İran’da Zencani’nin idam cezasına çarptırılması ama daha çok da Zarrab’ın Amerika’da tutuklanması sonrasında öne çıkan kimi değerlendirmeler, bir kez daha genel-özel, neden-sonuç diyalektiği kurarak, sınıflar arası ilişki ve çelişmelerin gereğini dikkate alarak yapılacak değerlendirmelerin önemine vurgu yapmayı ihtiyaç haline getirmiştir.
Zarrab’ın tutuklanmasını, ABD’nin Erdoğan’a doğrudan müdahalesi ve onu düşürme hamlesi olarak okuyanlardan bu bağlamdaki bir beklenti dahilinde sevinç moduna girenlere, meseleyi İran’da bir klik çatışması olarak görenlerden darbe hazırlığı yorumu yapanlara kadar yanılgılı değerlendirme yelpazesi ne yazık ki oldukça geniş.
Bizler bu yazı kapsamında, ABD-Erdoğan/AKP ilişkilerini veya darbe söylentilerinin dayandığı mantığı tartışmak yerine, Zarrab’ın kimler tarafından, ne için, nasıl kullanılmaya çalışılacağına yer vermeye çalışacağız.
İran’da Şah Rıza Pehlevi’nin devrildiği ve molla rejiminin kurulduğu 1979’dan beri, ABD’nin (Irak-İran savaşı dahil) çeşitli müdahalelerle, yöntem ve araçlarla bu rejimi yıkma veya etkisizleştirerek sisteme katma çabalarının olduğunu söyleyebiliriz.
Bir süredir dünya ölçeğinde devam eden ve gerçekte ardında tekeller arası paylaşımın yattığı, kapışma-saflaşma ve bloklaşmanın en sıcak halkasını oluşturan Ortadoğu’da bölgenin de Şii hilalinin de en etkili ülkelerinden biri olan İran, Batı blokunun (ABD ve AB’nin) ilgi alanına, sistemle bütünleştirmeyi öngören hamleler eşliğinde girmiş durumda.
Değişim ve sisteme katılım
İran’da mevcut rejim, 35 yılı aşkın bir kurumlaşmanın ve tahkimatın izlerini taşıyor. Bu süreçte saldırılara, ambargolara, içten veya dıştan yıpratma hamlelerine karşı geliştirilen önlemler, dini otorite eşliğinde İran’da alışılmışın dışında bir sistemin şekillenmesini beraberinde getirdi.
Vaktinde düzenin bekası açısından düşünülüp kurumsal bir güç olarak büyütülen Besiçler, Devrim Muhafızları ve genelde ABD karşıtlığı olarak ifade edilebilecek duruş, bugün değişim startı verenler karşısında akla ilk gelebilecek direnç noktalarıdır. Ancak “değişime ve katılım”a karşı direnç, bunlardan ibaret değildir.
İran rejimi içerisinde parlamento da hükümet de cumhurbaşkanlığı da var. Ancak parlamenter sistemlerdeki alışılmış işleyişi olanaksız kılan veya ikincilleştiren çok daha etkili kurumlar söz konusu. Örneğin bugün dini lider konumundaki Ayetullah Ali Hamaney, İran’daki en yüksek siyasi iradedir. Yargı, ordu ve medya ona bağlıdır. Bütün önemli atamalar onun yetkisi altındadır.
İran’daki bir başka etkili kurum, Anayasa Koruyucular Konseyi’dir. Cumhurbaşkanlığı ve Meclis dahil bütün seçim süreçlerini yürütüyor. Seçimler öncesinde tüm adaylar, bu konsey tarafından çok kapsamlı bir elemeden geçiriliyor. Konseyin 12 üyesinin 6’sını dini lider, 3’ünü yargı, 3’ünü Meclis atıyor ama dini lider tarafından bu atamalar da onaylanıyor.
Seçimde bir taraftan 290 kişilik parlamento diğer taraftan 88 kişilik Rehberler Konseyi (Uzmanlar Meclisi de deniyor) seçiliyor. Dini lideri atayan işte bu Rehberler Konseyi’dir. Bugün 76 yaşında olan ve sağlık durumunun iyi olmadığı söylenen Ali Hamaney’in yerine atama yapmak gerektiğinde, atamayı söz konusu kurum yapacaktır.
Mevcut veriler ışığında İran’da değişim ve emperyalist-kapitalist sisteme katılım sürecinin adım adım gerçekleşeceğini söyleyebiliriz. 2013’te Hasan Ruhani’nin cumhurbaşkanı olması ve devamında gelen nükleer program konusundaki uzlaşma, en katı olunan ve aşılamaz gibi görünen meselelerin, gerek egemenler (sermaye güçleri) arasında kazan-kazan ilişkileri temelinde gerekse var olan dirençler aşındırılarak süreç içinde aşılabileceğini gösteriyor. Örneğin nükleer anlaşmasını teslimiyet olarak gören sistemin muhafazakâr kadrolarının aksine, seçimlerde halkın ağırlıklı oyu reformistlerden (değişim isteyenlerden) yana oldu. Yine de muhafazakârların konumunu terk etmemek için çeşitli biçimlerde direnmeleri beklenmelidir.
Zarrab, İran’da değişim isteyenlerin elinde bir koz
Ortaklardan Zencani’nin İran’da idam cezasına çarptırılmasının ve Zarrab’ın Amerika’da tutuklanmasının, değişim yanlılarının adım adım yol almaya başladığı bir sürece denk gelmesi bir tesadüf değildir.
Evet, bir yanıyla Zencani ve Zarrab ambargoyu delmiş, zimmetine para geçirerek ve kara para aklayarak sisteme karşı suç işlemiştir. Ancak gerek tutuklanmadaki zamanlama, gerekse savcı dahil el birliğiyle konunun bu denli gündemleştirilmesi, “renkli devrimler”de veya Türkiye’de Ergenekon davalarında olduğu gibi söz konusu kişilerin durumunun, değişime direnç gösteren kesimlerin yumuşak karnı olarak kullanılacağını, o zayıf noktaya vurularak yol alınmaya çalışılacağını gösteriyor.
Dünya ölçeğinde emperyalist aktörler arasında yaşanan gerilim ve çatışmalar eşliğinde İran’ın, giderek görünür hale gelen biçimde ABD-AB (Batı) blokuna yakınlaşması, özellikle iktisadi zeminde bütünleşmenin hızlanması beklenmelidir. Bu durum, bugün artık büyüyen ve sistemle bütünleşmek isteyen burjuvazinin çıkarınadır.
Geçtiğimiz günlerde Rusya’nın 2005’ten beri sürüncemede olan, İran’a S-300 füzelerinin satışından vazgeçmesi bir tesadüf değildir; İran’ın Batı blokuna yakınlaşmasından duyulan rahatsızlığın ifadesidir.
2003’te Irak’a, 2011’de de Suriye’ye yapılan müdahalelerin bir yanıyla da o ülkeleri sisteme bütünüyle katmayı amaçladığı düşünülürse, 1979’dan beri sistemin dışında kalan İran’ın sisteme katılımının önemi daha iyi anlaşılır.
İran, 80 milyon nüfusuyla önemli bir pazar olmasının ve sahip olduğu enerji kaynaklarının yanında, coğrafi konumu ve Şiiler üzerindeki etkisi itibariyle de gerek Rusya gerekse ABD eksenli blok açısından önemsenen bir ülkedir. Modernize edilmesi gereken petrol sektörüyle, üçte biri atıl durumdaki sanayisinin alt yapı sorunlarının giderilmesi gibi ihtiyaçlarıyla İran, daha bugünden anlaşma yapmak isteyen Avrupalı şirketlerin yoğun ilgisine maruz kalmıştır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi süreç tamamlanmış değildir; dünya ölçeğindeki kapışmanın en hassas bölgelerinden biri olan Basra Körfezi’ne yansımaları devam edecektir.
İşte kapışmanın canlı bombalardan anlaşmalara, petrol fiyatlarını düşürüp rakibi sıkıştırmak gibi iktisadi hamlelerden sıcak savaşa kadar çeşitli boyutlarda sürdüğü bu koşullarda, Zarrab’ın İran Merkez Bankası Başkanı gibi isimlerle ilişkilerinin iddianamede yer alması, ambargoya karşı “Ekonomik cihat” ilan ettiğini söyleyen sistemin muhafazakâr kadrolarının geriletilmesi/yıpratılması ve sistemin yeniden yapılandırılması yönünde söz konusu davanın kullanılacağını gösteriyor.
İddianamede yer alan en çarpıcı materyallerden biri, Zarrab’ın Merkez Bankası Başkanı’na hitaben yazdığı mektuptur. Söz konusu mektupta Ruhani lider Ayetullah Ali Hamaney’e de hitap var. İran devriminin liderinin bu yılı ekonomik cihat ilan ettiğine değiniliyor. Zarrab ailesinin Türkiye, BAE, Azerbaycan, Rusya gibi ülkelerde şubeler açarak yaptırım karşıtı parasal ve dış ticaret politikaları izlediği de biliniyor.
Dava elbette genelde AKP’yi özelde T. Erdoğan’ı ilgilendiriyor. Özellikle Halk Bankası üzerinden ambargoyu delmek üzere başvurulan yöntemler basına ayrıntılarıyla yansımış durumda. Bunların bugün Erdoğan üzerinde basınç oluşturması da bir gün değişen koşullara bağlı olarak yargılanmaya sebep oluşturması da mümkün. Ancak Zarrab’ın tutuklanmasını, Erdoğan’dan kurtulmayı amaçlayan bir senaryonun parçası olarak görmek, emperyalizm-Türkiye ilişkilerini okumada bir yetersizliğe, dolayısıyla da olgunun sonuçlarının kişiselleştirilerek abartıldığına işarettir.
Erdoğan’dan da AKP’den de onların temsil ettiği sömürü ve zulüm düzeninden de kurtulmak mümkün. Ancak bunun yolu, onlarla aynı sınıfsal zeminde duranlardan; ABD’den veya Gül-Arınç gibi sistemin tescilli kadrolarından çözüm beklemekten değil, halkların örgütlü gücüne dayanmaktan geçiyor.
31 Mart 2016
DEVRİMCİ HAREKET