmış, devrimci çalışma alanları hızla genişlemeye başlamıştı. Devrimci hareket, kendi gelişiminin ön koşullarını da kendisi hazırlama çabasına girmişti. Devrimci Gençlik-Devrimci Yol düşüncesinin çok geniş kesimlerden kabul ve destek görmesinin en büyük nedeni, içinde yaşanılan döneme uygun somut politikalar üretebilmesi ve bunu hayata geçirmedeki kararlılığı olmuştu. Dolayısıyla Devrimci gençlik ve Devrimci Yol’un kitlelerle buluşması siyasal alanda önemli ölçüde etkisini hissettiren bir rol oynamıştı. Bu süreçte gerçekleştirilen alternatif politikalar ve pratik tavır alışlar, devrimci hareketi oluşturan birikimde önemli bir rol oynamıştı.
Devrimci Gençlik/Devrimci Yol militan ve kadrolarının neredeyse semt semt, sokak sokak, amfi amfi hatta köy köy dolaşıp siyasal çalışmalar örgütlemesi, devrimci hareketle kitleler arasında giderek organik bağlar oluşmasına imkan sağlamıştır. Dolayısıyla bu çalışmalar kısa sürede devrimci hareketin toplumun her alanında tanınmasına yol açmış, kurulan ilişkiler, politik yayınlar sayesinde diri tutulmuş ve neredeyse Anadolu’nun tamamında ulaşılmadık hiçbir yerin kalmaması sağlanmıştır. Ve süreç içerisinde Devrimci Yol dergisi’nin tirajı yüzbinlerle ifade edilir hale gelmiştir. Bu başarı esas itibariyle hem devrimci politikanın hem de yaygın siyasal çalışmayla birlikte devrimci propaganda araçlarının doğru kullanılmasıyla yaratılmıştır.
Sonuç olarak;
Bu örneklerle kastedilen salt yayın faaliyetinin önemi değildir. Bu aracı doğru değerlendirebilmenin önemidir ve Lenin’in her kadro aynı zamanda bir yayın örgütleyicisidir vurgusunun kendisidir.
Bugün yaratılmaya çalışılan siyasal kuraklığında, bilinçlere vurulan pranganın parçalanmasının da yolu siyasal müdahalenin çapının yükseltilmesinden geçiyor. Bu ise teoride ve pratikte doğru konumlanmaktan geçer. Bunun için devrimcilerin ellerindeki araçlar ne kadar sınırlı olsa da mevcuttur ve hala işlevini korumaktadır. Yeter ki bu araçlar irade ve bilincin süzgecinden geçerek doğru bir şekilde değerlendirilebilsin.
TEK YOL DEVRİM
DEVRİMCİ HAREKET
Sayı 36 (Mayıs – Temmuz 2012)